İkinci Enternasyonal üzerine

Sosyalist işçi hareketinin onyılları bulan dönemine damgasını vuran İkinci Enternasyonal, işçi ve emekçi kitle hareketinin yaygınlaşmasında büyük bir rol oynamış, milyonlarca işçi ve emekçiyi sosyalizm bayrağı altında toplamıştır. Fakat barışçıl bir gelişme döneminin yasal örgütleri olarak parlamenter yöntemlerle çalışan İkinci Enternasyonal partilerinin, bu süreç içinde, burjuva yasallığı ve parlamentarizm zemininde bozulup yozlaştıkları açığa çıktı ve savaş yaşanan çürümeyi belgeledi.

  • Kızıl Bayrak yazıları
  • |
  • Dünya
  • |
  • 18 Temmuz 2020
  • 08:02

Lenin’in ifadesiyle “proletaryanın sosyalizm uğruna uluslararası mücadelesinin temellerini atan” Birinci Enternasyonal, Marx ve Engels’in aktif katılımıyla kurulan dünya işçi sınıfının enternasyonal düzeydeki ilk örgütlenmesiydi. İşçi sınıfının iktidarı ele geçirme yönündeki ilk kahramanca girişimi olan Paris Komünü’nün bastırılmasının ardından, 1870’lerde feshedildi.    

Birinci Enternasyonal’in çözülüp dağılması ile İkinci Enternasyonal’in kuruluşu arasında geçen süre içinde Avrupa ve Kuzey Amerika’da, en etkili ve en güçlü olanı Alman Sosyal Demokrat Parti başta olmak üzere birçok ülkede sosyal demokrat partiler kuruldu. Zira sözkonusu dönemde özellikle kıta Avrupa’sında sanayi hızla gelişiyor, buna bağlı olarak işçi sınıfı safları giderek genişliyor, sınıfın örgütlenme ve mücadelesi yükseliyordu. Bunun ürünü ve ifadesi olarak hemen her ülkede işçi partileri kuruluyordu.

İkinci Enternasyonal, Marksizmi temel alan ve geniş işçi tabanı üzerine oturan sosyal demokrat partilerin bileşimiyle 20 ülkede dört yüzü aşkın delegenin katılımıyla 1889’da Paris’te kuruluş kongresini topladı. Kongreye gelen delegelerin ezici ağırlığını Fransız ve Alman delegeler oluşturuyordu. Onları İngiliz, Belçika, Avusturya ve Rus delegeleri izliyordu. Hollanda, İsveç, Norveç, İsviçre, Danimarka, Polonya, Romanya, İtalya, Macaristan, İspanya, Portekiz ve Bulgaristan delegasyonları da kongreye katılmışlardı. ABD, Arjantin ve Finlandiya delegeleri ise gözlemci olarak bulunuyorlardı. August Bebel ve Wilhelm Liebknecht gibi etkili ve itibarlı önderlerin örgütlenme komitesinde yer aldığı İkinci Enternasyonal, onlarca ülkeden milyonlarca üyeyi kapsayan bir birlikti ve kapitalizmin görece barışçıl gelişme döneminin ürünüydü.

Bu görece barışçıl gelişme dönemi, daha çok Avrupa ve Kuzey Amerika’da sürekli büyüyen uluslararası işçi hareketinin sakin ve barışçıl bir gelişme sürecinin nesnel zemini oldu. Dönemin sosyalist işçi partileri yasal ve ulusal bir çerçevede parlamento ve sendikal gibi araçlarla ve buna denk düşen yöntemlerle barışçıl mücadele yürütüyorlardı.

İkinci Enternasyonal’in hemen tüm partileri büyük işçi kitlelerine dayanan güçlü partilerdi. En güçlüsü olan Alman SPD’si parlamenter başarılarıyla göz kamaştırıyordu. 1893’ten itibaren seçimlerde oylarını sürekli olarak yükselten, 1903 seçimlerinde üç milyondan fazla oy alarak Alman parlamentosuna 81 milletvekili yollamayı başaran Almanya Sosyal Demokrat Parti, dönemin marksist otoritesi kabul edilen Karl Kautsky’nin yanı sıra Karl Liebknecht, Rosa Luxemburg ve August Bebel gibi etkili önderlere-teorisyenlere sahipti. Tüm bu özellikleriyle İkinci Enternasyonal’in tartışmasız lideriydi. İşçi sınıfı hareketinin gelişmesinin de bir sonucu olarak enternasyonalin üye partileri, dolayısıyla enternasyonal gelişip güçleniyordu. Birinci emperyalist dünya savaşının öngünlerinde İkinci Enternasyonal, 22 ülkeden yaklaşık 12 milyon seçmene sahip 27 sosyalist ve işçi partisini kapsayan devasa bir güce ulaşmıştı.

Utanç verici tarihsel ihanet ve çöküş

İkinci Enternasyonal’in tartışmasız önderi olan Alman Sosyal Demokrat Partisi, uluslararası işçi sınıfı hareketine ihanet etmenin de öncüsü oldu. Bu kendini çıplak bir şekilde birinci emperyalist paylaşım savaşı sürecinde gösterdi. 20. yüzyıla giriş, kapitalizmin barışçıl gelişme evresinin sonunu ve emperyalizm çağına geçişi işaretledi. Karl Kautsky başta olmak üzere İkinci Enternasyonal’in teorik otoriteleri, bu çağın ortaya çıkardığı yeni sorunları başarılı bir biçimde tespit ederek, barışçıl gelişme döneminin son bulduğunu, kapitalizmin bir savaşlar ve devrimler dönemine girdiğini ilan ettiler.

Sürekli güçlenen militarizm ve büyüyen emperyalist savaş tehlikesi, İkinci Enternasyonal kongrelerinin temel gündemleri arasındaydı.1907’de toplanan Stuttgart Kongresi, militarizme karşı mücadelenin sosyalizm mücadelesinden ayrı ele alınamayacağını belirtiyor, emperyalist savaşların kapitalizmin doğasından kaynaklandığının ve emperyalistler arasındaki rekabetin ürünü olduğunun altını çiziyordu. Kasım 1912’de İsviçre’nin Basel kentinde toplanan Kongre ise, tüm çabalara rağmen önlenememesi durumunda, patlak verecek savaşın yol açacağı ekonomik ve politik krizden devrim için yararlanmaya çalışmak ve kapitalist sınıf egemenliğinin kaldırılmasını hızlandırmak görevlerini saptıyordu.

Özetle İkinci Enternasyonal’in Stuttgart ve Basel Kongreleri kapıya dayanmakta olan dünya savaşına karşı izlenecek mücadele çizgisini tartışmış ve enternasyonalist tutumun ne olması gerektiğini karara bağlayan bir tutum almıştı.

“İşte bu enternasyonal, kuramcıları bir devrimler çağını önceden görüp ilan eden, kongreleri yeni bir tarihsel dönemi başlatacak olayı, emperyalist dünya savaşını, onun anlamını ve sonuçlarını, oldukça doğru bir biçimde saptayan o görkemli İkinci Enternasyonal, önden haber verdiği savaşın ilan edildiği günlerde, bir anda ve bütünüyle iflas etti ve çöktü. İkinci Enternasyonal’in en güçlü ve saygın üyesi olan Alman Sosyal-Demokrat Partisi (SPD) parlamento grubunun 4 Ağustos 1914 günü Reichtag’da savaş kredileri lehinde oy vermesi, tarihsel olarak bu çöküşü ve iflası sembolize eder. (...)” (H. Fırat, Komintern Üzerine Değerlendirmeler, Ekimler, Sayı:1, Mart 1992)

Emperyalist paylaşım savaşı, Lenin’in ifadesiyle, “bütün örtüleri yırtmış, geleneksel olan her şeyi süpürüp atmış, çoktan olgunlaşmış olan çıbanı patlatmış ve oportünizmi gerçek rolünde, burjuvazinin müttefiki olarak göstermiş'” oldu. Dolayısıyla, tarihsel anlamı ve önemi milyonlarca proleteri sosyalizm bayrağı altında örgütlemiş olmaktan gelen İkinci Enternasyonal, devrimci işçi hareketine tarihin en büyük ihanetini yaşatmış oldu.

Rosa Luxemburg, kendi partisinin, SPD’nin savaş kredileri lehinde oy vermesi karşısındaki tepkisini Alman sosyal-demokrasisini artık “kokmuş bir ceset” olduğunu söyleyerek ortaya koymuştu.

“Fakat 4 Ağustos’u izleyen günlerin ardında, ezici bir çoğunluğu ile aslında bizzat İkinci Enternasyonal’in kokmuş bir ceset olduğu anlaşılacaktı. Emperyalist savaş bunun açığa çıkışına yalnızca bir vesile olmuştu... Marksist-leninistler, genel olarak ilerici devrim tarihçileri, 4 Ağustos 1914’te simgelenen çöküşü, İkinci Enternasyonal’in gerçek politikalarında ani bir dönüş değil, doğal bir sonuç olarak değerlendirirler.” (H. Fırat, agy)

Ani bir dönüş değil, bir evrimin doğal bir sonucu olan bu büyük ihanetin iktisadi, siyasal ve tarihsel temellerini tahlil eden Lenin, “Her bunalım gibi savaş da ,... bütün kokuşmuş, soysuzlaşmış otoritelerin burnunu kırarak, kökü derinlerde olan karşıtlıkları ağırlaştırmış, yüzeye çıkarmıştır”  demekte ve “II. Enternasyonal’in çöküşü, en açık ifadesini, Avrupa’nın resmi sosyal-demokrat partilerinin çoğunluğunun kendi inançlarına ve resmi Stuttgart ve Basel kararlarına korkunç ihanetlerinde bulmuştur. Fakat oportünizmin tam zaferi, sosyal-demokrat partilerin ulusal-liberal işçi partilerine dönüşmesi anlamına gelen bu çöküş, sadece, II. Enternasyonal’in bütün tarihsel döneminin, 19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başlangıcının sonucudur. Batı Avrupa’da burjuva ve ulusal devrimlerin kapanması ve sosyalist devrimlerin başlamasına geçiş dönemi olan bu dönemin nesnel koşulları oportünizmi yaratmış ve beslemiştir.” tespitinde bulunmaktadır.  

Emperyalist savaş, kapitalizmin nispeten barışçıl gelişme döneminin ürünü olan örgütlü sosyalist hareketin gerçek yapısını ve niteliğini açığa çıkarmada tayin edici bir rol oynadı ve enternasyonal şahsında çürümüşlüğünü açığa çıkardı. İkinci Enternasyonal çöktüğünde, bünyesindeki büyük partilerin oportünist ve sosyal-şoven kimlikleri ortaya çıktı. Çüremenin başını çeken SPD’de devrimci enternasyonalin bayrağını ise Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht yükseltiyordu.

Lenin’in önderliğindeki Bolşevik Partisi ise emperyalist savaşı burjuvaziye karşı iç savaşa dönüştürme politikası izleyerek net bir devrimci tutum almış, savaşa sürüklenen işçilerin silahlarını sınıf kardeşlerine değil kendi burjuvalarına yöneltmeleri gerektiğini savunarak, “Emperyalist savaşa karşı iç savaş” bayrağını yükseltmişti. Böylece Ekim Devrimi muzaffer kılınmıştı. Tam da bu sayede, İkinci Enternasyonal partilerinin ağır ihanetine rağmen işçi sınıfının uluslararası kurtuluş davasının büyük bir prestij ve zafer kazanmasının haklı onurunu taşımışlardı.

Proleter devrimi somut bir tarihsel gerçeklik haline getiren Ekim Devrimi, çürümüş İkinci Enternasyonal’e de öldürücü darbeyi vurmuş oldu. Emperyalist savaşta “anavatan savunması” bahanesiyle kendi burjuvazilerinin yanında saf tutan tüm oportünist ve şoven temsilciler, Ekim Devrimi’nin ve onun ivmelendirdiği devrimci süreçlerin karşısına dikilerek toplumsal devrimin karşısında konumlandılar.

Sosyalist işçi hareketinin onyılları bulan dönemine damgasını vuran İkinci Enternasyonal, işçi ve emekçi kitle hareketinin yaygınlaşmasında büyük bir rol oynamış, milyonlarca işçi ve emekçiyi sosyalizm bayrağı altında toplamıştır. Fakat barışçıl bir gelişme döneminin yasal örgütleri olarak parlamenter yöntemlerle çalışan İkinci Enternasyonal partilerinin, bu süreç içinde, burjuva yasallığı ve parlamentarizm zemininde bozulup yozlaştıkları açığa çıktı ve savaş yaşanan çürümeyi belgeledi.

İkinci Enternasyonal’in utanç verici ihaneti ve çöküşü ve Ekim Devrimi’nin zaferi, uluslararası proletaryanın devrimci mücadelesi açısından yeni bir enternasyonalin kurulmasını zorunlu kılıyordu. Lenin önderliğindeki Bolşevikler, yeni bir enternasyonalin öncülüğünü omuzladılar. Ocak 1919’da Moskova’da toplanan Rusya, Polonya, Macaristan, Almanya, Avusturya, Letonya, Finlandiya partileri ve Amerikan Sosyalist İşçi Partisi, Üçüncü Enternasyonal’i kurmak için bir dünya kongresi çağrısında bulundular. Dünya devrimi çağrısının yapıldığı bu dönemde Almanya, Avusturya, Macaristan ve İtalya’da devrim dalgası yükseliyordu. Dolayısıyla Üçüncü Enternasyonal, toplumsal devrimler çağının ilk büyük devrimci dalgasının dolaysız ürünü olarak nesnel bir ihtiyaçtı.

Farklı tarihsel dönemlerin ve uluslararası işçi sınıfı hareketinin farklı gelişme düzeylerinin ürünü olan üç ayrı enternasyonal hakkında Lenin’in özlü değerlendirmesi şöyledir:

Birinci Enternasyonal, proletaryanın sosyalizm uğruna uluslararası mücadelesinin temellerini attı. İkinci Enternasyonal birçok ülkede yaygın kitle hareketlerinin zeminini oluşturma evresiydi. Üçüncü Enternasyonal ise İkinci Enternasyonal’in çabalarının semeresini toplayarak, oportünist, sosyal şovenist, burjuva ve küçük-burjuva çöpleri ayıklamış ve proletarya diktatörlüğünü kurmak üzere yola koyulmuştur.”

Proletarya devrimi için “yola koyulanlar”ın önünde duran temel görev ve sorumluluk, sınıfı ve emekçi kitleleri sosyalizmin bayrağı altında toplamak, işçi sınıfının devrimci programını maddi bir güce dönüştürmektir.