Arap ülkelerinin Suriye ile ilişkileri normalleştirme adımları ve Suriye’nin Arap Ligi’ne geri dönmesine yönelik çabalar, bu hafta da Arap dünyasının ön sıralardaki gündemlerinden biriydi.
Uzun bir aradan sonra Suriye Dışişleri Bakanı Faysal El Mikdat’ın Mısır’ın başkenti Kahire’ye yaptığı ziyaret, Arap gazetelerinde Suriye’nin Arap Birliği’ne tekrar dönüşü için önemli bir adım olarak görüldü. Ancak bazı yorumlara göre, Mısır, Suriye’nin tekrar Arap Dünyası’na dönüşü için “ana kapı” olarak görünmek istemiyor. Mısır basınının böylesine önemli bir ziyarete çok fazla yer vermemesine bu kaygı sebep gösteriliyor.
Ancak Mikdat’ın ziyaretinin ne anlama geldiği ve uzun bir aradan sonra gerçekleşmesinden ziyade gündeme damgasını vuran gelişme Suriye Cumhurbaşkanı Esad ile Mısır Cumhurbaşkanı Sisi’nin yakında görüşeceğine dair çıkan haberler oldu. İki lider arasındaki görüşmeyle ilgili gereken adımların atılması için Mısırlı bir heyetin yakında Şam’a gideceği ifade ediliyor.
İsrail nereye?
İsrail’de sular durulmuyor. Aşırı sağcı Netanyahu hükümetinin yargının yetkilerini kısıtlayan düzenlemelerine karşı haftalardır devam eden gösteriler geçtiğimiz günlerde sonuç verdi ve Netanyahu düzenlemeleri askıya aldığını açıkladı. Ancak muhalefet düzenlemelerin tamamen iptal edilmesini istiyor ve bu bağlamda gösterilerine devam ediyor.
İsrail’de uzun süredir devam eden bu kriz ve siyasi gelişmelerin İsrail toplumunda yarattığı kutuplaşma Arap dünyasında “İsrail’deki sitemin gücünün” sorgulanmasını beraberinde getirdi.
Birçok yazar son gelişmelerin İsrail’deki sistemin göründüğü gibi güçlü ve krizleri aşabilecek durumda olmadığını açığa çıkardığını savunurken, İsrailli yetkililerden toplumun bölünmesine yönelik gelen uyarıları örnek gösteriyor. Zira buna dair uyarıların cumhurbaşkanı tarafından bile yapılması ortadaki durumun vahametine işaret ediyor.
'Mısır Suriye’nin Arap Dünyası’na dönüşünün ana kapısı mı?'
Mısır, birçok başkentin Şam'a yönelik açılımlarını, daha önce Suriye'yle olan gizli görüşmeleri açıktan yürütmek ve bölgedeki yeni denklemlerde kendine bir yer edinmek için bir fırsat olarak gördü. Bazı ülkeler Suriye rejimi konusundaki tutumlarını değiştirip, onunla Arap ülkelerinin çıkarları doğrultusunda ilişkilerini iyileştirme ve İran'ın Suriye'deki etkisini zayıflatma yoluna girdi. Bu bağlamda, Kahire de Suriye konusunda marjinal kalmamak için ona yakın duruyor.
Suriye Dışişleri Bakanı Faysal El Mikdat'ın cumartesi günkü Kahire ziyareti, Suriye'nin Arap Birliği'ne dönebilmesi hususundaki görüşmelerde Mısır'ın da taraf olduğunu teyit etmek içindi.
Arap ülkeleri, her ne kadar El Mikdat'ın Kahire ziyaretini, Mısır Dışişleri Bakanı Sameh Şükri'nin geçtiğimiz Şubat ayında meydana gelen yıkıcı depremin ardından Suriye ve Türkiye'yi kapsayan ziyaretine bir karşılık olarak görünse de, müthiş politik bir adım olarak değerlendirdi.
Ancak iki ülke arasındaki işbirliğinin hacmi, Amerika Birleşik Devletleri gibi bazı ülkelerin hesaplarına bağlı kalacağa benziyor. Zira ABD, Şam ile normalleşme adımlarının kendisine karşı bir koza dönüşmesini ve Suriye'yle ilişkileri normalleştirmek adı altında Rusya ve İran'ın bölgedeki etkisinin artmasını istemiyor.
Suriye Dışişleri Bakanının Kahire ziyaretine Mısır basınının ilgisinin nispeten az olması dikkat çekti. Gözlemcilere göre bu durum, ziyarete yönelik beklentileri dizginlemek içindi. Ayrıca Mısır, Suriye'nin Arap Birliği'ne dönüşünün önündeki büyük kapı olarak görünmek ve bu konuda kendisinden önce Şam'ı ziyaret eden Arap devletlerin tepkisini çekmek de istemiyor. (Londra merkezli El Arab Gazetesi)
'İsrail Lübnanlaşıyor mu?'
Arap Baharı olaylarından bu yana, önemli sayıda siyaset araştırmacısı, Princeton Üniversitesi'nde Ortadoğu konusunda uzmanlaşmış ve İngiltere doğumlu bir profesör olan Bernard Lewis'in Foreign Affairs dergisinde yayınlanan ünlü bir makalesini tekrar tekrar gündeme getirdi. 1992 sonbaharında yayınlanan makalenin başlığı oldukça gizemli ve tartışmalıydı: "Ortadoğu üzerine tekrar düşünmek."
Lewis makalesinde, Ortadoğu bölgesindeki Batılı değerleri benimseyen tek demokratik modele yönelik - ki burada kastettiği devlet İsrail'di - tehditleri ve tehlikeleri ayrıntısıyla anlattı ve bu modelin her ne şekilde olursa olsun korunması gerektiğini belirtti.
Lewis'in makalesi, İsrail dışındaki bütün Ortadoğu bölgesinin bir gün Lübnanlaşacağı tahminiyle bitiyor. Zira ona göre, bölgedeki bütün devletler yeni ve suni devletler. Lewis'e göre, söz konusu ülkelerde devleti bir arada tutacak gerçek bir sivil toplum olmadığı ve derin bir ulusal duygu olmadığı göz önüne alındığında, buralarda merkezi gücün zayıflaması durumunda bu ülkelerin kaderinin devletin kurumlarının yavaş yavaş erimesi ve çökmesi olacağını öne sürüyor. Tıpkı Lübnan'da olduğu gibi; kaos, sürekli devam eden çekişmeler, savaşan mezhepler ve aşiretler ve çeşitli parti ve bölgelerin bu savaşlara katılması...
İsrail'de siyasi ortamın tekrar alevlenmesi, radikal sağın şahinlerinin yandaşlarını sokağa çekme tehditleri, ülkenin en büyük sendikasının genel grev çağrısı ve Tel Aviv havaalanının kapatılması gibi gelişmelerden sonra akıllara gelen tek soru şu: Acaba Lewis yaşasaydı bu durum karşısında ne derdi?
Bugün İsrail'de yaşananların, İsrail'in "Lübnanlaşmasının" başlangıcı olduğunu söylemek abartı olabilir. Ancak bu süreç kesinlikle iç durumun kırılganlığını ve siyasi çatışmanın iki tarafı arasındaki büyük uçurumun boyutunu ortaya çıkardı. Ve şu kesin ki, bugün İsrail toplumunu tehdit eden en büyük tehlike İsrail toplumun kendisidir. (Hüseyin Şobakşi / Suudi Şark’ül Evsat Gazetesi)
'İSRAİL BÜYÜK VE GÜÇLÜ BİR DEVLET Mİ YOKSA DEĞİL Mİ'
İsrail bu günlerde kuruluş yıl dönümünü kutlamaya hazırlanıyor. Ancak bu yılki bağımsızlık günü kutlamaları geçen seneki kutlamalardan farklı olarak kendine has bir çıkmazın içinde geçecek. Her zaman için ordusunun gücüyle, halkının devletle olan uyumuyla ve onu baskıcı yönetimlerin egemen olduğu bir bölgenin kalbinde bir demokrasi vahası haline getiren siyasi sisteminin canlılığıyla övünen İsrail, bugün ayakları üzerinde sağlam duramayan ve kendi içinde bölünmüş bir durumda. Ayrıca birkaç ay önce kurulmuş olan hükümeti ise kontrolü kaybetmiş görünüyor ve sokaktaki halk hareketlerini zapt edemiyor. İsrail tarihinde daha önce benzeri görülmemiş bu durumun doğrudan nedeni, hükümetin "yargı reformu" adı altında ülkenin yargı sisteminde yapmayı amaçladığı köklü değişimlerdir. Çok açıktır ki, hükümetin yapmak istediği bu değişiklikler, ülkedeki yüksek yargının yetkilerini tırpanlamak içindir.
İsrail'de birkaç haftadır yaşananlar dikkatli ve geleneksel olmayan bir şekilde okunup değerlendirilmelidir. Bazı kesimlere göre bu yaşananlar, İsrail'deki demokratik sistemin ne kadar güçlü ve kendini yenileyebilen bir sistem olduğunu ve çoğunluğun istibdadını engellediğini göstermektedir. Bu tip geleneksel değerlendirmelere göre, İsrail'in bugün içinde bulunduğu durum geçicidir ve demokratik kurumlar bu krizi aşabilecek durumdadır ve de uygun çözümü bulacaktır. Bu da, ya tarafları ikna edebilecek orta bir yolun bulunmasıyla ya da erken genel seçimlere gidilerek yapılacaktır. Ancak seçimlere gidilirse ve sonuçlar son seçimlere benzer biçimde gelirse bu sefer muhalefet bu değişiklikleri engelleyemeyecektir. Ancak seçim sonuçları tam aksi bir şekilde olursa da, Netanyahu hükümetinin yapmak istediği bu değişikliklerin halk tarafından reddedildiği teyit edilecektir. Bu da, halkın istediğini demokratik yollarla alması anlamına gelecektir. Ancak, buna benzer senaryolar, demokrasinin tam anlamıyla oturmuş olduğu ülkeler için geçerlidir. Radikal ırkçı bir kesimin ülkeyi yönettiği işgalci bir devlet olan İsrail için değil. Radikal ırkçılık ve demokrasi bir ülkede aynı anda barınamaz. İşte İsrail'in içinde bulunduğu çıkmaz tam burada karşımıza çıkmaktadır. Zira bu durum bize aslında İsrail'in görünüşte kontrolü elinde tutan güçlü bir devlet olduğunu ama özünde kırılgan ve çelişkilerle dolu olduğunu gösteriyor. (Hasan Nafia / El Arabi El Cedid Gazetesi)
Gazete Duvar / 03.04.23