“Parti Yönetimi ile aramdaki fikir ayrılıkları o kadar derin ki, yeniden bir araya gelebilmek hayal gücümü fazlasıyla zorluyor.” Bu cümleyi kuran, Sol Parti’yi çeyrek yüzyıldır kendi tapulu malı gibi gören, onun toplum karşısındaki ikonik yüzü ve bütün kritik süreçlerinde bulunmuş olan Sara Wagenknecht’tir. Uzunca bir süredir Parti yönetimi ile Wagenknecht ve onun müritleri arasında soğuk bir savaşın olduğu ve bunun her an bir ayrılığa dönüşebileceği yazılıp çiziliyordu. Mart ayında Alice Schwarzer ile beraber Berlin’de örgütledikleri savaş karşıtı miting ve sonrasında parti içi tartışmalar şiddetlendi ve ayrışma sürecini hızlandırdı. Partinin diğer kanadı NATO’nun savaş arabasına bindiği için, mitingden rahatsızlık duymuştu.
Sol Parti içindeki yeni arayışları ve yol ayrımını seçimlerde yaşanan hezimet daha bir görünür kılmış olsa da Ukrayna savaşı ve NATO konusunda korkakça tutum alınması ve diğer burjuva partileri ile aradaki ayrım çizgilerinin ortadan kalkmış olması bu süreci önceleyen temel etkenler olarak karşımıza çıkıyor.
Sol Parti’nin Ukrayna savaşı ile ilgili yaşadığı akıl tutulması ve bu konuda başta Gregor Gysi (kendileri bir dönem için Alman solunun ‘büyük entelektüeli ve otoritesi’ olarak anılıyordu) ve Dietmar Bartsch olmak üzere yapılan açıklamalar, “sol” adına hakikaten utanç vericiydi. Barış talebinin arkasında duramayacak kadar omurgasız olan bu şahsiyetlerin yönettiği ve yönlendirdiği bir parti en nihayetinde Ukrayna savaşına silahların gönderilmesi ve Batının Ukrayna’nın hamisi olması gerektiğini açıklama noktasına geldi. Seçimler döneminde aynı utanç verici tutumu NATO konusunda da sergileyen Sol Parti, bu tutumu nedeniyle toplumun sağduyulu ilerici kesimleri tarafından baraj altında bırakılarak cezalandırılmıştı. Bugün emperyalist güçlerin tarafı olduğu Ukrayna savaşı karşısında da parti şefleri ABD-NATO cephesinin kuyrukçuluğunu yapıyor. Bu pespaye tutum partinin fiilen parçalanmasını sağladı.
***
Sol Parti gelinen yerde ilerici/sosyalist dünyadan, onun dilinden, programından ve en önemlisi güç aldığı işçi-emekçi kitlelerden ve toplumun alt katmanlarından bağını koparmış durumdadır. Parti içi tartışmalarda bunu daha net bir şekilde görmek mümkün. Partinin yöneticileri, “Daha az varlıklı insanların görüşleri konusunda hiç anlayışlı değiller” eleştirisine muhatap olmakta, sıradan bir burjuva partisiyle aradaki “ayrım çizgilerinin” ortadan kalktığı söylenmektedir. Bu sağa kayış eyalet seçimlerindeki başarısızlıkla birleşince Sol Parti’nin kesin bir yol ayrımına vardığını söylemek de o kadar kolay olacaktır.
***
Bundan sonraki seçimlerde Sol Parti adına aday olmayacağını deklere eden partinin medyatik yüzü Wagenknecht yeni bir parti kurmanın startını çoktan vermiş görünüyor. Aynı Sara Wagenknecht’in başını çektiği kanat, 2018 yılında da “Aufstehen” (Ayağa Kalk) adıyla bir girişimde bulunmuş ve başarısız olmuştu. Sol Parti’ye dönük eleştirilerini soldan yapıyormuş gibi görünen Wagenknecht, kelimenin gerçek anlamıyla popülist burjuva milliyetçi bir söylem ve programla hareket ediyor.
Ukrayna savaşı konusundaki tutumu belli kayıtlarla bir yana bırakılırsa, iktisadi ve siyasal sorunlar başta olmak üzere toplumu kesen bütün sorunlara ilişkin söylemleri yer yer ırkçı-faşist parti AfD ile kesişiyor. Özellikle mülteciler konusundaki tutum ve söylemlerini ırkçılığa vardırmakta hiçbir beis görmemektedir. Öyle ki son katıldığı TV programlarından birinde “Mültecilerin sosyal devlet için bir tehlike olduğu ve gerektiğinde bu olanakları ellerinden almak gerektiğini” söyleyebildi. Tabi bütün bunları büyük bir “yüce gönüllülük” göstererek AfD nin yükselişini engellemek adına yaptığını söylemeyi de unutmadı.
Düzen partilerinin artık çözüm üretemediklerini ve vatandaşların bu partilerden uzaklaştığı gerçeğini ifade ettikten sonra, çözüm olarak ortaya attığı “yarı Sol Parti yarı AfD’nin postmodern versiyonuyla” politik iddiasını devam ettirme çabasında görünüyor. “Bu, sadece Wagenknecht in bir ikbal davasıdır” diye düşünmek hatalı olur. Kuşkusuz kendisi ve müzmin müritlerinin bu tür hesapları var ama olay tek başına bununla açıklanamayacak kadar kapsamlı ve komplikedir.
***
Sol Partinin kanatları ve bölünme olasılığı üzerine çok sayıda istatistiki bilgi havada uçuşuyor. Parti içinde üç farklı kanattan söz ediliyor. Basına yansıyan yorumlardan anladığımız kadarıyla; Sol Parti’nin bölünmesi durumunda Wagenknecht’in AfD tabanını, daha sol jargonla hareket edecek olan diğer kanadınsa SPD ve Yeşiller’den kopan ya da buna yakın tabanı etkileyeceğini ve bunun da toplamda %30 civarında bir potansiyele denk düştüğü hesapları yapılarak, Sol Parti’nin “dahice” harekat planları hazırladığı ileri sürülüyor. Biyolojik tabirle tek hücreliler gibi bölünerek çoğalabileceklerine inanıyorlar.
Oysa ki bu “dahice” planları yapanlar son üç yıl içinde on binin üzerinde üye kaybetti ve etmeye de devam ediyor. Düzen sınırları içinde bir muhalefet yapmayı dahi beceremeyen, ikinci el tüccarların övgülerine muhtaç bir parti gerçeğiyle karşı karşıyayız.
Sol Parti’nin bütün bir tarihsel deneyimini ve birikimini bir kenara koyup, geçmişine nedamet getirmesi ve giderek SPD nin bir parça solunda görünme gayreti göstererek Alman burjuvazisine şirinlikler yapması, onu bırakın iktidara taşımayı ya da iktidar ortağı olmasını, tarihinde gördüğü en büyük hezimeti yaşatmıştır. Bu aynı hezimetin ortakları ya da sorumluları (hangi kanattan olduklarından bağımsız olarak) bugün de “ulusal çıkarlar” safsatası üzerinden yeni bir dalga kıran rolüne soyunmuş bulunuyorlar. Toplumun emekçi sınıflarında ve özellikle de gençlik saflarında yeni arayışların olduğu ve bu arayışların giderek Sol Parti saflarında yarattığı çözülmenin korkusu, Wagenknecht gibi sembolik isimlere yeni oyun alanları yaratmış görünüyor.
Etki alanı olan orta sınıfları yok edercesine derinleşen ekonomik krize, savaş ve silahlanma politikalarına, bunlara paralel olarak büyüyen ve derinleşen siyasal krize Sol Parti’nin cevabı, “Alman ulusunun yüce çıkarları adına iç ve dış politikada daha aktif pozisyon almak” olarak görünüyor. Solun bütün bir literatürünü teorik olarak da görmezden gelen ve hatta bozan bir dili yıllardır tercih ediyor Sol Parti. Öyle ki sınıf kavramını kullandıklarını ya da bu anlama gelebilecek en ufak bir söylemi parti şeflerinden duymak neredeyse imkansız. Çok çarpıcıdır, Sol Parti işçi ve emekçi sınıfların sorunlarını anlatmaya çalışırken kesinlikle sınıf vurgusuna dayalı tanımlama yapmaz. Bunun tam aksine “Milieu” yani “sosyal çevre” kavramını kullanmayı tercih etmeleri dil sürçmesi olmasa gerek.
Bu arada, Sol Parti’nin tartışıldığı bütün platformlarda burjuva-liberal kesimler çok bilinçli bir şekilde Wagenknecht’i “Ortodoks Marxist” ve “20. yüzyıl devrimcisi” diye tanımlayarak eleştiriyor; taraf oluyor ve partinin varsa iki atımlık barutu onu da bitirmenin hesaplarını yapıyorlar.
Sol Parti’nin bu yılın sonuna dek kaç parçaya bölüneceğini, Wagenknecht’in kuracağı partinin akıbetinin ne olacağını ve yeni arayışların nereye evrileceğini salon solcuları ve liberal takımı değil, giderek militanlaşma eğilimi gösteren işçi ve emekçi hareketi belirleyecektir. Parçalanarak “büyüme” hayali ise artık bir başka sonbahara kalacaktır.