19 Şubat 2020’de, 9 göçmen kökenli gencin bir ırkçı faşist tarafından Hanau’da katledilmesinin üzerinden bir yıl geçti.
Hanau katliamı 1. yılında Almanya çapında yaygın ve kitlesel protestolara sahne oldu. Başta anti-faşist güçler olmak üzere toplumun hemen her kesimi, sokak gösterileri, basın açıklamaları, bildiriler, tartışma programları, paneller, röportajlar, resimler, grafitiler, mezar ziyaretleri ve daha onlarca çeşit araçla tepkisini ortaya koydu.
Devlet ve hükümet temsilcileri, siyasi partiler, kitle örgütleri, kiliseler, camiler, çeşitli azınlık topluluklarının temsilcileri, sanatçılar, futbol kulüpleri ve hatta faşist parti AfD’ye kadar uzanan çok geniş bir yelpazeden çeşitli kesimler kendi meşreplerine denk düşen tepkilerle sürece dahil oldular. Mesela “Eintracht Frankfurt” futbol takımının Bayern Münih takımıyla yaptığı maça katledilen gençlerin tişörtleriyle çıkması oldukça dikkat çekti.
Katliamın yıldönümünde, başta büyük kentler olmak üzere, Almanya’nın hemen her kentinde protesto gösterileri yapıldı. En büyüğü başkent Berlin’de (10 bin kişi) olmak üzere, ülke çapında on binlerce kişi ırkçılığı ve faşist katliamları protesto etti.
Düzen partileri, sendika bürokrasisi ve bazı pespaye reformist çevrelerin eylemleri hariç, özellikle anti-faşist ve devrimci gençlik çevrelerinin organize ettiği eylemlerde, devletin ve polisin ırkçı-faşist saldırılardan sorumlu tutulması, taşınan pankartlarda ve atılan sloganlarda açıktan hedef alınması son derece dikkate değerdir.
Hanau katliamı Almanya’da gerçekleşen ilk katliam değil kuşkusuz. Bundan önce de değişik yer ve tarihlerde, onlarca katliam oldu bu ülkede. Bunlardan kimisi Hanau benzeri toplu katliamlardı. Fakat denebilir ki bunlardan hiçbiri Hanau katliamı kadar geniş ve yaygın bir tepkiye konu olmadı. Bu açıdan bakıldığında, Hanau katliamının kimi sosyolojik ve politik ayırt edici yanlarının üzerinde durmak gerekiyor.
Hanau’da katledilenler her şeyden önce genç insanlardı. Bu gençler bu ülkede doğup büyümüş, burada okula gitmiş, burada meslek yapmış veya burada okumaya devam eden gençlerdi. Yine bu gençler sadece belli bir inanç grubuna veya belli bir ulusa ait değil, aksine çok çeşitli ulusal kökene sahip gençlerdi. Bu karma durum, ırkçılık karşıtı cepheyi genişleten bir rol oynadı. Bunların aileleri de on yıllardır Almanya’da yerleşik olan, çalışan ailelerdir. Yani Hanau’da hedef alınanlar, daha öncekilerden farklı olarak çok kolayından “yabancı” olarak damgalanabilecek türden insanlar değillerdi. Bu açıdan Hanau’da hedef olanlar, gerek NSU’nun hedefi olan kişilerden veya başka faşist odakların saldırılarına maruz kalan mülteci yurtlarından epeyce farklılık arz ediyor.
Buradan bakıldığında, anne ve babalarının farklı ülkelerden gelmiş olması hariç, özellikle burada doğup büyüyen ve her şeyiyle kendini buralı olarak hisseden genç kuşaklar haklı olarak saldırıyı kendilerine yapılmış olarak algıladılar. Bu yüzdendir ki, katliamda parmağı olduğuna dair hakkında ciddi iddialar bulunan katilin babası, bu gençleri “vahşi yabancılar” olarak niteleme gereği duydu. Olaydan sonra katil oğlunun silahını geri isteme pervasızlığında bile bulunan babaya karşı Alman devleti, yoğun tepkiler üzerine yakın zamanda nihayet bir soruşturma başlattı.
Yine katledilenlerin ve ailelerin hepsinin aynı kentte olması katliamı unutturmama çabasında önemli bir rol oynadı. Olaydan kısa süre sonra kentteki yerli, Türkiyeli ve başka uluslardan demokratik kitle örgütlerinin de yardımıyla “19 Şubat İnisiyatifi” adlı bir oluşuma gidildi. Ailelerin olaya politik olarak yaklaşmasında ve hesap sorucu bir hatta ilerlemesinde bu inisiyatifin rolü yadsınamaz. Bu ailelerden bazılarının Türkiyeli ve Kürdistanlı bazı devrimci-demokrat kesimlere yakın olması, diğer ailelerin de politize olmasında önemli bir rol oynadı.
Bütün bu ayıt edici yanlar bir yana, Hanau aynı zamanda bir birikimin ürünüdür. Bu birikim Almanya’nın değişmeyen gündemi olan ırkçı saldırıların aralıksız sürmesinin yarattığı bir öfke ve tepki birikimidir. Toplumda ciddi bir infial yaratan NSU cinayetlerinde, tüm kanıtlara rağmen devletin rolünü gizlemesi ve olayı üç kişinin üzerine yıkarak işin içinden sıyrılması ciddi tepkilere yol açtı. Ardından CDU’lu Kassel valisi Walter Lübcke’nin katledilmesi, faşist saldırıların burjuva politikacıları bile hedef alacak kadar kontrolden çıktığını gösterdi. Bu olayın ardından Alman devleti dar bir kesimle sınırlı da kalsa bazı faşistleri tutuklamak zorunda kaldı ve Almanya’da ilk kez “sağcı terör”den bahsedilmeye başlandı.
Lübcke cinayetini, polis, ordu ve istihbarat örgütlerinin içinde faşist-neonazi oluşumlarla ilgili ardı ardına patlak veren skandallar serisi izledi. Alman devletinin bu oluşumlara yaklaşımı da ayrı bir skandal oldu. Ciddi yaptırımlara gidilmediği gibi, açılan davalar da sürüncemede bırakılarak unutturuldu. Bu arada ülkedeki onlarca politikacı, yazar, sanatçı veya tanınmış muhalif insana, kimileri doğrudan polis bilgisayarlarından çıkmış onlarca NSU imzalı tehdit mektupları yollanmaya devam edildi.
Arada George Floyd olayı üzerinden ırkçılık ve polis şiddetine karşı gelişen kitlesel eylemler gerçekleşti. Ardından George Floyd benzeri, özellikle yabancıları hedef alan ve gittikçe tırmanan çok sayıda polis şiddeti örnekleri yaşandı. İşte Hanau katliamının 1. yılında ortaya çıkan yaygın tepki ve öfkeyi, bütün bu yaşananların doruğu ve patlama noktası olarak okumak yanlış olmayacaktır.
Gelişen bu nesnel durumun yarattığı elverişli zemin bir yana, yine de Hanau şahsında, ırkçı-faşist saldırılar konusunda yaratılan farkındalık, duyarlılık ve bilinç açıklığında, başta aileler olmak üzere anti-faşist, devrimci-demokrat kesimlerin çabalarının değeri hiçbir şekilde küçümsenemez. Daha katliamın 6. ayında, konunun kamuoyunun gündemine taşınması için ciddi bir çaba sarf edildi. Çeşitli propaganda araçları ve yöntemleriyle sürdürülen bu çaba 1. yıla taşınarak, olayın tüm ülkenin birinci gündemi haline getirilmesi başarıldı.
Alman sermaye devleti yaratılan bu duyarlılığa kayıtsız kalamadı. Burjuvazi bu durumlarda ya tepkileri bastırma yoluna gider ya da sahip çıkıyormuş gibi yaparak tepkileri yatıştırmaya, özünü boşaltmaya ve bilinçleri bulandırmaya çalışır. Alman devleti ikincisini tercih etmeyi konjonktürel çıkarlarına daha uygun gördü. Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier, yanına Hessen İçişleri Bakanı ile bazı eski futbolcuları da alarak Hanau’ya çıkarma yaptı. Steinmeier, ailelerin de katıldığı anma töreninde, devletin hatasız olmadığını, karanlık noktaları aydınlatmakla yükümlü olduğunu, katledilenleri koruyamadıkları için üzgün olduğunu vb.ni içeren demagojik söylemlerle tepkileri yumuşatmaya çalıştı. Biraz da yürütmenin doğrudan sorumlusu olmamanın rahatlığıyla konuşan Steinmeier, yaptığı ikiyüzlü ve samimiyetten yoksun açıklamalarla devlete ve polise karşı oluşan güvensizliği giderme çabası içerisine girdi. Yani tam anlamıyla günah çıkardı.
Fakat onlar ne derlerse desinler, bu demagojik açıklamalar onların günahlarını affettirmeye yetmeyecektir. Artık gün geçtikçe daha fazla işçi ve emekçi, ırkçılığın ve faşist hareketlerin, onların dört elle sarıldıkları kapitalist düzenlerinin ürünü olduğunu biliyor. Hanau katliamının birinci yılında meydanlara çıkan binlerce gencin polise ve devlete yönelik öfkeli sloganları bunu gösteriyor. Gençliğin kabından taşan bu öfkesi, ırkçılığın ve faşizmin yeşerdiği kapitalist sistemin gerçek mezar kazıcısı olan işçi sınıfı mücadelesiyle birleştiğinde, Steinmeierler onların karşısına demagoji yapmak için bile çıkamayacaklar.