Birleşmiş Milletler (BM) 79. Genel Kurulu, 150 civarında devlet ve hükümet başkanının katılımıyla New York’ta toplandı. Kurul, “uluslararası iş birliğini canlandırmak, BM’yi geleceğe uygun hale getirmek, mevcut ve gelecek nesiller için barışı, sürdürülebilir kalkınmayı ve insan onurunu teşvik etmek” hedefiyle toplandığı iddiasında. ABD ordusunda görevli Patrick Freane’nin ifadesiyle “Dünyanın dört bir yanından 142’den fazla devlet ve hükümet başkanı aynı anda New York’a geliyor. Basitçe ifade etmek gerekirse bu, gezegendeki devlet ve hükümet başkanlarının en büyük yıllık toplantısı, dünyada ‘krizlerin, insani felaketlerin ve savaşların’ yaşandığı koşullarda gerçekleşiyor.”
Genel Kurul toplantısı öncesinde “Uluslararası zorluklar, onları çözme yeteneğimizden daha hızlı gelişiyor” diyenBM Genel Sekreteri Antonio Guterres, “Jeopolitik karşıtlıkların ve çatışmaların kontrolden çıktığını” belirtti ve şunu ekledi:
“…Giderek artan yıkıcı ve varoluşsal risklerle karşı karşıyayız. İnsan kardeşlerimiz korkunç acılara maruz kalıyor. Rotamızı değiştirmezsek, uzun süreli bir kriz ve çöküşe sürüklenme riskiyle karşı karşıya kalacağız.”
Ancak BM’nin bu “yıkıcı ve varoluşsal risklerden” bir çıkış yolu göstereceği inanç ve beklentisi tümüyle temelsiz. Dahası BM, “insan kardeşlerimizin korkunç acılara maruz kalmasının” da sorumlularından biri.
***
İkinci Dünya Savaşı’nın yıkıntıları arasında 1945 yılında kurulan Birleşmiş Milletler (BM), insanlığı iki kez yıkıma sürükleyen savaşların tekrarlanmaması için güya barışı tesis edecek uluslararası bir mekanizma olacaktı. Uluslararası anlaşmazlıkları diplomatik yollarla çözme iddiasında olan BM, çoğu zaman tüm kurum ve kuruluşlarıyla ABD ve yedeğindeki batılı emperyalistlerin çıkarlarına hizmet etti ve onlar tarafından yönlendirildi. ABD’nin dünya ölçüsünde sürdürdüğü saldırganlık ve işgalleri, kirli ve kanlı icraatları meşrulaştırmanın aparatı olarak hareket etti.
Dünya’nın yeni bir çatışma tehdidiyle karşı karşıya olduğu koşullarda New York’taki toplantı devam ederken İsrail, savaşı Lübnan’a taşıyarak tüm Ortadoğu’yu bölgesel bir savaşa sürüklemeye çalışıyor. Ortadoğu’da yaşananlar açısından BM’nin “barış ve güvenliğin sağlanmasındaki rolüne acilen ihtiyaç duyulduğu” naifçe dillendiriliyor. Oysa ABD ve müttefiklerinin bir aracı olan BM’nin bu alanda yapabileceği bir şey yok. BM Güvenlik Konseyi üyeleri Çin ve Rusya’nın gündeme getirdiği ateşkes önerileri ise ABD tarafından veto ediliyor.
Aynı şey Ukrayna savaşı için de geçerlidir. Örneğin Biden, uluslararası toplumu “Rusya tarafından işgal edilen Ukrayna’yı desteklemeye devam etmeye” çağırırken, BM ve onun genel sekreteri kimi “kaygılar” dillendirmenin ötesine geçen bir tutum alamadı. Biden, “dönemin büyük sorunlarının çözümü” çağrısında bulundu ve bu sorunları öncelikle Ukrayna, Orta Doğu ve Sudan’daki çatışmalar olarak sıraladı. İkiyüzlülük ifadesi bir dizi boş lafın ardından “Şu anda her üç çatışmanın da sonu görünmüyor” dedi. Biden, “Hizbullah, hiç kışkırtılmadan 7 Ekim saldırısına katıldı ve İsrail’e roket attı. Her ülke böyle bir saldırının bir daha yaşanmamasını sağlama hakkına ve sorumluluğuna sahiptir” sözleriyle İsrail’in Gazze’deki soykırımına ve Lübnan’a saldırısına kesin desteğini yineledi. İran’dan gelen tehditle mücadelede daha güçlü bir pozisyon alınması çağrısında bulundu. Aynı çağrıyı Rusya’ya karşı savaşın tırmandırılması yönünde de yaptı.
***
Pek çok BM üyesi kapitalist ülkenin temsilcilerine göre söz konusu sorunların çözümsüz kalmasının ve savaş çığırtkanlığının nedeni BM Güvenlik Konseyi’nin yetersiz işleyişidir. Şili Devlet Başkanı Gabriel Boric, bu nedenle BM reformunun ertelenmemesi gerektiğini söyledi ve şunları ekledi:
“2024 yılı 1945 değil. Bazı ülkelerin jeopolitik farklılıklar nedeniyle kararı veto ettiğini defalarca gördük. Fakat günümüz dünyasında işler farklıdır. Bu ülkelerin veto yetkisi olmamalı ve BM Güvenlik Konseyi günümüz dünyasını temsil etmemelidir. BM’deki karar alma sürecini demokratikleştirmeliyiz. Uluslararası barış ve güvenliğe yalnızca birkaç ülkeden oluşan ayrıcalıklı bir grup karar vermemelidir.”
Guterres de “Filistin halkının toplu olarak cezalandırılmasının hiçbir haklı gerekçesi olmadığını” belirtti ve “cezasızlık dünyasından” yakındı. “Giderek artan sayıda hükümet uluslararası hukuku çiğniyor ve uluslararası hukukun altını oyuyor” sözleriyle çaresizliğini dile getirdi.
***
ABD ile emperyalist müttefikleri, BM Genel Kurulu’nu Siyonist soykırımı aklamanın ve Ukrayna savaşına daha fazla destek sunmanın zirvesine dönüştürmeye çalıştılar. Genel Kurul’da ABD Başkanı Joe Biden, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Almanya Başbakanı Olaf Scholz ve İngiltere Başbakanı Keir Starmer’in de aralarında bulunduğu bir dizi savaş suçlusunun yanı sıra, onların şovmen piyonu Zelenski ve İsrail’in soykırımcı çetesinin başındaki Benjamin Netanyahu’nun yaptıkları konuşmalar da bunu gösterdi. Netanyahu konuşmasında soykırımı, katliamları ve küresel hukuksuzluğu savundu. Zelenski ise ABD ve NATO güçlerine Ukrayna’nın Rusya’ya uzun menzilli silahlarla saldırmasına izin vermeleri çağrısını yineledi ve Moskova’ya karşı bir savaşa katılmaları önündeki tüm kısıtlamalardan vazgeçmelerini istedi.
ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken ise BM Güvenlik Konseyi’nin pazartesi günü Ukrayna’yla ilgili bakanlar düzeyinde yaptığı toplantıda Rusya, İran, Kuzey Kore ve Çin’i yeniden “şer ekseni” ilan etmeye çalıştı. Çin’i kuşatıp Asya-Pasifik bölgesini kontrol altına almayı amaçlayan ABD liderliğindeki bölgesel bir mekanizma olan QUAD ülkelerinin (ABD, Avustralya, Japonya, Hindistan) dışişleri bakanları da Genel Kurul’da bir araya geldi. Bu, 11 Şubat’taki dördüncü QUAD Dışişleri Bakanları Toplantısı’ndan bu yana ilk görüşmeleriydi. Grup, yayınladığı ortak bildiride “kapsayıcı ve dayanıklı, özgür ve açık bir Hint-Pasifik’i ilerletmek için çok taraflı iş birliğini derinleştirmeye devam edeceğini” yeniden teyit ederek Çin’i hedef aldı.
***
BM Genel Sekreteri Antonio Guterres Genel Kurul’un açılış konuşmasında şu uyarıda bulundu:
“Dünyamız bir girdabın içine sürükleniyor... Jeopolitik uçurumlar derinleşiyor. Nasıl sona ereceğini bilmediğimiz savaşlar şiddetleniyor, nükleer silahlanma ve yeni silahlar karanlık bir gölge yaratıyor. Hayal bile edilemeyecek bir şeye, dünyayı yutmakla tehdit eden bir barut fıçısına doğru ilerliyoruz.”
Guterres’in bu uyarıları doğrudur, fakat tüm bunların sorumluluğunun ABD başta olmak üzere batılı emperyalistler olduğu gerçeğini dile getirmekten kaçınması BM’nin rolünü de ortaya koymaktadır.
Erdoğan ve devleti NATO’cu ve Amerikancıdır
Dinci-faşist iktidarın şefi Erdoğan da Genel Kurula katılmak ve çeşitli temaslarda bulunmak üzere ABD’de idi. New York’ta Türk-Amerikan Ulusal Yönlendirme Komitesi (TASC) tarafından düzenlenen akşam yemeğine katılan Erdoğan, Türkiye’nin “terörle” en büyük mücadeleyi veren ülkelerin başında geldiğini iddia etti. Erdoğan “Amerikalı karar alıcıları ve ticari çevreleri yalana boğarak menfaat sağlamaya çalışan örgüt üyelerine karşı sizlerden teyakkuz halinde olmanızı bekliyorum...” dedi. “Son yıllarda Batılı ülkelerde bilhassa Avrupa’da İslam ve yabancı düşmanlığının büyük bir salgına dönüştüğünü” savunan Erdoğan “Ukrayna’da 3. yılına girmekte olan savaş bölgesel istikrarı tehdit ediyor… Görevi barışı korumak olan kurumlar ahlaki çöküş içinde. Gazze’deki katliam bunu açık şekilde göstermiştir” türünden laflar etti.
ABD’de faaliyet gösteren kurumların temsilcileriyle yuvarlak masa toplantısına da katılan Erdoğan, “Türkiye-Amerika ilişkilerinde son dönemde yaşanan olumlu havadan memnuniyet duyduğunu” söyledi. CAATSA yaptırımlarından ve Türkiye’nin F-35 programından çıkarılmasından dert yanarak, “NATO müttefikimiz Amerika’nın Türkiye’ye uyguladığı tedbirler ve savunma sanayi kısıtlamaları güven duygusunu menfi şekilde etkiliyor” diye sitem etti. Erdoğan “Türkiye, NATO’nun en güçlü müttefiklerinden biridir. Aynı zamanda Avrupa Birliği’ne tam üyelik perspektifi olan bir ülkeyiz. Batı dünyasıyla işbirliğimizi geliştirirken doğuyu ihmal etmiyoruz. Gerek Şangay İşbirliği Teşkilatı, gerek BRICS, gerekse ASEAN’la diyalog zemininizi güçlendirmekte kararlıyız” ifadelerini kullandı.
Filistin konusundaki iki yüzlü tutumunu sürdüren Erdoğan Genel Kurul’da yaptığı konuşmada ise “İsrail’in saldırıları sonucunda Gazze, dünyanın en büyük çocuk ve kadın mezarlığı haline gelmiştir” diyen Erdoğan, “Ey BM Güvenlik Konseyi, Gazze soykırımının önüne geçmek, bu zulme, bu barbarlığa 'dur' demek için daha neyi bekliyorsunuz? Siyasi ikbali için tüm bölgeyi savaşa sürükleyen katliam şebekesini durdurmak için daha neyi bekliyorsunuz?” diye sordu.
Aynı sorunun kendisine sorulması halinde söyleyecek sözü olmayan Erdoğan, Filistin’de yaşananların çok büyük bir ahlaki çöküşün göstergesi olduğuna işaret etti. “İsrail yönetimi temel insan haklarını hiçe sayarak bir millete, bir halka karşı apaçık bir etnik temizlik uygulamakta” ifadelerini kullandı. İsrail’deki soykırımcı çeteye petrol taşımaya devam eden Erdoğan’ın bu türden “keskin” lafları etmesi, “riyakarlıkta sınır tanımazlığın” yeni bir örneği olarak kayıtlara geçti.
Türkiye-ABD ilişkilerinin bir süredir devam eden “bunalımlı” seyrine ve tüm sorun ve sıkıntılara rağmen Türkiye-ABD ilişkileri gerçekte stratejik bir derinliğe sahiptir. ABD’nin Türkiye üzerindeki egemenliği on yıllardan beri tüm alanları kapsıyor. Ekonomik ve mali ilişkilerin yanı sıra; yıllar içerisinde ve bağımlılık temelinde siyasal, askeri, diplomatik ve kültürel alanda çok yönlü ilişkiler ağı kuruldu. ABD ile ilişkileri çok geçmeden NATO üyeliği ile tamamladı ve Türkiye toprakları Amerikan ve NATO üsleri ve tesisleriyle donatıldı. Dolaysıyla Türkiye, ABD emperyalizminin bölgesel üssü, Türk sermaye devleti ise emperyalizmin bölgesel jandarmasıdır. Zaman zaman sorunlar yaşansa da ABD’nin kimi istemlerine olur demese de Türkiye’nin kapitalist düzeni ve devleti Amerikancı ve NATO’cudur. ABD’ye stratejik düzeydeki bu köklü bağımlılık ilişkisi, ancak emperyalist güç ilişkilerinde meydana gelecek köklü bir altüst oluşla, dahası ABD’nin dünya hegemonyasını kaybetmesiyle değişebilir.