Güney Kürdistan’da yaklaşık bir yıldan beri ücretleri ödenmeyen işçiler ve kamu emekçileri ücretlerin ödenmesi için protesto eylemi düzenliyorlar. Kolluk kuvvetlerinin ateşli silahlarla göstericilere müdahalesi sonucunda 14 Aralık öncesi iki hafta içerisinde 8 emekçi katledildi, yüze yakın kişi yaralandı ve yüzlerce emekçi de gözaltına alındı. Yaklaşık 1,2 milyon işçi ve kamu çalışanının ücretlerini ödeyemeyen Güney Kürdistan yönetimi ve onun paralı askerleri en insani taleplerle sokağa çıkan işçi ve emekçilere karşı en acımasız bir şekilde davranmakta bir beis görmüyorlar.
On yıllardır mazlum Kürt halkının çıkarlarını bir kenara bırakan Kürdistan Bölgesel Yönetimi (KBY) emperyalizmin ve bölge gericiliğinin emrindeki işbirlikçi bir kukladan öte bir şey olmadığını bu tutumuyla bir kez daha ispat etmiştir. Emekçi Kürt halkının bütün zenginliklerini sömürerek-sömürterek dünya sıralamasındaki en zenginler kulübüne dahil olan Barzani ve Talabani kabilesinden başka da bir şey beklenemezdi. Özellikle de Barzani ailesi yıllardır gerici AKP rejiminin paralelinde Güney Kürdistan’da iş tutmakta ve her türlü kötülüğe ortaklık etmektedir. Irak anayasasını yıllardır ortağı AKP rejimi eliyle ihlal etmekte ve petrol gelirlerini haraç mezat pazarlamakta bir sakınca görmemektedir. Büyük bir yoksulluğun ve işsizliğin yaşandığı bölgede kelimenin gerçek anlamıyla müthiş bir yozlaşma ve çürüme hali yaşanmaktadır.
Son yıllarda toplumun özellikle de emekçi katmanlarında artan hoşnutsuzluk, lokal düzeyde de kalsa kimi protestolar halinde kendini dışa vuruyordu. Bu protestoların karakteristik özelliği daha çok yerel yönetimde ayyuka çıkan kirli işlere ve çevrilen dolaplara karşı heterojen özelliği ağır basan toplumsal tepkiler olmasıydı. Oysa aralık ayının ilk günlerinde Süleymaniye’de başlayan gösteriler çok farklı bir niteliktedir. İşçi ve emekçilerin rengini ve karakterini belirlediği yeni bir toplumsal dalganın geldiği görülmektedir. Hareketin çok hızlı bir biçimde Süleymaniye sınırlarını aşarak, başta Halepçe olmak üzere Ranya, Derbendixan ve Seyidsadıq’a yayılmış olması ve on binlerce işçi ve emekçinin bu gösterilere katılımı bunu fazlasıyla doğrulamaktadır.
Toplumun farklı kesimleri tarafından da sahiplenilen işçi ve emekçilerin talepleri görmezden gelinmeyecek derecede ses getirince, gerici bölgesel yönetim çareyi saldırganlıkta bulmuştur ve hala da acımasız bir şekilde saldırmaktadır. Yerel hükümet adına yapılan, inandırıcılıktan uzak açıklamalar işçi ve emekçiler tarafından zerre kadar ciddiye alınmamış ve gösteriler giderek yaygınlaşmıştır. “Ekonomik kriz, Bağdat yönetiminin ayırdığı kısıtlı bütçe ve pandemi koşulları” bahane edilerek yatıştırılmak istenen eylemler kolluk kuvvetlerinin şiddetiyle karşılanmıştır. Ne var ki elemler dalgalar halinde büyüyerek bütün kentlere yayılmış bulunuyor.
Şiddete uğrayan işçilerin kolluk kuvvetlerine karşı yaptıkları açıklamalar gerçek anlamıyla bir ders niteliği taşımaktadır. Örneğin kafası parçalanmış bir işçi, kitleye dönerek yaptığı konuşmanın bir bölümünde şunları söylemektedir: “IŞİD saldırıları esnasında tek kurşun atmadan Ezidi halkını büyük bir çaresizlik ve katliamla baş başa bıraktınız. Erbil’i boşaltacak kadar büyük bir korkuya kapılanlar da sizlerdiniz. Referandumda alınan kararları savunamaz duruma gelen yine sizlerdiniz. Bizlere üç kuruşluk ücreti çok görüp milyon dolarları iç eden yine sizlersiniz ve tarih tanıktır ki sizleri affetmeyeceğiz.”
Hatırlanacağı üzere Kürt halkının iradesi hem referandumdaki sonuç üzerinden hem de sonraki gelişmelerde görmezden gelinmiş ve gerici bölge ülkelerinin kuşatmasına feda edilmişti. Emperyalist güçlere olan sadakati ve bölge gericiliğine karşı oryantalist tutumu yeterince deşifre olmuş KBY, yaklaşık bir yıldır ücretlerini alamayan işçi ve emekçilere karşı oldukça hoyrat bir tutum sergileyebilmektedir. Kuşkusuz bunun fazlasıyla anlaşılabilir nedenleri de vardır. Bir dizi gelişmeye rağmen ulusal hassasiyetler etrafında Kürt halkını bugüne dek KBY etrafında tutmayı başaran kabile gericiliği, ikinci haftasına giren gösterilerin basıncıyla koltuklarının sallandığını gördü. KBY yöneticileri Bağdat’a elçi üzerine elçi gönderip bütçeden fazla ödenek çıkarmanın telaşına düştüler. Lakin işin içinden çıkamadıkları gibi, işler de umdukları gibi gitmedi, gitmiyor. Merkezi Bağdat yönetiminin elinde de çok farklı enstrümanlar bulunmamaktadır. En az kendisi de Güney Kürdistan kadar büyük bir krizin içindedir ve yapabileceklerinin sınırlarıyla da sorunların üstesinden gelebilme kapasitesi yoktur. Son seçimlerin ardından ortaya çıkan siyasal kriz halini aşamayan Bağdat yönetimi, ekonomik olarak da iflasın eşiğine gelmiş bulunuyor.
Güney Kürdistan’ı parsellemiş olan KDP ve PUK partileri toplumu büyük bir baskı altına almış ve deyim uygunsa hiçbir muhalif sese müsaade etmemektedirler. İnsan hakları örgütleri başta olmak üzere, gazeteciler ve bağımsız yayın yapmaya çalışan medya organları çalışamaz hale getirilmişlerdir. Sadece 2020 yılının son altı ayı içinde basın yayın organlarına yönelik 100’e yakın saldırı gerçekleştirilmiştir. İnsan hakları örgütlerinin yayınlamış olduğu raporlar Güney Kürdistan’ın, Irak’ın diğer bölgelerinden hiçbir farkının olmadığını açıkça ortaya koymaktadır.
KDP’nin zindanları muhalif insanlarla dolup taşmaktadır. İşkence çok rutin ve sıradan bir işlem haline gelmiş durumdadır. Özellikle de 2014 yılındaki IŞİD saldırılarının ardından bu despotik yerel aygıt giderek yerleşik bir düzen olarak kendini örgütleme olanakları yakalamış ve bunu kullanmıştır. Etrafındaki gericilikten fazlasıyla nasiplenen ve onlara benzeme potansiyeli taşıyan KBY, Kürdistan coğrafyasının tamamına gericilik taşıyan bir odak haline gelmiştir.
Yaklaşık 5,5 milyon insanın yaşadığı bölgenin bütün zenginlik kaynakları Barzani ve Talabani kabileleri tarafından gasp edilmiştir ve bu kast devasa bir zenginliğin üzerine çökmüştür. Toplumun yarısı yoksulluk ve yoklukla terbiye edilmekte ve en ufak bir hak arama eylemi “ulusal çıkarlar” yalanıyla ötelenmektedir. Buna rağmen direnenler ise istihbarat servislerine havale edilmekte ve cezalandırılmaktadır.
KBY Başbakanı Masrur Barzani, protesto gösterilerine ilişkin olarak yaptığı açıklamada, yaşanan krizden Bağdat yönetimini sorumlu tutuyor. Yerel yönetime ayrılan bütçenin kısıtlanması ve ödenmemiş olmasını temel sebep olarak gösteriyor. Bu açıklamada ilk etapta bir parça doğruluk payı varmış gibi görünüyor olsa da gerçek tam öyle değildir. Bağdat yönetiminin yerel yönetime ayırdığı 400 milyon dolarlık aylık bütçeyi beğenmeyerek Türk devletiyle arka kapıdan petrol satışı yapanlar, bizzat Barzani’lerdir. Milyarlarca dolarlık petrol satışından elde edilen gelirleri gerici AKP şefiyle özel mülkiyetlerine geçirenler yine aynı kimselerdir. Güney Kürdistan coğrafyasının sınırlarını haksız yere değiştiren bu zatlar, Haşdi Şabi karşısında tutunamayınca, “Kürdistan’ın kalbi Kerkük”ü bile koruyamaz hale geldiler. Aldıkları yenilgiyle masaya oturan yerel yönetim temsilcileri, bütçenin 400 milyondan 250 milyon dolara indirilmesini kabul ederek, yıllardır görmezden geldikleri Bağdat yönetimiyle yine “can ciğer kuzu sarması” oldular.
Güney Kürdistan'da büyük bir aymazlık ve ikiyüzlülükle emekçi Kürt halkının mücadele azmini ve enerjisini pazarlayan ve yönetimi arsızca gasp edenler, bütün bunlar hiç yaşanmamış gibi bugün bütün sorunların kaynağı olarak Bağdat yönetimini gösterebilmektedirler. Elbette işbirlikçi Bağdat yönetimi de bu gelişmelerden en az Kürdistan Bölgesel Yönetimi kadar sorumludur. Her türlü yolsuzluğun ve hırsızlığın merkezi haline getirilmiş bütün bir Irak coğrafyası, söz konusu bir emekçinin üç kuruşluk ücreti olunca, her işbirlikçinin sorumluluğu başkasına atmasına sahne olmaktadır.
Güney Kürdistan’ı adeta işgal edercesine kendilerine tapulayan Barzani ve Talabani aileleri toplumdaki her türlü ilerici adımın ve gelişimin önündeki bariyerlere dönüşmüşlerdir. Bununla da yetinmeyerek bu kadim toprakları ve mazlum Kürt halkını Türk ve Fars sömürgeciliğinin arka bahçesi haline getirmişlerdir. Ayrıca ABD emperyalizmiyle uzun yıllara varan kirli ilişkileri neticesinde ülke topraklarını ABD’nin üsleriyle süslemişlerdir.
Süleymaniye’den başlayıp dalga dalga yayılan gösteriler bir kez daha göstermiştir ki gerçek manada Kürt halkının özgürlüğü bu kabile şeflerinin programları ve oynadıkları uğursuz rolle mümkün değildir. Bu ancak Kürt işçi ve emekçilerinin diğer uluslardan işçi ve emekçi kardeşleriyle omuz omuza vereceği mücadele ile mümkün olacak ve onların devrimci programı belirleyici olacaktır.