Ortadoğu’da hakların yaşamını cehenneme çeviren, milyonlarca insanın ölümüne ve bir o kadarının da yerlerini-yurtlarını terk etmelerine neden olan saldırganlık ve savaşların baş sorumluları, elbette ki ABD önderliğindeki batılı emperyalistlerdir. Ama Türkiye’nin faşist iktidarı da Kürt halkı başta olmak üzere Ortadoğu halklarına karşı işlenen büyük suçların dolaysız sorumluluğunu taşımaktadır. Sömürgeci Türk sermaye devletinin Ortadoğu halklarına karşı izlediği suç çizgisinin temel hedefinde Kürt halkının kazanımları durmaktadır. Kürt hareketi ve halkının bölgesel düzeydeki kazanımlarının tasfiye edilmesi, Türkiye’nin Ortadoğu’ya ilişkin izlediği dış politikanın temel belirleyenidir.
Sömürgeci Türk ordusunun 24 Nisan’da Medya Savunma Alanlarına başlattığı askeri harekat da bunu bir parçasıdır. Türk ordusunun savaş uçakları, helikopterleri, obüsleri, SİHA’ları ve kara birlikleri ile sürdürdüğü “Pençe Şimşek” ve “Pençe Yıldırım” operasyonları, Gare hezimetinden sonraki en kapsamlı harekatlarıdır. Soylu’nun bölgede üs kurma hedefini ilan ettiğine bakılırsa da saldırı işgal amaçlıdır ve dolayısıyla kısa vadeli olmadığı anlaşılmaktadır. Türk devleti, 1983’ten bu yana sürdürdüğü kirli savaşla, 2014 yılında ise ilan ettiği “Çöktürme Planı”yla sonuç alacağına inandı. Kudurgan ve ölçüsüz bir saldırganlıkla içerde ve dışarda sistematik olarak Kürt kanı akıtarak hedefine ulaşacağı hayalleri kurdu.
Kürt hareketini tasfiye etmeyi, değilse de zayıflatmayı ve Kürt halkın direnme iradesini dizginlemeyi, onun eşitlik ve özgürlük isteğini boğmayı amaçlayan bu gözü dönmüş saldırganlık her zaman için emperyalistlerin tam desteğini ve onayını aldı. Şimdi de durum tam olarak budur. Emperyalistler bu yolla, Kürt demokratik ulusal hareketini kendilerine “muhtaç” hale getirmeyi hedeflemektedir. Öte yandan bu sorunu aynı zamanda bölge devletlerine ve rakiplerine karşı da kullanma yoluna gitmektedirler. Çıkarları gerektirdiğinde Suriye örneğinde olduğu gibi Kürtlere desteklerini de sunmaktadırlar.
Türk devletinin işgal ilanı
Türk devleti halihazırda Suriye ve Irak’ta işgalci konumdadır. İşgal edilen alanlara yenileri eklenmek istenmektedir. 24 Nisan akşamı başlayan Metina, Zap ve Avaşin’e yönelik saldırılar, eğer Türk devletinin arzuladığı biçimde sürer ve umdukları hedefe ulaşırsa bölgede üs kurup işgal kalıcılaştırılmak istenecektir. Soylu, Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi içinde bulunan alanlara yönelik düzenlenen operasyonlar hakkında bilgi verirken, “Metina bölgesi önemli bir yer. Tıpkı Suriye’de olduğu gibi, burada üs kuracağız ve bölgenin denetimini yapacağız. Bu bölge Kandil’e geçiş hattı, bu hattı kontrol altında tutacağız” açıklamasında bulunmuştu. Böylece Türk devletinin Güney Kürdistan’ın bu bölgesini işgal etmeyi amaçladığını ve sürmekte olan operasyonun hedefinin de bu olduğunu da ilan etmiş oldu.
Soylu’nun açıklamasından sonra Bakan Hulisi Akar, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Güler ve Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Ümit Dündar ile Şırnak’tan Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ndeki Haftanin’de TSK güçlerinin üstlendiği Biliç Tepesi’ne gitti. Hulusi Akar’ın, Irak topraklarına ülkenin yetkililerinin onayı alınmaksızın yaptığı ziyaret Irak tarafından tepkiyle karşılandı. Irak hükümeti, gerek Soylu’un Metina’da üs kurma açıklamalarını gerekse de Akar’ın Biliç Tepe’sine gidişini kınayan açıklamalar yaptı.
Irak, Akar’ın ülke topraklarına “koordinasyon olmaksızın” geçişinden dolayı protesto notası verdi. Dışişleri Bakan Yardımcısı Nizar El-Kadirallah, “Irak hükümeti koordinasyon olmadan ve önceden yetkililerin onayı alınmadan Türk Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın Irak topraklarında bulunmasını ve bölgede yasadışı biçimde bulunan Türk güçleriyle buluşmasını güçlü biçimde kınadığını ifade eder.” açıklamasında bulundu. Süleyman Soylu’nun Irak’ın kuzeyinde bir askeri üs kurulacağına dair açıklamasını da “Irak hükümeti Irak’ın egemenliğinin Türk güçleri tarafından devam eden ihlalini kategorik olarak reddetmektedir” biçiminde kınadı.
Kürdistan Bölge Hükümeti’nden ise konuyla ilgili bugüne kadar herhangi bir açıklama yapılmış değil. PKK gerillalarının Medya Savunma Alanları’ndaki varlığını “Türk devletine saldırı bahanesi veriyor” diye suçlayanlar ve PKK’nin Güney Kürdistan’daki varlığını kabul etmediklerini her fırsatta dile getirenler, sömürgeci Türk ordusunun saldırıları ve işgal planları karşısında sessiz kalabiliyorlar. Emperyalistlere ve sömürgeci Türk devletine teslim olmanın çaresizliğidir bu. Ve bu tümüyle sınıfsal bir konum ve kimliğin ifadesidir.
Faşist AKP-MHP iktidarı 10 günü aşkın bir süredir Medya Savunma Alanları’na yönelik saldırıları yürüterek Kürt hareketini tasfiye etmek, değilse de etkili bir darbe vurarak etkisizleştirmek istemektedir. Kürt halkının eşitlik ve özgürlük özlemini boğmayı ve onun bölgesel düzeydeki kazanımlarını yok etmeyi hedefleyen bu saldırganlıkta Türk devleti yalnız değildir. Bütün emperyalistler ve gerici bölge devletleri Türk sermaye iktidarının yanındadır. AKP-MHP faşist iktidarı, emperyalistlerin tam desteğindeki politika ve uygulamalarıyla Kürt halkına köleliği ve imhayı dayatmaya devam ediyor. Dolayısıyla sadece Medya Savunma Alanları değil, Kürdistan’ın tüm parçaları ve tüm parçalarda büyük acı ve bedellerle elde edilen kazanımlar tehdit altındadır. Güney Kürdistan’da kalıcı askeri üsler kurmak ve bu üslerin sayısını artırmak, Rojava’daki fiili Kürt yönetimini tasfiye etmek, şeriatçı çeteler eliyle Batı Kürdistan’ın demografik yapısını değiştirmeye çalışmak da bunun ürünüdür.
Ulusal demokratik kazanımları savunmak ve birleşik mücadeleyi örgütlemek
Sömürgeci Türk sermaye iktidarı, Kürt halkına, hareketine ve kazanımlarına saldırırken Türkiye işçi sınıfını ve emekçi kitlelerini de ırkçı-şoven zehirle sersemletmektedir. Ağır ekonomik krizin sonu gelmeyen faturasına ve büyük sosyal yıkıma, bunaltan işsizlik ve yoksulluğa karşı öfkesi büyüyen işçi-emekçileri denetim altına almanın da bir yoludur bu. Zira Türk işçisi ve emekçisi kudurgan bir şovenizmle zehirlenirse öfkesinin sermaye iktidarına değil, yanlış hedeflere yönlendirilmesi, dizginlenip etkisizleştirilmesi kolaylaşır. Yanı sıra zaten kırıntı haline gelmiş olan demokratik hak ve özgürlüklerin gasp edilmesine “devletin bekası” gerekçesiyle dolu dizgin devam edilir. Bütün bunlara, legal Kürt hareketinin kriminalize edilip tasfiye edilmesi, değilse de kötürümleştirilmesi eşlik eder. HDP’ye yapılan da budur.
Kürt halkının meşru ulusal özgürlük ve eşitlik istemlerinin, Kürdistan’ın bütün parçalarında elde edilen ulusal demokratik kazanımların kararlılıkla savunulması, ilerici ve devrimci güçlerin önünde duran temel sorumluluklardan biridir. Güney Kürdistan’da sürmekte olan askeri harekat örneğinde olduğu gibi, Kürt halkının kazanımlarını gasp etmeye yönelik tüm saldırılara karşı Kürt halkının yanında yer almak, kimsenin kaçamayacağı bir görevdir.
Türkiye işçi sınıfı ve emekçileri, sömürgeci Türk sermaye devletinin kardeş Kürt halkına ve kazanımlarına karşı içerde ve dışarda yürüttüğü kirli imha savaşına karşı mücadele etmelidir. Zira Türk sermaye devletinin Kürt halkına karşı elde edeceği “başarı”, Türkiye işçi sınıfı ve emekçi kitleler üzerindeki sınıfsal kölelik zincirlerine yeni halkalar ekleyecektir. Baskıdan, sömürüden, horlanma ve aşağılanmadan, işsizlik, yoksulluk ve açlık kabusundan kurtulmanın yolu, ezilen ve sömürülen işçi ve emekçiler ile ulusal kölelik koşulları altında tutulan kardeş Kürt halkının Türk sermaye iktidarına ve emperyalizme karşı birleşik devrimci mücadelesinden geçmektedir.