Bağdat ve Ankara yıllarca Türkiye’nin sınırın Irak tarafında Kürdistan İşçi Partisi’ne (PKK) karşı askeri operasyonlarını ikili ilişkileri bozacak bir faktöre dönüştürmekten kaçındı. Bağdat, PKK’nin üslendiği Kürdistan bölgesini 1990’dan beri zaten kontrol etmiyordu. Ankara’ya göre PKK’nin Irak topraklarında üslenmesini önleyemediği için Bağdat’ın itiraz hakkı yoktu. Bağdat egemenlik haklarından bahsettiğinde “O zaman topraklarını kullandırma” yanıtını alıyordu. Haliyle tepkiler zevahiri kurtarmak içindi. Ama bu durum değişiyor. İlişkiler artık geçen yıldan beri Pençe-Kartal operasyonlar serisi yüzünden bol protestolu dönemden geçiyor.
Sınırdan 15 kilometre içeri girip 50’nin üzerinde üslenme noktası kuran Türk ordusunun 11 Ağustos’ta Sidekan’da insansız uçakla düzenlediği saldırıda Irak Sınır Muhafızları ilk kez kayıp verdi. Türkiye’de PKK’nin liderlerinden Cemil Bayık’ın öldüğüne dair spekülasyonlara yol açan saldırıda ölenler arasında Irak Sınır Muhafızları İkinci Tümen Komutanı Muhammed Reşid Süleyman ve İkinci Sınır Tümen Komutanlığı Üçüncü Birlik Komutanı Yarbay Zübeyir Hali Taceddin de vardı. Ayrıca Yarbay Hüsameddin Abdurrahman Hasan ile bir asker yaralanmıştı.
Sidekan Belediye Başkanı İhsan Çelebi’ye göre muhafızların kontrol noktası kurma girişimi 11 Ağustos sabahı PKK ile çatışmaya yol açmıştı. Bu gerilimi çözmek için sınır muhafızları ile PKK arasında toplantı yapılırken saldırı oldu. PKK, örgütün Hakurk sorummlusu Agit Garzan’ın öldüğünü teyit etti.
Al-Monitor’a konuşan bir Kürt kaynak “10 Ağustos’ta PKK kendi bölgesine yaklaşan Irak güçlerine ateş açtı. Bradost aşiretinden Yarbay Zübeyir, PKK’nin yakından bildiği bir isimdi. Ertesi gün sorunu çözmek için Zübeyr bölgeye gidip PKK temsilcileriyle görüştü. Toplantı sonrası yemek yenildi. Araçlar ayrılırken saldırı oldu. O sırada Agit, Zübeyr’in aracındaydı. Zübeyr’in aracında GPS var, izlenen ve bilinen bir araç” dedi.
Irak Meclisi Güvenlik ve Savunma Komitesi’ne göre muhafızlar kontrol noktaları boyunca 50 kilometrelik bir boşluğu doldurmak için harekete geçmişti. Muhafızlar Türk ordusunun “yasak bölge” saydığı 10 kilometrelik mesafeye yaklaştığında saldırı gerçekleşti. Cumhurbaşkanlığı, Meclis ve Dışişleri Bakanlığı saldırıyı kınarken Türk büyükelçisine nota verildi. Bu Pençe-Kartal yüzünden gelen üçüncü protesto notasıydı. Ayrıca Irak tarafı, Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın 13 Ağustos’ta planlanmış Bağdat ziyaretini iptal etti.
İran-Amerikan kapışmasının tehlikeli hâl aldığı, sisteme karşı öfkenin büyüdüğü, İslam Devleti’nin dirildiği ve COVID-19’un ülkeyi sarstığı bir dönemde başbakanlık koltuğuna oturan Mustafa El Kazımi’nin görmek istediği son şey komşulardan biriyle bozuşmak. Ülkesini bölgesel gerilimin rehinesi olmaktan çıkarmak için ilk temaslarını Tahran, Riyad (ertelendi) ve Washington’a planlayan Kazımi, Türk operasyonlarıyla sarsılan Kürdistan’ı da gemide tutmaya çalışıyor. Bu cenderede operasyonların sivillerden sonra askerlere de kayıplar verdirtmesi, Kazımi’nin öncelikleri açısından istemeyen talihsiz bir durum.
Irak’ın sessizliğini garantileyen koşullar artık değişiyor. Evvela Amerikan işgali, mezhep savaşı ve İslam Devleti’nin yol açtığı korkunç süreçlerden sonra Irak, dış müdahalelere karşı hassasiyetin arttığı ve ulusal egemenliğin konuşulduğu yeni bir siyasi iklime giriyor. Bu da Türkiye’ye karşı tepkisizliği sürdürülemez kılıyor.
Kürt aktörler arasında da operasyonların PKK’yi hedef almanın ötesinde Kürdistan coğrafyasını parçalamaya yönelik olduğu endişesi ağırlık kazanıyor. Bu korku sınırın Irak ile birlikte korunması ihtiyacını doğuruyor. Sınıra gönderilen muhafızlar merkeze bağlı olsa da Kürt askerlerden oluşuyor.
Üçüncüsü, Irak bir süredir Türkiye ile Arap dünyasındaki hasımları arasında artan nüfuz savaşında yeni hesaplaşma alanına dönüşüyor. Mısır, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) başını çektiği blok, bir taraftan Irak’ı İran’ın etkisinden çıkarıp Arap kanalına çekmeye çalışırken Iraklıların Ankara’ya öfkesini avantaja çeviriyor. Bu blok aynı zamanda Kürtleri yakın plana alıyor. Yani Türkiye’nin bölgesel hamlelerini kesmeye dönük Arap ortaklaşması, Suriye ve Libya’dan sonra Irak’ta kendini gösteriyor.
Arap Birliği “Türk bombardımanını en sert biçimde kınıyoruz. Irak hükümetinin saldırıları durdurmak, ülkenin egemenliğini ve güvenliğini korumak için uluslararası alanda atacağı her adımı destekliyoruz” açıklamasını yaptı. Birliğin yasama organı Arap Parlamentosu da BM Güvenlik Konseyi’ni göreve çağırdı. BAE, Türkiye’yi Arap işlerine karışmak, Mısır da bölgenin güvenlik ve istikrarını tehdit etmekle suçladı.
Şark’ul Evsat’a göre Irak Dışişleri Bakanı Fuad Hüseyin “Türk saldırganlığının tekrar etmesini önleyecek ortak bir pozisyon alınması” için Arap Birliği Genel Sekreteri Ahmed Ebul Geyt’in yanı sıra Suudi Arabistan, Kuveyt, Mısır ve Ürdünlü mevkidaşlarını aradı. Irak Dışişleri Sözcüsü Ahmet Sahhaf temasların sonucunu “Arap kardeşlerimiz Türkiye’yi kınayıp ülkelerinin Irak’ın toprak bütünlüğü ve güvenliğine olan tam desteğini teyit etti” diye aktardı.
Görünürde Bağdat, Türkiye’ye karşı bir Arap dayanışması arayışında. Fakat Bağdat kendini bu eksenin sularına kaptırabilir mi? Doğrusu Irak’ın baskı devşirme arayışı anlaşılır olsa da bu eksenin hatırı için ne İran’la ne de Türkiye ile ilişkileri bozmanın risklerini göze alabilir. Irak bu tür bir faturayı göğüsleyemeyecek kadar zayıf ve kırılgan. Irak, Tahran ve Ankara’yı dengeleyecek bir Arap penceresine umutla bakarken Türkiye ve İran sınır kapılarının ne denli hayati olduğunu unutmuyor.
Irak Dışişleri “Türkiye’ye karşı hala güçlü seçeneklerimiz var” diyerek “farklı seviyelerde ilişkilerinin hacmini gözden geçirme” ihtarında bulundu.
Gözlemciler tepkinin diplomasi seviyesinin ötesine geçmesini beklemiyor. İki ülkenin ticaret hacmi 2019’da 15.8 milyar dolara ulaştı. Geçen yıl Irak yönetimi iç üretimini artırmadan ve alternatif tedarikçiler bulmadan Türkiye ile ticareti sınırlayan bazı adımlar atmış ama başarılı olamamıştı. Fakat Bağdat, Suudi Arabistan başta olmak üzere diğer komşularla ticari alternatiflerini çeşitlendirmeyi hedefliyor. Uzun vadede bazı şeyler değişebilir. Şu aşamada Bağdat’ın yerine getiremeyeceği yaptırım tehdidinden çok “pasif yaptırım” diyebileceğimiz “yapmadıkları” üzerinde durulabilir.
Bunların başında Kürdistan’a açılan Habur’daki Halil İbrahim Kapısı’nı zayıflatacak şekilde Ovaköy’den Musul tarafına alternatif kapı açma planı geliyor. Ankara’nın üç yıldır ısrar etmesine rağmen bu plan ağırdan alınıyor. Bağdat, Kürdistan’la ilişkiler gerildiğinde Ovaköy için umut vermiş, Erbil-Bağdat hattı rayına girdiğinde dosyayı rafa kaldırmıştı. İşlevselliği olan bir belirsizlik bundan sonra da tekrarlanabilir.
İslam Devleti’nin saldırıları yüzünden 2014’te devreden çıkan Kerkük-Ceyhan Petrol Boru Hattı’nın yenilenmesi de sürüncemede bırakılan bir diğer plan.
Pençe-Kartal’ın ilişkileri henüz gölgelemediği 2019’un ilk yarısında yeni bir sayfa açılması konusunda taraflar umutluydu. Irak Cumhurbaşkanı Berham Salih ve dönemin Başbakanı Adil Abdülmehdi Türkiye’ye gelmişti. Taraflar ikili ticareti 20 milyar dolara çıkarma ve Türkiye’nin 5 milyar dolarlık kredi taahhüdünün yerine getirilmesi gibi hedefleri paylaşmıştı. 5 milyar dolar ikili ilişkilerdeki gerilimi emmek için yazılmış açık bir çekti. Ayrıca Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan su sorunu başta olmak üzere kriz konusu meseleleri halletmek için Veysel Eroğlu’nu özel temsilci yapmıştı.
Ovaköy kapısıyla ilgili Irak’ta yayımlanan TV dizilerine de yansıyan bir korku var: Türkiye’nin 2023’te Lozan Anlaşması’nın bittiğini öne sürüp Musul ve Kerkük’ü geri isteyeceği senaryosu işleniyor. Türk milliyetçilerinin Musul ve Kerkük’ü “Türkiye’nin hakkı olan kayıp hazine” olarak gündemleştirmesi, Türkiye karşıtı yayınlara malzeme sunuyor. Araplar Ovaköy’ü Erdoğan’ın hayallerine açılan kapı olarak algılıyor. Kürtler de bunu Kürdistan’ı zayıflatma ve çökertme komplosu olarak görüyor.
Taraflar ilişkilerin yara aldığı bu gidişatı tersine çevirebilir mi? Kürt sorununu çözmeye dönük bir barış girişimi olmadığı, Erdoğan’ın da milliyetçilerle ortaklığı sürdüğü müddetçe operasyonların bitmesi beklenmiyor. Askeri çözümdeki inatçılık Kürt sorunundan sonra bir de Arap sorununu Türkiye’nin önüne getiriyor. Trump yönetiminin Irak’tan Akdeniz’e uzanan hatlarda Türk siyasetindeki atılganlığa yol veren tutumu da önemli bir faktör. Bu açıdan pek çok taraf başkanlık seçimiyle durum değişir mi diye bekliyor.
AL-MONITOR / 16.08.20