Paris’in ezilen ve sömürülen emekçiler ordusu, 1789 Fransız Devrimi’nde feodalizme karşı mücadelede burjuvaziyle birlikte, üzerinde “özgürlük, eşitlik, kardeşlik” yazan üç renkli bayrak altında yürümüşlerdi. Burjuvazi iktidarını kurup sağlamlaştırdıktan sonra, işçi ve emekçilere ihanet ederek onların karşısında konumlandı. Burjuva devriminin işçi ve emekçilerin hiçbir talebine yanıt vermememesi büyük bir öfke ve tepki birikimine yol açtı ve sınıf savaşımının gelişimini hızlandırdı.
Böylece yeni sınıfsal mevzilenmeler, dolayısıyla yeni sınıfsal çatışmalar süreci başladı. Burjuva devrimler döneminden farklı olarak bu süreç, burjuvazi ve proletarya temel eksenine oturdu. 19. yüzyıl, bu çatışmalar üzerinde büyük toplumsal hareketliliklere sahne oldu. Proletarya bu mücadelelerde kendi temel talepleriyle yer alıyor ve öncü rol oynuyordu. Proletarya sınıfsal talepleriyle kendini ifade ettiği her durumda karşısında burjuvaziyi buluyordu. Zira onun talepleri programatik bir ifade kazanamasa da, sömürü ve baskının olmayacağı yeni bir dünya özlemini içeriyordu.
19. yüzyılda Paris sokakları nice direnişlere ve sokak barikatlarına tanıklık etti. Komün’ü önceleyen süreçlerde, 1848-1850’de kıta Avrupa’sı devrimlerle çalkalandı. Ama hepsi de ağır yenilgilerle sonuçlandı. 1848 Haziran ayaklanmasının yenilgisiyle Fransa bunun en ağırını yaşadı. Şubat 1848 Devrimi’nde burjuva cumhuriyetin karşısına toplumsal cumhuriyet bayrağıyla çıkan işçi sınıfı, 1848 Haziran barikatlarında çok daha ağır bedeller ödedi, büyük bir kıyımdan geçirildi. Kıta Avrupası’ndaki devrimci fırtına ancak Parisli işçilerin kahramanca direnişinin ezilmesiyle dindi.
Fakat 1850’li yıllardan itibaren Fransa’da modern sanayi gelişmeye ve Fransız işçi sınıfı giderek toplumda maddi ağırlığını hissettirmeye başlamıştı.
Öte yandan Fransa’da ikinci imparatorluğun bunalımı ağırlaşıyor, iktidarda olan üçüncü Napolyon otoritesini kaybediyordu. Napolyon süreci tersine çevirebilmek için, Prusya’yla yapılacak bir savaşı fırsat olarak kulanmak istedi. Bu amaçla 1870’te Prusya’ya savaş ilan etti. Ne var ki Fransız birlikleri kısa zamanda Prusya ordusu tarafından ezildi. 28 Ocak 1871’de onur kırıcı bir ateşkes anlaşması imzalandı. Bu gelişmeler Fransız halkında öfke patlamasına neden oldu.
Paris’in emekçileri savaşa, açlığa, işsizliğe ve burjuva hükümetin ihanetine karşı Paris sokaklarında isyanı büyütüyordu. 1870 yılı bir dönüm noktası olmuştu. Burjuvazinin kudurganlığı devrimci kalkışmaları ezmiş, ama sınıfın mücadele azmini kıramamıştı. Paris’in “baldırı çıplakları” 1871’de yeniden ama bu kez daha güçlü bir şekilde burjuvazinin karşısına dikilmişlerdi.
Durum bu kez farklıydı. İşçi sınıfı, küçük-burjuva kitleleri de önderliği altında toplamayı başararak kendi kızıl bayrağını yükseltiyordu. İnsanlığın nihai kurtuluşu yolunda atılan ilk görkemli adım olan Komün aracılığıyla proletarya ilk kez kendi hükümetine ve silahlı birliklerine sahip olmuştu. İşçiler 18 Mart’ta silahlı ayaklanmayı başlatmışlar, iktidar Ulusal Muhafız Merkez Komitesi’nin eline geçmişti.
Komün bayrağı dünya cumhuriyetinin bayrağı olarak kabul ediliyordu. Komüncüler sadece Paris’te değil, tüm dünyada emeğin kurtuluşu için mücadele ettiklerine inanıyorlardı. Bundan dolayıdır ki, bir bütün olarak Avrupa burjuvazisi ve onun borazanlığını yapan basın, Komün’e büyük bir nefret ve kin kusuyordu. Zira, nasıl ki Komün emek dünyasının sermaye dünyasına karşı savaşı idiyse, Thiers’in savaşı da sermaye dünyası adına yürütülen bir savaştı. Dolayısıyla burjuva hükümetlerinin ortak saldırısının hedefiydi Komün.
İlk proleter devrim
Komün bir dizi nesnel zorunluluğun ürünü olarak doğdu ve proletarya partisinin önderliğininden yoksun bulunan proletaryanın kendiliğinden bir girişimi oldu.
Tarihte ilk kez sermayeye karşı savaş ilan ediliyor, emeğin kurtuluşu için büyük kahramanlıklar sergilenerek “cennetin fethi”ne girişiliyordu. Burjuvazinin artık yönetemediği ama proletaryanın da henüz yönetecek durumda olmadığı bir dönemde, 18 Mart 1871’de Komün kurulmuştu.
Yine tarihte ilk kez olarak, “eski rejime karşı ayaklanan proletarya, biri ulusal, öbürü toplumsal iki görev birden yüklendi. Fransa’nın Alman istilasından kurtarılması ile, işçilerin kapitalizm boyunduruğundan sosyalist kurtuluşu. Bu iki görevin bir araya gelmesi, Komünün en özgün özelliğini oluştur”uyordu (Lenin, Komün Dersleri). Komün, Alman işgaline karşı mücadeleyi kapitalizme karşı mücadeleyle birleştiriyordu.
1871’in 18 Mart’ı tüm dünyada büyük bir sarsıntı yaratmış, en görkemli devrimlerin başaramadığını toplumsal devrimin ilk öncü savaşcısı olan Paris Komünü başarmıştı. “Sınıflı toplumu tarihe gömecek büyük toplumsal devrimin şafağı” olarak, 72 gün gibi çok kısa bir zaman diliminde kölelik zincirlerini kırıp atmıştı. Komünden önce gerçekleşen tüm devrimler, sınıf egemenliğinin bir aracı olan devlet mekanizmasını devralarak, onu daha da güçlendirmişlerdi. Fakat Komün, egemenlik aracı olan devlet mekanizmasını karşısına almıştı.
Böylece proletarya diktatörlüğünün ilk örneği olan Komün devlete karşı tutumda bir dönüm noktası olmuş ve marksist teorinin zenginleşmesinde önemli bir rol oynamıştır. Komün deneyiminden hareketle çıkartılan ve yayınlanmasından itibaren Komünist Manifesto için yazılan önsözlerde yeni olarak dile getirilen en önemli ilkesel sorunu Marx, “Ama işçi sınıfı devlet makinasını olduğu gibi almak ve onu kendi hesabına işletmekle yetinemez” biçiminde özetliyordu. Bu önemli ders, proletaryanın devlet mekanizmasını ele geçirmekle yetinemeyeceği, onu parçalayıp dağıtması ve yerine kendi devrimci diktatörlüğünü kurması gerektiği idi.
Paris Komünü dünya tarihinin olağanüstü bir olayı idi. İnsanlık tarihinde ilk kez proleter bir devrim gerçekleşmiş, işçi sınıfı iktidarı ele geçirmiş ve 72 gün boyunca onu elinde tutmayı başarmıştı. Böylece kapitalist sistemin ortadan kaldırılabileceğinin, insanın insan tarafından sömürülmesine son verilebileceğinin ve sosyalist bir toplumun kurulabileceğinin pratik kanıtı olmuştu.
Komün, aynı zamanda ve çok önemli bir nokta olarak, proleter devrimin burjuva devlet makinasını parçalama yönündeki ilk büyük tarihsel girişimi olmanın yanı sıra, parçalanmış olan devlet makinasının yerini alabilecek şeyin “nihayet keşfedilmiş bulunan” siyasal biçimi olmuştu.
İktidarı alarak Komün’ü kuran proletarya hemen bir dizi ekonomik ve politik önlem aldı. Bürokrasiye son verdi ve görevlilerin halk tarafından seçilmesini, gerektiğinde seçmenler tarafından görevden alınmasını sağladı. Sürekli ordu dağıtılarak emekçilerin silahlanması gerçekleştirildi. Politik tutukluların serbest bırakılması, kilise ile devlet işlerinin birbirinden ayrılması, eğitimin zorunlu ve parasız hale getirilmesi, Komün yöneticilerinin maaşının işçi ücretlerini aşmaması vb. politik önlemleri; fırın işçilerinin gece çalışmasının yasaklanması, para cezalarının kaldırılması, ipotek satışlarının durdurulması, kira ödemelerinin ertelenmesi, patronları tarafından terk edilmiş fabrikalara işçileri tarafından el konulması vb. ekonomik önlemler tamamlıyordu.
Komün’ün enternasyonal karakteri
Paris Komünü, gerek ilkeleri gerekse toplumsal-politik içeriği ile uluslararası bir harekettir. Daha baştan itibaren kendi bayrağını dünya cumhuriyetinin bayrağı olarak ilan eden Komün, enternasyonal bir karakter taşıyordu. Komün’ün başta gelen sloganı evrensel cumhuriyetti. Saflarında binlerce yabancı savaşçı vardı. Belçika’dan Rusya’ya, İtalya’dan Almanya’ya, Polonya’dan Macaristan’a, Yunanistan’dan İspanya’ya kadar farklı uluslardan binlerce enternasyonal devrimci ve işçi Komün’ü savunmaya gelmiş, onun direktifi altında savaşmışlardı. Bunlardan bazıları Paris milisinin en yüksek askeri komutanları olmuş, bazıları da Çalışma Bakanlığı yapmışlardı. Zira “Komün bayrağı, Dünya Cumhuriyetinin bayrağı”, savaşı da enternasyonal bir savaştı. Komün’ün her alandaki faaliyet ve örgütlenmesinde farklı uluslardan binlerce işçi ve devrimci önemli roller üstlenmişti.
Marx, Komün’ün enternasyonal karakterini şöyle özetliyordu: “Komün, Fransız toplumunun tüm sağlıklı öğelerinin gerçek temsilcisi ve dolayısıyla gerçek ulusal hükümeti olduğu kadar, aynı zamanda, bir işçi hükümeti ve böylece emeğin kurtuluşunun gözü pek bir savunucusu olarak, sözcüğün gerçek anlamında uluslararası bir hükümetti de. İki Fransız eyaletini Almanya’ya katan Prusya ordusunun gözleri önünde, Komün, tüm dünya emekçilerini Fransa’ya katıyordu.” (Fransa’da İç Savaş)
Enternasyonal Genel Konsey de Komün’ü çok yakından izleyip destekledi. Burjuva basın ve hükümetlerin çarpıtma ve karalamalarına karşı yoğun kampanyalar örgütledi. Komün’ün savaşı Enternasyonal’in savaşı, Thiers’in savaşı da tüm Avrupa burjuvazisinin savaşıydı. Emeğin uluslararası örgütsel biçimi olan Enternasyonal’e karşı Avrupa burjuvazisinin saldırısı, emekçiler dünyası tarafından “Yaşasın Komün!” şiarıyla yanıtlanıyordu.
Komün’ün yenilgisi
Marx, erken bir ayaklanmaya girişmemesi için Fransa proletaryasını uyarmıştı. Zira o günkü koşullarda zamansız bir ayaklanma girişimi “umutsuz bir çılgınlık olacaktı.” Fakat işçiler harekete geçtiğinde ve Komün kurulduğunda Marx, “cenneti fethe çıkan” komünarların kahramanlığını büyük bir coşkuyla selamladı ve olanca gücüyle destekledi. Komün savaşçılarına yardımcı oldu, uyarılarda bulundu, zaaflarını eleştirdi. Proleter dünya devriminde ileri atılmış bir adım olan ve düzinelerce programdan daha büyük önem taşıyan bu tarihsel pratiğin deneyimlerinden dersler çıkararak, kendi teorisini gözden geçirmek ve geliştirmek Marx’ın önüne koyduğu temel görev oldu.
İnsanlığın gelecekteki yürüyüşüne yol gösterecek olan, “devlet mekanizmasını ele geçirmekle yetinmeyip onu parçalayan” komünarların savaşı “umutsuz” bir savaştı. Zira yeni bir toplumun doğumunun ilk sancıları, proleter devrimin ilk örneği olan Komün’ün yaşaması için tarihsel-toplumsal koşullar yeterince olgunlaşmamıştı. Dolayısıyla nesnel koşullardaki elverişsizliğin yanı sıra ilk olmanın getirdiği bir dizi zaaf ve yanılgıyla yüz yüze kalmışlardı.
Marx Nisan başlarında Liebknecht’e yazdığı mektupta, Komün’ün zaaflarından dolayı yenilgiye gittiğini söylüyor ve şu değerlendirmeyi yapıyordu: “Parisliler yeniliyor, bu açık, ve kendi kusurları ile, ama bu, en sonu aşırı bir dürüstlükten doğan bir kusur.”
Lenin ise, “parlak bir zaferin meyvelerini iki yanılgı yok etti”, bunlardan biri, “proletarya yarı yolda durdu: Mülksüzleştiricileri mülksüzleştirmeye girişecek yerde, ülkede, ortak bir ulusal görev ile birleşmiş yüce bir adaletin kurulması üzerine düşlere kapıldı... İkinci yanılgı, proletaryanın çok büyük yüce gönüllülüğü oldu” diyordu.
Komünün zaaflarından da yararlanarak zaman kazanan Versay hükümeti, Prusya burjuvazisinin de yardımıyla, 21 Mayıs’tan itibaren Komün’e karşı cepheden saldırıya geçti. Paris, yüz bini aşkın asker tarafından kuşatıldı. Burjuvazinin Komün’e yanıtı, dizginsiz bir terör ve sınırsız bir vahşet oldu. Bir hafta boyunca Paris’te kanlı çarpışmalar yaşandı. Komünarlar olağanüstü bir kararlılık ve cesaret sergileyerek direndiler, barikat barikat savaştılar. 30 bin kadar Parisli öldürüldü, 45 bin kadarı tutuklandı ve birçoğu idam edildi. Binlercesi zindana atıldı ya da sürgüne gönderildi. Paris, en iyi işçi önderlerini ve savaşçılarını kaybetti. Sekizinci günün sonunda komünarlar yenildiler.
Fakat Paris işçileri en son barikatlarına kadar gözüpek kahramanlık örnekleri sergileyerek, kanlarının son damlasına kadar mevzilerini savundular. Burjuvaziyi tarihe gömmeye yetenekli tek sınıf olduğunu ilk kez bu eylemiyle ortaya koyan işçi sınıfı, nesnel ve öznel koşullardaki tüm olumsuzluklara rağmen, Komün’e sonuna dek sahip çıkarak kızıl bayrağı yere düşürmeyen tek sınıf oldu.
Marx ve Lenin’in belirttiği etkenlerin yanı sıra, Paris işçi sınıfının yeterli bilinç ve örgütlülükten ve gerçek bir sınıf partisinden yoksun olması, Komün’de Blankicilerin ve Proudhoncuların etkin olması, Komün örgütlenmesinin ülkenin geneline yayılmaması gibi faktörler Komün’ün yenilgisinde önemli rol oynadı.
Ancak Komün, ardında son derece zengin bir deneyim bırakarak, gelecekteki zaferlerin yolunu açtı. Ekim Devrimi bunun ilk kanıtı oldu.
Yenilse de, “Komün ilkeleri ölümsüzdür ve yok edilemezler; bu ilkeler, işçi sınıfı kurtuluşunu elde edeceği güne değin kendilerini zorla kabul ettirmekten geri kalmayacaklar.”
“Komün savaşçılarının anısı, sadece Fransız işçileri için değil, ama tüm dünya proletaryası için kutludur. Çünkü Komün yerel ve sıkı sıkıya ulusal bir amaç için değil, ama tüm emekçi insanlığın, bütün aşağılanmışların, bütün küçük düşürülmüşlerin kurtuluşu için savaştı. Toplumsal devrimin öncü savaşçısı olan Komün, proletaryanın acı çektiği ve savaştığı her yerde sevgiler kazandı. Yaşam ve ölüm tablosu, dünya başkentini eline geçiren ve iki aydan çok elinde tutan işçi hükümeti imgesi, proletaryanın kahramanca savaşımının ve yenilgiden sonraki acılarının görünüşü, tüm bunlar milyonlarca işçinin ruhunu tutuşturdu, sosyalizme olan umutlarını canlandırdı ve sevgilerini kazandırdı. Paris toplarının gürlemesi, proletaryanın en geri katmanlarını derin uykularından uyandırdı ve sosyalist devrimci propagandaya her yerde yeni bir atılım verdi. Bu nedenle Komün’ün yapıtı ölü değil, şimdiye değin her birimizde yaşadı o. Komünün davası toplumsal devrim davasıdır, emekçilerin bütünsel siyasal ve iktisadi kurtuluş davasıdır, dünya proletaryasının davasıdır. Ve bu anlamda ölümsüzdür” (V. İ. Lenin)
Dolayısıyla, “Paris’teki yazgısı ne olursa olsun o, dünya turu yapacaktır.”