Askerî Elektronik Sanayi’nin (ASELSAN) Katar’a satıldığı iddialarının ortada dolaştığı ve Erdoğan’ın Körfez ülkelerine yönelik açılımının tartışıldığı bir dönemde; Körfez İşbirliği Konferansı (KİK) üyesi ülkelerin dış politikalarında ve diğer yandan Türkiye ile ilişkilerinde farklılaşan yönelimleri Arap dünyasında önemli bir yer işgal ediyor. Sahadan gelen veriler bu politik farklılaşma konusunda somut veriler sunuyor.
Erdoğan’ın körfezde en büyük müttefiki Katar’dan başlayalım. Bilindiği üzere yakın zamanda kalabalık bir heyetle bu ülke ziyaret edilmiş ve 15 anlaşmanın imzalandığı duyurulmuştu. Daha önce Katar’a Tank Palet fabrikasının yanı sıra Borsa İstanbul’un önemli bir hissesi ve daha birçok alanda yaptığı satın almalarda özel bir imtiyaz tanınmıştı. En son Türkiye’nin Askeri alandaki en önemli tesisi Aselsan’ın yine Katar’a satıldığı iddiaları Meclise taşınmış durumda.
Erdoğan’ın müttefiki Katar, tam da onun ziyaretini beklediğinin bir önceki haftası Güney Kıbrıs hükümeti; tek taraflı ilan ettiği Münhasır Ekonomik Bölgesinde (MEB) bulunan 5. parselin kullanım hakkını Exxon Mobil ve Qatar Petroleum şirketler ortaklığına tahsis etti. Böylece Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki tezlerine ve iddialarına en büyük darbe Katarlı şirket tarafından vuruldu. Akademisyen Muhammed Nurettin, Güney Kıbrıs’ta beşinci bölgede Qatar Petroleum ile Amerikan ExxonMobil arasında enerji arama iş birliği anlaşmasının imzalanmasının Erdoğan’ın Katar ziyaretinden önce duyurulduğuna dikkat çekti. Nureddin bu bölgeyi Türkiye’nin kıta sahanlığı alanı olarak gördüğünü vurgularken, “Doğu Akdeniz’deki enerji ülkeleri ablukasını kırmaya çalışan Türkiye’nin müttefiki olan bir ülkeden zor şartlar yaşadığı bir süreçte bu adım atıldı” dedi.
Rus-Çin ittifakı zaruri bir adım
Geçtiğimiz günlerde bölgede yaşanan önemli gelişmelerden biri Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), ABD ile yapılan 23 milyar dolarlık F-35 ve diğer bazı silah anlaşmalarıyla ilgili görüşmeleri askıya aldığını açıklamasıydı. Yakın zamanda Körfez turuna çıkan Macron, ilk durağı olan BAE ile 80 adet yeni nesil Rafale uçağı satın almak için toplam 16 milyar avroluk bir anlaşma imzaladığını duyurdu. Anlaşma, BAE’yi Fransız uçak üretim şirketi Dassault’u en büyük denizaşırı müşterisi yaptı. Böylesi bir atmosferin Çin Devlet Başkanı Şi Cinping ile Vlademir Putin arasında gerçekleşen sanal zirve için BAE’nin sözcüsü konumunda olan al Halic gazetesi baş yazısında “Şi ve Putin zirvesi, ilgililere kaderlerinin bir olduğuna ve aralarını açmaya çalışmanın işe yaramayacağına dair bir mesajdı” ifadeleriyle olumladı.
Çin; Körfezin en büyük ortağı
Geçen haftanın ihmal edilmemesi gereken diğer bir gelişmesi Riyad’ta bir araya gelen KİK üyesi ülkelerin toplantısıydı. Arap Dünyasının Tanınmış Yazarı Abdulbari Atwan tarihinin en kısa süreli zirvesinde Kral Selman bin Abdülaziz el-Suud’un ilk kez bulunmamasına dikkat çekti. Zirveye Veliaht Prens Muhammed bin Selman liderlik etti. Atwan ortaya çıkan bir durumu fiiliyatın resmiyete dönmesinin bir adımı olarak nitelendirdi.
Al Araby al Cedid gazetesinden Mervan Kabalan, yukarıda BAE’nin tercihlerindeki değişiklikte olduğu gibi Körfez ülkelerinde ortaya çıkan farklı yönelimlerin nedenlerini irdeledi. Kabalan KİK’in 40. yılında ortaya çıkan farklı yönelimlerini; “Bugün KİK enerji ihracatının yüzde 80’i Doğu Asya’ya, özellikle de Malakka Boğazı üzerinden Çin’e gidiyor. Dünyanın en büyük enerji ithalatçısı haline gelen Çin, bu yıl 200 milyar dolarla KİK’in en büyük ticaret ortağı oldu” satırlarıyla özetledi.
İhtiyaç ittifakı
Başyazı el Halic
Amerika, “varsayılan düşmanlar” olarak kabul ettiği Çin’i ve Rusya’yı askeri ve ekonomik olarak kuşatma yönünde sürekli çaba gösteriyor. Geçen çarşamba Çin Devlet Başkanı Şi Cinping ile Rus mevkidaşı Vladimir Putin arasında düzenlenen sanal zirve, iki ülkenin ortak tehdit karşısında pozisyonlarını koordine etmesi için gerekliydi. Hem Pekin’de hem de Moskova’da açıklananlar ışığında zirveden varılan sonuçların, Putin ve Şi’nin önemli gördükleri bir ortaklıkla ülkelerinin ittifakını güçlendirdiği söylenebilir. Geçen ayın sonlarında ABD Savunma Bakanlığı, “Çin ile hızlı bir yüzleşme ve Avrupa’daki Rus saldırganlığına karşı güvenilir bir muharebe caydırıcılığını geliştirmek ve NATO kuvvetlerinin daha etkin bir şekilde faaliyet göstermesini sağlamak için ABD askeri durumu ve kaynakları” gündemiyle birçok karar aldığı uluslararası durumu gözden geçirdi.
İki cumhurbaşkanına göre iki ülke arasındaki koordinasyonun “Benzeri görülmemiş bir düzeye” ulaşması, şu ana kadar geldikleri seviye ne olursa olsun stratejik bir ittifak aşamasına geldiklerinin bir göstergesidir. Ancak iki ülke arasında çeşitli silah türleri üzerinde yürütülen ortak askeri tatbikatlar, ortak güvenliklerini ve tehlikeyi ciddiye aldıklarını teyit ediyor.
İki ülke, ABD’nin Asya-Pasifik bölgesindeki statükoyu değiştirmeye yönelik faaliyetleri, özellikle de ABD, İngiltere ve Avustralya arasında oluşturulan AUKUS Paktı ile Amerika, Japonya, Hindistan ve Avustralya’yı içeren Dörtlü (QUAD) gibi yeni ittifakların kurulması konusundaki endişelerini dile getirdi. Çünkü yüksek düzeyde gerilime katkıda bulunuyorlar ve nükleer silahların yayılmasını önleme rejiminin temellerini baltalıyorlar. Kısacası, Şi ve Putin zirvesi, ilgililere kaderlerinin bir olduğuna ve aralarını açmaya çalışmanın işe yaramayacağına dair bir mesajdı.
KİK’in Riyad zirvesinin üç zorluğu
Mevan Kabalan
al araby al Cedid
Körfez İşbirliği Konseyinin (KİK) zirvesinin salı günü Riyad’da toplanması, Körfez bölgesel gruplaşmasının doğumunun 40. yıl dönümüne denk geldi. 1979’da Sovyetlerin Afganistan’ı işgaliyle başlayan ikinci soğuk savaşın, İran’da Şah rejimini deviren devrim ve İran-Irak savaşının patlak vermesiyle başlayan şiddetli koşullarda doğan KİK, bugün kurulmasını gerektirenlerden daha az önemli olmayan zorluklarla karşı karşıyadır. Bu zorluklar içeride ve dışarıda; sosyal, ekonomik, politik ve güvenlik faktörlerini içermektedir. Ancak üç faktör bu aşamada kendilerini güçlü bir şekilde dayatmakta ve onlarla yüzleşmek için hızlı hareket etmeyi gerektirmektedir. Birincisi: ABD’nin Afganistan’dan kaotik bir şekilde çekilmesiyle şok edici bir şekilde ifade edilen, bölgedeki ve dünyadaki Amerikan rolünün doğası değişti. İkincisi, Çin-Amerikan rekabetinin Arap Körfezi ülkeleri üzerinde derin etkileri olması bekleniyor. Üçüncüsü, İran nükleer programı müzakerelerinin başarısız olma olasılığı ve bölgede yeni bir askeri çatışmanın patlak vermesi.
Başkan Barack Obama’nın 2009’da iktidara gelmesinden bu yana ABD, Körfez’deki ve tüm Ortadoğu bölgesindeki çıkarlarının değişen doğası hakkında artan sinyaller veriyordu. Ancak bu değişim, Körfez müttefiklerini (özellikle Riyad ve Abu Dabi) tamamen İran’a açık bırakan Trump yönetimi ile daha güçlü bir şekilde ortaya çıktı. Mayıs 2019’da BAE petrol tankerleri Fuceyra Limanı yakınlarında hedef alındı. Aynı yılın eylül ayında Aramco’nun Abqaiq ve Khurais’teki tesisleri, üretiminin yarısını hizmet dışı bırakan büyük bir saldırıya maruz kaldı. Trump, bir muhabirin ABD’nin Suudi petrol tesislerine yönelik saldırılara olası yanıtı hakkındaki sorusuna yanıt verdiğinde Körfez müttefiklerini şok etti. “Biz cevap verene kadar bu bize yapılmış bir saldırı değildir, bu Suudi Arabistan’a yapılmış bir saldırıdır” dedi. Washington’ın Afganistan’dan çekilme şekli; müttefiklerini kaçınılmaz kaderleriyle yüzleşmek üzere geride bırakması, Körfez ülkelerinin önüne çıplak gerçeği koydu: Washington onları savunma sürecinde değil ve güvenlik ve savunma hesaplarının dışındalar.
İkincisi, ABD’nin çıkarlarındaki değişime paralel olarak, Arap Körfezi devletlerinin çıkarlarında, petrol ihracat eğilimlerinde ve uluslararası ticaret yollarında da önemli bir değişiklik oldu. Körfez İşbirliği Konseyi kurulduğunda, Körfez ülkeleri petrollerinin yüzde 80’ini, çoğu Süveyş Kanalı’ndan geçen Batı’nın sanayileşmiş ülkelerine (Avrupa ve ABD) ihraç ediyordu. Bugün KİK enerji ihracatının yüzde 80’i Doğu Asya’ya, özellikle de Malakka Boğazı üzerinden Çin’e gidiyor. Dünyanın en büyük enerji ithalatçısı haline gelen Çin, bu yıl 200 milyar dolarla KİK’in en büyük ticaret ortağı oldu. Bu, şu anda Çin ile uyumlu olan Körfez devletlerinin ekonomik çıkarları ile halen Batı’ya bağlı olan güvenlik çıkarları arasında bir boşanma anlamına geliyor. Bu gelişmenin KİK ülkelerinin güvenliği ve ekonomileri üzerinde ciddi yansımaları olacaktır. Özellikle Çin ile Amerika arasındaki rekabetin yoğunlaşması ve Körfez devletlerinin güvenlik çıkarları ile ekonomik çıkarları arasında seçim yapma konumuna geldiği noktadan itibaren. Son zamanlarda BAE’de olduğu gibi, Washington Çin ile artan ilişkileri nedeniyle F-35 uçaklarının teslimatını ertelemeye karar verdi ve ayrıca Halife Limanında bir Çin üssü kurulmasını durdurması için baskı yaptı.
Üçüncü ve son zorluk, bu programla sağlanan ilerleme konusunda Amerika’nın geriliminin neden olduğu tehlikeli bir dönemeçten geçen İran nükleer programı müzakereleriyle ilgilidir. İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi yönetimi, selefi Hasan Ruhani yönetimi ile gerçekleşen müzakerelerin sonuçlarını kabul etmeyi reddetti. Viyana müzakerelerinde anlaşmaya varma şansı ne kadar düşükse, askeri bir çatışma olasılığı o kadar yüksek. Karşılıklı olarak tarafların birbirini okuma neticesinde çatışmanın çıkması çok muhtemeldir. İran, Biden’ın iç zayıflığının ve Çin’e odaklanmasının, İsrail baskısına rağmen kendisine yönelik herhangi bir askeri seçeneği düşünmesini engellediğine inanıyor. Böylece Washington’ın nükleer programında kaydedilen ilerlemeyi tanıyacağı bir anlaşma bağıtlamak için altın bir fırsatla karşı karşıya olduğunu düşünüyor. Hatta bunun, herkese yönelik bir oldubittiyle nükleer silah edinme şansları olduğunu bile düşünebilirsiniz. Her iki durumda da ciddi yansımaları olacak ve Arap Körfezi ülkeleri buna hazırlanmalı.
KİK zirvesinde Kral Selman’ın yokluğu ne anlama geliyor?
Abdulbari Atwan
Rai al youm
Salı günü Riyad’da gerçekleştirilen 42. körfez zirvesi, KİK’in en kısası olarak tarihe geçecek. Aynı anda kapanışa dönüşen açılış oturumu sadece bir saat sürdü. Sadece üç kelime konuşuldu ve ardından heyet başkanları havalimanında bulunan ve motorları soğumayan uçaklarıyla ülkelerine döndüler.
Suudi Hükümdarı Kral Selman bin Abdülaziz’in yaklaşık sekiz yıl önce kardeşi Kral Abdullah yerine tahta geçmesinden bu yana ilk kez yokluğu en önemli olaydı. Belki de oğlu Prens Muhammed bin Salman’ın önderlik ettiği bu zirvede üzerinde durdurulabilecek tek vaka.
Kral Selman’ın zirvede bulunmayışıyla ilgili ne konuklara ne de kendi halkına herhangi bir açıklamada bulunmaması dikkat çekiciydi.
Şu anda Krallığın içinde ve dışında “fısıltılarla” dolaşan bilgiler, Suudi Hükümdarının hasta olduğunu ve kendini her an ülkenin kralı ilan etmeye hazır olan Veliaht Prensin emriyle kuzey Kızıldeniz kıyısındaki Neom şehrinde sağlık nedeniyle ev hapsinde olduğunu söylüyor. Veliaht Prensin bir hafta önce yaptığı beş Körfez başkentini içeren ve son durağı Kuveyt olan turu; Körfez izolasyonunu kırma ve bu ülkelerin liderlerine kendisini ülkesinin kralı olarak sunmaya geldi. Özellikle ülkesinin ilişkilerinin iyi olmadığı iki ülke ile güven inşa etmek ve onlarla ilişkileri yeniden kurma amacındaydı. Bu ülkelerden birincisi Suudi sosyal medya ordusunun Husi “Ensar Allah” hareketinin yanında yer almakla ve topraklarını içine silah kaçakçılığı yapmak için bir platform haline getirmekle suçladığı Umman Sultanlığı. İkincisi ise aralarında el Cezire kanalının kapatılması da olan 13 şartı yerine getirmesi amacıyla yaklaşık dört yıl süren başarısız bir kuşatmaya maruz kalan Katar devleti.
İktidar ailesinin geleneklerine ve iç tüzüğüne göre yeni krala bağlılık taahhüdü kaçınılmaz olan Suudi Arabistan’daki yönetici ailenin prenslerinin çoğu ya gözaltında ya da saraylarında ev hapsinde, ve seyahat etmeleri yasaktır. Bu durum, milyarları ve trilyonları olan yetişkinlerden önce çocuklar için geçerlidir.
Suudi Veliaht Prensinin ülkeyi fiilen yönettiği yedi yıl boyunca izlediği politikalar, Suudi Arabistan’daki veya Arap ve uluslararası çevrelerdeki kazandığı dostlarından çok daha fazla düşman yarattı. Suudi gençliğine yönelik refah, iş ve insana yakışır bir yaşam vadettiği tüm sözler, dans ve şarkı partileriyle sona erdi. Krallığın Ürdün ile ilişkileri kötü, Mısır ile gergin ve tam tersini gizleme ve gösterme girişimlerine rağmen BAE ile soğuk ve Katar ile yüzeysel. Fas hariç Cezayir ve Mağrip Birliği ülkelerinin çoğuyla donmuş durumda. Suriye ile soğuk ve neredeyse Lübnan ve Filistin ile ve tüm direniş hareketleri ve tüm bölgedeki siyasi ve siyasi olmayan İslam ile bağlantısı kesildi. Bu bizim bildiğimiz ve tüm Müslümanlara örnek olması gereken krallık mı?
Evrensel / 20.12.21