Ukrayna savaşından dolayı Avrupa için Rusya’dan sağlan enerjinin neredeyse devre dışı kalması, Avrupa’yı ve Rusya’ya karşı savaşın diğer bileşenlerini yeni arayışlara itti.
Dikkatler öteden beri emperyalist devletler ve uluslararası şirketlerin üzerinde çekiştiği Doğu Akdeniz’de yoğunlaştı.
Daha önce yapılan araştırmalarda Kıbrıs, Lübnan, Suriye ve İsrail arasında kalan ve Levant Havzası adı verilen bölgede toplamında 1,7 milyar varillik iki petrol rezervinin yanı sıra, 3,45 trilyon metreküplük doğalgaz rezervinin olduğu biliniyor.
Doğu Akdeniz, zengin doğalgaz rezervlerinin keşfinden bu yana emperyalist devletlerin, işgalcilerin ve çok uluslu şirketlerin çıkar çatışmalarının merkezi olmaya devam ediyor. Bu çatışma ve çekişmeler savaş nedeniyle ağırlaşan enerji kriziyle birlikte daha da derinleşti.
Bölgede ekim başında ABD’nin arabuluculuğuyla dengeleri değiştirecek yeni bir adım daha atıldı ve Lübnan’la İsrail arasında “deniz yetki alanlarını belirleyen” bir uzlaşıya varıldı.
Bu uzlaşı her iki ülkenin parlamentolarından onay alırsa, bölgede doğalgaz aramaları hız kazanmakla kalmayacak, kartlar yeniden karılacak ve dengeler değişecek.
Bu uzlaşıyla birlikte İsrail ve Hizbullah arasındaki müzakereler sonuçsuz kalsa bile, “şirketlerin doğalgaz arama-çıkarma çalışmalarını dokunulmaz kılacak” deniliyor.
Analistler “İsrail’in güvenliğinin arttırılacağını, Lübnan’ın da yaşamakta olduğu mali krizden kurtulması için hareket alanı sağlayacağı” değerlendirmesine ek olarak, “Ukrayna’daki savaş nedeniyle Avrupa’nın yaşadığı enerji krizini aşması için, yeni bir potansiyel tedarikçiye kavuşması umuluyor” yorumu yapıyorlar.
Lübnan Cumhurbaşkanı Michel Aoun’un 11 Ekim’de yaptığı açıklamada, “Taslak anlaşma Lübnan’ı tatmin etmiş ve taleplerini karşılamıştır. Doğal kaynaklar üzerindeki haklarımızı güvenceye almıştır” değerlendirmesinde bulundu.
Eşzamanlı olarak İsrail Başbakanı Yair Lapid’den, “Bu, İsrail’in güvenliğini sağlamlaştıracak, İsrail ekonomisine milyarlarca dolar kazandıracak ve kuzey sınırında istikrarı sağlayacak tarihi bir başarıdır” açıklaması geldi.
Oyunun kurucusu ABD ve Başkanı Joe Biden sözü geçen anlaşmayı “Orta Doğu için tarihi bir adım ve bölgede istikrarın ve refahın sağlanması için zemin hazırlıyor ve dünya için hayati önem taşıyan yeni enerji kaynaklarını kullanıma açıyor” dedi.
Ne var ki, bölgenin refahına, istikrarına ve hatta dünya için hayati önem taşıyan bu tarihi adımın iki öznesi olan Lübnan ve İsrail arasında diplomatik bir ilişki bile bulunmuyor.
Bu nedenle ABD’nin arabuluculuğunda ve garantörlüğünde yapılan anlaşma, doğrudan taraflar arasında değil, biri İsrail ve ABD arasında, diğeri de ABD ve Lübnan arasında olmak üzere iki ayrı anlaşmayla kayıt altına alınacak.
Bu “tarihi adım” İsrail’in saldırganlığını dizginleyecek mi?
İsrail, 1982-2000 yılları arasında güney Lübnan’da bazı bölgeleri işgal etti. 2006 yılında Lübnan’a saldıran İsrail, bu savaşta binlerce insanın ölümüne sebep olmakla birlikte İran destekli Hizbullah’tan iyi bir tokat yedi ve ağır bir yenilgi tattı.
Akabinde ABD’nin bölge jandarması ve terör devleti İsrail elbette ki saldırganlığına devam etti ve hala da etmektedir.
Bu nedenledir ki özneler dahil tüm taraflar, “Hiçbirimiz bu anlaşmanın bir barış anlaşması olduğu yanılgısına kapılmıyoruz” demek durumunda kalıyorlar.
Anlaşmanın detaylarına bakıldığında İsrail’in Doğu Akdeniz’de “Hizbullah korkusu” çekmeden sondaj yapmak ve doğalgaz çıkarmak için rahat hareket etme serbestliği elde ettiği anlaşılıyor.
Anlaşmada her iki ülkenin kaynak çıkarma konusunda “tek yetkili” olduğu yerler belirleniyor.
Detaylarda Lübnan-İsrail ile kıyılarının kesiştiği noktada bulunan yaklaşık 5 kilometre genişliğindeki sahada İsrail’in kontrolü tanınıyor. Söz konusu bu bölgenin en zengin doğalgaz yataklarına sahip olduğu söyleniyor. İsrail de Lübnan’ın bu “jestine” karşılık, aslında Lübnan’a ait olan ama İsrail saldırganlığından dolayı ihtilaflı durumda olan bir doğalgaz sahasında “sondaj yapma hakkı” vermiş.
ABD’nin garantörlüğünde varılan bu anlaşmada İsrail’e doğalgaz kaynaklarının nerdeyse hepsi tahsis edilmiş, Hizbullah’a da “sus payı” verilmiş görünüyor.
Hizbullah, kendisine reva görülen bu “sus payı” ile uzun süre susar mı bilinmez ama, bir taraftan İsrail saldırganlığı, diğer taraftan açlık, yokluk ve yoksulluğun ağır yükünü omuzlayan Lübnan-Filistin ve bölge halklarının susturulamayacağı, susmayacağı kesin.