İsrail’in önde gelen kriminal siyasetçisi kabul edilen Binyamin Netanyahu başkanlığında kurulan hükümet en ırkçı, en dinci, en sağcı partiler koalisyonundan oluşuyor. Filistinli gençleri katletmeyi “rutin” bir uygulama hailene getiren bu hükümet, kurulduktan kısa süre sonra yargıyı ele geçirmek için harekete geçti. Netanyahu hükümeti “Yargı reformu” adı altında gündeme getirilen yasal düzenleme ile yargıyı denetim altına almak istedi. Buna tepki olarak başlayan kitle gösterileri 27 Mart Pazartesi günü fiili bir genel greve dönüştü. Bu ise, ırkçı-dinci koalisyonu içinden çıkılması zor bir ikilemle karşı karşıya bıraktı.
Hükümet karşıtı gösterileri organize edenler 29 Mart Çarşamba günü büyük bir gösteriye hazırlandıklarını ilan etmiş, yeni eylem biçimlerine baş vuracaklarını belirtmişlerdi. Ancak, yargı reformuna karşı çıkan Savunma Bakanı Yoav Gallant'ı görevden alan Netanyahu, yangına benzin dökmüş oldu. Çarşamba günü için planlanan büyük eylem Pazartesi kendiliğinden gerçekleşti. Kitlesel gösteriler ve grevler ülkenin dört bir yanına yayıldı.
Irkçı-dinci koalisyon kitle gösterilerinin bu boyuta varmasını beklemiyordu. Zira koalisyon bileşeni faşist zihniyetli politikacıların yaptığı açıklamalar, kendilerini tüm İsraillilere dayatma konusundaki pervasızlıklarını gözler önüne sermişti. Hükümette yer alan bu zihniyetin temsilcileri, Filistin halkının varlığını bile reddediyorlar. Onlara göre Filistin halkı diye bir şey yoktur ve bu İsrail düşmanları tarafından uydurulmuştur. Öte yandan, olmadığını iddia ettikleri bu halkı birkez daha topraklarından sürmek gerektiğini de pişkince söylüyorlar.
İsrail rejimi ırkçılığı ve Yahudi kökten dinciliğini o kadar körükledi ki, geçmişte marjinal olan “aşırı” ön takısıyla anılan partiler iktidara ortak olacak güce ulaştılar. Paçasını kurtarma telaşında olan Netanyahu ise, onlarla anlaşmak konusunda bir sorun yaşamıyor. Ne de olsa ufak bir ton fark dışında tümü de aynı zihniyeti temsil ediyorlar.
***
Irkçı dincilik bu defa sadece Filistin halkı için değil, kendilerinden olmayan diğer Yahudiler için de ciddi bir risk oluşturmaya başladı. İsrail gibi “yamalı bohça” görüntüsü olan bir devlet için bu durum büyük bir açmaz. Saldırgan/yayılmacı bir dış politika izleyen bu devletin iç bütünlüğünü yitirmesi, varlık yokluk tartışmalarını gündeme getiriyor. Nitekim eski İsrail başbakanlarından Naftali Bennett yaşanan kriz için, “İsrail, Yom Kippur Savaşı'ndan bu yana hiç olmadığı kadar büyük bir tehlike altında” yorumunu yaptı. Önceki Başbakan Yair Lapid ise Savunma Bakanı'nı görevden alan Netanyahu için, "İsrail Başbakanı, İsrail Devleti'nin güvenliği için bir tehdittir." ifadelerini kullandı.
Netanyahu bu tür açıklamaları çok umursamıyordu. Ancak kitle hareketinin beklenmedik hızla büyüyüp bir tür fiili genel greve dönüşmesi durumu değiştirdi. Hem Netanyahu’nun partisi Likud hem de koalisyon içinde bir kriz patlak verdi. Zira sokağın gücü öyle bir noktaya ulaştı ki, hükümet geri adım atsa da atmasa da ciddi sorunlarla yüz yüze kaldı. Kendi partisinden olan bakanı görevden alan Netanyahu, geri adım atmaya meyledince, aşırı dinci-ırkçı partiler hükümetten çekilme tehdidinde bulundular.
Bir tür iki ateş arasında kalan Netanyahu, şu veya bu şekilde pes etmek zorunda kalacaktı. İsrail’e özel himaye sağlayan ABD emperyalizmi bu konuda Netanyahu’nun arkasında durmadı. Geniş tepkilere neden olan “yargı reformu” hamlesinin geri çekilmesini istedi. Elbette sorun bundan ibaret değildi. Pazartesi günü birçok iş kolunda greve gidildi. Ancak asıl tehdit İsrail’in en büyük işçi sendikası Hastadrut’tan geldi. Netanyahu'nun düzenlemeyi durdurduğunu açıklamaması halinde en kısa sürede genel greve gidileceğini ilan eden sendika, hükümeti tam bir açmaza düşürdü. Çok sayıda partinden oluşan hükümetin genel grevle desteklenen bir kitle hareketiyle başa çıkması mümkün değildi. Durumu fark eden Netanyahu, hükümet ortaklarından gelen çekiliriz tehditlerine rağmen geri adım atmak zorunda kaldı. Pazartesi akşamı yargı düzenlemesini ertelediğini açıklayan Netanyahu ağır bir hezimet yaşamış oldu.
***
Irkçı-dinci hükümeti oluşturan partiler, gelişen hareketi şiddetle bastırmayı denemeye yatkındır. Ancak İsrail’deki yapı bu konuda aşırıya gidilmesine engel olmuş görünüyor. Zira Filistinlilere karşı terör estirmekte pervasız olan Siyonist rejimin kolluk kuvvetleri, aynısını Yahudilere karşı uygulamaktan kaçındılar. Böyle bir şeye girişselerdi kolluk kuvvetlerinin parçalanması söz konusu olabilirdi. Nitekim daha önce orduda görev yapmayı reddeden yüzlerce subay olduğu, bazı yedek askerlerin de görev yapmayı reddettikleri haberleri basına yansımıştı. Bundan dolayı yer yer çatışmalar yaşansa da polis şiddetini aşırıya götürmekten kaçındıkları gözlendi.
Filistin halkına karşı ırkçı-saldırgan bir politika izleyen Siyonist sistem, Yahudilere kısmen de olsa belli demokratik haklar tanıyor. Bu hakların Yahudilerin de elinden alınmak istenmesine duyulan tepki kitle hareketini tetiklemiş, kısa denebilecek bir zaman diliminde bu boyuta ulaşmasına neden olmuştur. Hareket şimdilik hedefine ulaşmış görünüyor.
***
Netanyahu geri adım attığını duyurduktan sonra kitleler alanları terk etmedi. Dolayısıyla hareket şimdilik hedefine ulaşmış olsa da hemen durulmayabilir. Durulsa bile, Siyonist rejimde oluşan çatlak ortadan kalkmayacaktır. Dolayısıyla ırkçı-dinci hükümetin bu krizi atlatıp atlatamayacağı henüz belli değil. Geri adım atılmasını “anarşiye teslim olmak” sayan partilerin nasıl bir tutum alacağı da henüz netleşmiş değil. Söyledikleri gibi hükümetten çekilirlerse, Netanyahu için kabus senaryosu olur. Zira dokunulmazlık zırhı ortadan kalkacak, bu ise hapsi boylamasına yol açabilir.
Bu arada, büyük bir güce ulaşan kitle hareketinin nasıl bir seyir izleyeceği ise önümüzdeki günlerde belirginleşecektir. Temel talebi şimdilik kabul edilmiş olsa da gücünden aldığı bir özgüvenle, hareketin farklı taleplerle devam etme olasılığı var. Bu arada Netanyahu gibi azgın birine geri adım attırmış olsa da hareketin zayıf yönleri olduğunu da vurgulamak gerekiyor. Örneğin hareket milyonlarca Filistinliyi kapsamadı. Oysa böyle bir tablo yaratılabilseydi hareket hem güçlü bir desteğe sahip olur hem de Siyonist rejimin ırkçı politikalarının sorgulanmasına kapı aralayabilirdi. Ancak hareket her yönüyle sistem içi olduğundan, hükümetin Filistinlileri katletmesine bir itiraz yükseltmedi. Buna karşın İsrail gibi bir ülkede bu kadar kitlesel bir hareketin gelişmesi önem taşıyor. İleriye dönük nasıl bir etki bırakacağını kestirmek zor olsa da gelişen kitle hareketinin İsrail toplumunda aşırı ırkçı ve kökten dincilere karşı ciddi bir tepkinin oluşmasına zemin hazırlama ihtimali yüksektir. Zira yaşanan sorunların yargıda düzenleme yapmanın ötesine giden farklı boyutları da var. Bu ise taraflar arasındaki çatışmanın devam edeceğine işaret ediyor.