İngiltere, bir haftadır ırkçı-faşist hareketin şiddet dalgasıyla sarsılıyor. 29 Temmuz’da altı, yedi ve dokuz yaşlarında üç kız çocuğunun öldürülmesi, faşist “isyanın” gerekçesi diye sunuldu. Failin Müslüman bir sığınmacı olduğuna dair yalan söylentiler ırkçılar tarafından yayıldı ve aşırı sağcılar, ırkçılar ve faşistler sokaklara çağrıldı. Göçmen karşıtı, yabancı düşmanı ırkçı-faşist sürülerin camilere, sığınmacıların konaklama yerlerine, göçmenlerin ev ve iş yerlerine, otellere dönük saldırıları günlerce devam etti. Arabaları ve binaları ateşe verdiler, zaman zaman güvenlik güçleriyle çatıştılar. Çeşitli kentlerde patlak veren ve isyan olarak tanımlanan yabancı düşmanı ırkçı-faşist hareketin, İngiltere’de hangi biçimler alacağı, gerektiğinde sadece yabancılara degil, aynı zamanda sınıf ve emekçi kitlelere karşı nasıl kullanılacağı birkez daha görülmüş oldu.
İngiltere bayraklarını kuşanmış, ırkçı amblemler taşıyan ve kendilerine “Vatanseverler Ordusu” adını veren haydutlar takımı, Müslümanları “tecavüzcü” olarak damgaladı ve “çocuklarımızı kurtarmak için” demagojisine dayanarak sığınmacıların toplu olarak sınır dışı edilmesi çağrısında bulundu. İngiltere’yi adeta kasıp kavuran ırkçı-faşist isyancıların göçmenlere yönelik saldırganlığı ve Nazi selamı verdikleri sahneler, kimi liberal ve burjuva politikacılar tarafında bile “ürkütücü bir uyarı” olarak degerlendirildi. Birleşik Krallık Reform Partisi’inden kimi milletvekilleri ise, ırkçı-faşist haydutları “endişeli İngiliz vatandaşları” olarak savundu. Tıpkı dönemin AKP’li Başbakanı Ahmet Davutoğlu’nun IŞİD canilerini “öfkeli Müslüman gençler” diye tanıtıp savunması gibi.
Müslümanları şeytanlaştıran, göçmenler ve sığınmacıları düşman kabul edip hedef gösteren İngiliz burjuvazisi ve devleti, onun her türden sözcüsü ve temsilcisi olan parti ve akımlar, şimdi ırkçı şiddet karşısında güya “şaşkınlığa” düştüler.
Herkesi şok eden şiddet görüntüleri yaratan haydutlar, günlerdir İngiliz şehirlerinin sokaklarında alenen fiziki saldırılarda bulunuyor, ırkçı sloganlar atıyor, yağmalıyor ve yakıyor. Sığınma evi olarak kullanılan bir oteli ateşe verme girişimi Nazi almanyasını hatırlatan türden bir saldırıydı. Güya “baskı altında olan” polis güçleri, “kanun ve düzenin sağlanacağına” ve “sorumluların cezalandırılacağına” ilişkin “keskin tehditler” savurmanın ötesinde hiç bir şey yapmadı, hükümet ise olayları günlerce adeta “izleyen” durumundaydı. İngiltere’nin düzinelerce kentinde daha büyük ırkçı isyanlar bekleniyordu. Hükümet ve vurucu gücü polis, sığınmacılara başvurularında destek veren hukuk firmaları ve danışma merkezlerinin de hedef alınacağını düşünüyordu. Dolaysıyla polis, ırkçı ve faşistlerin yapacağı yeni ayaklanmalara da “hazırlıklıydı.”
“Nazilere yer yok!”
Ancak beklenenin yerine onbinlerce insan, çarşamba akşamı Londra, Bristol, Liverpool, Sheffield, Hastings ve Brighton başta olmak üzere çeşitli kentlerde ırkçı nefret ve şiddete karşı “Nazilere yer yok!”, “Yoksullar yoksulları suçladığında yalnızca zenginler kazanır!”, “Mülteciler burada hoş karşılanır!” ve “Aşırı sağı ez!” gibi slogan ve pankartlarla sokaklara döküldü. Onbinlerin katıldığı ırkçılık karşıtı gösteriler, sendikalar, anti-faşistler, sol güçler ve ilerici demokratik kurumlar tarafından örgütlendi. “Irkçılığa Karşı Dur” insiyatifine göre, ülke çapında onbinlerce kişi ırkçı-faşist şiddete karşı harekete geçti. Kimi yerlerde ise yüzlerce kişi sığınmacıların kaldığı merkezleri korumak için nöbet tuttu.
Yabancı düşmanlığı, ırkçılık ve faşizmi üreten kapitalizmdir
Geçen haftaki ırkçı-faşist şiddet korkutucuydu ama birdenbire ortaya çıkan bir anlık öfke degildi. Thatcher ile başlayan neo-liberal saldırılar, on yıllar boyunca süren sosyal yıkım programları, sınıf ve emekçilerin sırtına yıkılan ağır faturalar oldu. Toplumda büyüyen eşitsizlik, yoksullaşma ve işsizlik, pahalılık, büyüyen konut sorunu, egitim ve sağlık sistemindeki kötüleşme, enflasyon ve kemer sıkma politikaları, kısacası dağ gibi büyüyen sosyal ve iktisadi sorunlar, işçi ve emekçileri yıkıma sürekledi. Bu sosyal kötülükler emekçileri umutsuzluğa, karamsarlığa ve gelecek kaygısına itti ve onları sosyal yaşamdan dışladı. Dolaysıyla sosyal sınıf ve katmanların saflarında büyük bir hoşnutsuzluk ve öfke birikti. İngiltere burjuvazisinin destekleyip önünü açtığı ırkçı-faşist akımlar, bu huşnutsuzluğu istismar edip, yabancıları ve göçmenleri kötülüklerin sebebi olarak gösterdi. Yaşanan maddi ve manevi yıkımın sorumlusu olarak suçlanan göçmenler, milliyetçiliği ve ırkçılığı geliştirmenin aracı haline getirildi. Böylece bir yandan işçi sınıfı ve emekçi kitleler bölünüp birbirine düşmanlıştırılmakta, öte taraftan da biriken hoşnutsuzluk ve öfke yanlış kanallara akıtılarak kapitalist sınıfın kendisine yönelmesinin önüne geçilmektedir.
İngiltere’de yaşanan ırkçı-faşist kudurganlık, bunun bir tezahürüdür. İngiltere’deki kurumsal ırkçılığın ve faşist hareketin tarihi elbette çok daha eskilere dayanıyor. Ama son yıllarda yabancı düşmanlığı üzerinden körüklenerek güçlendiriliyor ve gelmesi kaçınılmaz olan toplumsal ve sosyal mücadeleleri zayıflatacak karşı-devrimci bir alternatif olarak hazırlanıyor. Toplumda yabancı düşmanı, milliyetçi, ırkçı egilimlerin büyümesi ve faşist akımların-partilerin yükselişe geçmesi, temelde emperyalist politikanın ve kapitalist sömürünün bir sonucudur. Kapitalizmin aşılamayan krizi ve bunun yol yol açtığı toplumsal ve sosyal yıkım, büyüyüp derinleşen sosyal sorunlar, ırkçılığın ve faşizmin güçlenmesine zemin hazırlıyor. Egemen sınıflar, işçi sınıfının ve sömürülen-ezilen emekçi kitlelerin iktisadi, sosyal ve demokratik haklarına karşı saldırganlığı daha da tırmandıracak, bunlara militarizmin ve savaşın faturasını da ekliyor, eklemeye devam edecektir. Dolaysıyla kitlelerin patlayacak öfkesinin hedefi olmamak için yabancı düşmanlığını, aşırı milliyetçiliği ve ırkçılığı kışkırtıyor, faşist akımların tasmasını daha da gevşetiyor.
İngiltere ve Avrupa çapında aşırı sağ ve ırkçı-faşist akımların önü sermaye sınıfı tarafında açılıyor, bu akımlar karşı-devrimci bir alternatif olarak güçlendiriliyor. Komünistlerden, ilerici ve devrimcilerden sonra batı emperyalizminin en büyük ortak düşmanı yabancılar ve göçmenlerdir. Dolaysıyla da egemen sınıf tarafından bütün sosyal kötülüklerin günah geçisi olarak gösterilmektedirler. İngiltere burjuvazisinin yaptığı da budur. İngiltere’deki ırkçı Bağımsızlık Partisi (UKİP), ülkenin en büyük üçüncü partisidir. Almanya’da Almanya için Alternatif (AfD) gibi faşist bir parti, ülkenin en büyük partilerinden biridir. Fransa’da Front National (Ulusal Cephe), ülkenin en büyük güçlerinden biri haline gelmiş bulunuyor. Avusturya’da, ırkçı-faşist Avusturya Özgürlükçüler Partisi (FPÖ), son seçimlerde yüzde 30’lara varan oy desteğine ulaştı. Hollanda’da yapılan parlamento seçimlerinde ırkçı-faşist parti birinci oldu. İtalya’da geçen yıl yapılan seçimlerde Musolin’nin mirasçısı olan faşist parti iktidar oldu. Irkçı-faşist parti ve akımlar Danimarka’da, İsveç’te, Macaristan’da, Slovakya’da, Finlandiya’da ve Polonya’da da güçlenme sürecindeler.
Sınıf mücadelesi dünya çapında olduğu gibi Avrupa’ya da geri dönmüş bulunuyor ve işçi sınıfı hareketi gelişme egilimi gösteriyor. Bunun önüne geçmenin yollarında biri işçi sınıfını bölmek ve ırkçı-faşist hareketlerin büyümesini teşvik etmektir. Öte taraftan da ırkçı dehşet ve şiddetin gündeme geldiği durumlarda “polis önlemlerinin güçlendirilmesi” yoluyla demokratik hak ve özgürlüklere yönelik yeni saldırılar gündeme gelmektedir.
İniltere’deki Keir Starmer hükümeti, her türlü şiddete müdahale etmek ve yaşanmakta olan aşırı sağa karşı mücadele etmek için 6 bin uzman polisten oluşan sözde “daimi ordu” oluşturduğunu duyurdu. İngiliz hükümeti, ırkçı şiddeti vesile ederek “şiddet içeren ayaklanmalarla mücadele etmek” hedefiyle yeni bir polis devleti önlemlerini uygulamaya çalışıyor. Günler boyunca süren faşist “isyanı” izleyenler, bunu baskı aygıtlarını güçlendirmenin, siyasal özgürlükleri daha da tırpanlamanın fırsatına çevirmek istiyor. Asıl hedef ise ilerici toplumsal muhalefet ve sosyal mücadeleler, anti-faşist ve devrimci güçlerdir. Irkçı-faşist tırmanışı durdurmanın da gerici baskıları püskürtmenin de yolu anti-faşist, anti-kapitalist mücadelenin güçlendirilmesinden geçmektedir.