ABD-Çin rekabeti, bunun yol açtığı gerilim ve sonuçlar son yıllarda uluslararası ilişkilerin ana gündemi haline geldi. Sarsılan dünya hegemonyasını koruma telaşında olan ABD, en güçlü rakibi ilan ettiği Çin’e karşı saldırgan politikalarını tırmandırıyor. Bu politikaların temel hedeflerinden biri siyasi, askeri ve ekonomik olarak güçlenen Çin’i kuşatmak, “en büyük jeopolitik meydan okuma” olarak görülen bu büyük rakibin gücünü dizginlemektir. Çin’i “uluslararası düzen için en büyük uzun vadeli meydan okuma” olarak tanımlayan ABD, Şi Jinping yönetimindeki Pekin’i, “yurt içinde daha baskıcı ve yurt dışında daha saldırgan” olmakla suçluyor. Çin’in kendi topraklarının bir parçası olarak gördüğü (bunu ABD’de kabul ediyor) Tayvan üzerinde saldırgan politikalar izlediğini, retoriğinin “giderek daha provokatif” olduğunu iddia ediyor. Çin ise haklı olarak, ABD’yi hegamonik hırslarla ve ülkesine karşı düşmanca politikalar izlemekle suçluyor.
ABD’nin Çin’e karşı saldırgan ve provokatif politikalarının kudurgan temsilcilerinden biri olan ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, “iki taraflı, bölgesel ve küresel düzeyde karşılıklı çıkar konularını ele almak” ve “ortak uluslararası konularda olası işbirliği araçlarını tartışmak” için Çin’i ziyaret etti. Bu, üst düzey bir ABD’li yetkilinin 2018’den bu yana Çin’e yaptığı ilk ziyaret oldu. Üst düzey Çinli hükümet yetkilileriyle görüşmeler yapan Blinken, devlet başkanı ve parti lideri Şi Jinping ile de bir araya geldi. Blinken, iki günlük Çin ziyareti sırasında ABD’deki “çok gerçek kaygılar” hakkında “doğrudan ve açıkça” konuşacağını duyurdu. Ziyaretteki amacın her iki ülkenin de ilişkilerini sorumlu bir şekilde yönetebilmesi için açık iletişim kurmak olduğunu, ABD’nin “Çin ile rekabetin “önlenebilir yanlış anlamalar nedeniyle çatışmaya dönüşmesini engellemek istediğini” belirtti.
Blinken’in ziyareti öncesinde Çin ve ABD’li APEC (Asya-Pasifik Ekonomik İşbirliği) temsilcilerinin Pekin’de düzenlenen toplantıda bir araya gelmeleri zamanlama bakımında dikkat çekti. APEC temsilcileri “artan zorluklar ışığında Asya-Pasifik Bölgesi’nde çok taraflı mekanizma yoluyla refahı teşvik etmek için ortak çabalar harcama” çağrısında bulundular. Çin Ticaret Bakan Yardımcısı Sheng Qiuping, forumun açılış töreninde yaptığı konuşmada, “kuruluşundan bu yana bölgesel ekonomik entegrasyonu, ticaret ve yatırım serbestleşmesini kolaylaştırmayı teşvik ederek Asya-Pasifik iş dünyasının gelişimi için daha fazla fırsat sağlamayı taahhüt ettiğini” söylemişti. Qiuping, “Ancak bazı ülkeler ulusal güvenlik kavramını kötüye kullandı, ihracat kontrolleri uyguladı, teknolojik ablukalar koydu, normal ticaret ve yatırımı bozdu. Bu tür tek taraflı zorbalığa ve ekonomik zorlamaya karşıyız” sözleriyle de ABD saldırganlığına işaret ettiği gibi dayatmalara boyun eğmeyeceklerini de dile getirmişti.
ABD’nin Çin’le görüşme hevesi, karşılıklı “temenniler” ve dayanıksız “beklentiler”
Joe Biden yönetiminin son dönemde Çin’le ilişki kurmak için çok hevesli olduğu gözlemleniyor. Tehdit ve şantajla boyun eğdiremediği Çin’i -zorbalığı elden bırakmadan- farklı yollarla dizginlemeye ve ilişkilerde alttan almaya çalıştığı anlaşılıyor. ABD’nin, kendisinin yanı sıra Çin ve Rusya’yı da küresel güç olarak kabul etmesi, Çin’in çıkarlarına saygı duyduğunu ve “yeni bir soğuk savaş” ve bir çatışma istemediğini sıkça dillendirmesi, onun zayıflığına yorumlanıyor. Öte yandan ABD’nin izlediği Çin politikasının, Avrupa ve Asya-Pasifik ülkeleri de dahil olmak üzere üçüncü tarafların artan baskısıyla karşı karşıya olduğu söyleniyor. Dolayısıyla, Ukrayna Savaşı’na benzin döken ABD-NATO cephesi, Rusya’ya karşı askeri çatışmaları tırmandırırken, Çin’e karşı da siyasi/diplomatik/askeri provokasyonlarını sürdürüyor. Özellikle Blinken’in Çin gezisi sırasında Tayvan Boğazları’nda gerilimin kışkırtılması dikkat çekiciydi. Bundan dolayı ABD’nin Çin’le çatışmasını şimdilik “dondurmak” ve Pekin ile artan gerilimi hafifletme yönünde adım atmasının taktik bir manevradan öte bir anlam taşımadığı yorumu neredeyse ortak bir kabul görüyor.
Blinken’in Çin’e gelişinden kısa bir süre önce ABD Başkanı Joe Biden, en üst düzeyde görüşme isteğini “…Şi ile tekrar bir araya gelmeyi ve meşru farklılıklarımızı ve ayrıca belirli alanlarda nasıl uzlaşabileceğimizi tartışmayı umuyorum” sözleriyle ifade etmişti. Şi ile yaptığı görüşme sırasında ise Blinken, Başkan Biden’ın “ABD ve Çin’in ilişkilerini sorumlu bir şekilde yönetme yükümlülüğü olduğuna” inandığını söyledi. Ona göre bu, “ABD’nin, Çin’in ve dünyanın çıkarınadır.”
Blinken, “ABD Biden’ın verdiği taahhütlerin arkasında duruyor, yani ABD yeni bir Soğuk Savaş veya Çin’in sistemini değiştirme peşinde değil. İttifakları Çin’e yönelik değil, ‘Tayvan’ın bağımsızlığını desteklemiyor’ ve çatışma peşinde değil” gibi ikiyüzlüce ifadeler de kullandı.
“Dünyanın genel olarak istikrarlı bir Çin-ABD ilişkisine ihtiyacı olduğu dolayısıyla iki ülkenin tarihe, halka ve dünyaya karşı sorumluluk bilinciyle hareket etmesi ve Çin-ABD ilişkilerini doğru yönetilmesi gerektiğini” söyleyen Şi ise, Amerika’nın dünyanın karşı karşıya olduğu zorlukları çözemeyeceğini vurguladı. Şi, Çin’in, ABD’nin çıkarlarına saygı duyduğunu, ama aynı şekilde ABD’nin de Çin’e saygı duyması ve Çin’in meşru hak ve çıkarlarına zarar vermemesi gerektiğini söyledi.
ABD’nin ikiyüzlü açıklamaları, Çin’in ise temennileri, yazık ki emperyalist rekabetin ve hegemonya mücadelesinin tırmandığı koşullarda gerçekçi görünmüyor. Bu, dünya olaylarının seyriyle de bağdaşmıyor. Öte taraftan dünyanın en güçlü iki dev ekonomisine ve küresel güce sahip olan ABD ve Çin, küresel ve bölgesel konularda sayısız çözümsüz sorunlarla yüz yüze bulundukları gibi her biri kendi önceliklerini ve çıkarlarını koruma peşinde koşuyor. Öte taraftan dünyanın en büyük iki ekonomisi arasındaki ilişki, çok sayıda tartışmalı konu da barındırıyor. ABD’nin umurundaymış gibi sunulan ve istismar edilen insan hakları meseleleri, Tayvan sorunu, ulusal güvenlik sorunu, ticaret savaşları, karşılıklı casusluk iddiaları, geleceğin teknolojisine kimin egemen olacağı, Çinli yetkililere uygulanan tek taraflı yaptırımların genişletilmesi gibi sorunlar çözülebilmiş değil. Durum bu iken Blinken’in iki günlük ziyaretinin “bazı olumlu sonuçlar verebileceği, Çin-ABD ilişkilerindeki potansiyel çatışmalara ilişkin duyulan büyük endişelerin ‘giderilebileceği’ ve dolayısıyla dünyaya bir miktar güven aşılanacağı” gibi temelsiz beklentiler, kimi uzmanlarca ileri sürülüyor.
Oysa Çin ile ABD arasındaki bazı temel anlaşmazlıkların Blinken’in mevcut ziyaretiyle çözülebileceğini ummak gerçekçi değil. Zira ABD, Çin’i “birincil rakibi” ve “en önemli jeopolitik meydan okuma” olarak görüyor ve “bastırılması gereken en önemli ulusal güvenlik sorunu”, dahası düşman güç olarak kabul ediyor. Buna uygun da davranıyor. ABD’nin hem siyasi hem de askeri olarak tekrarlayan provokatif eylemleri de bunu kanıtlıyor.
Bu arada ABD’nin Çin’in ekonomik, askeri, teknolojik ve diğer alanlardaki gelişmesini önleme gücünden yoksun olması, taraflar arasındaki küresel rekabeti kızıştırıyor. ABD-Çin ilişkilerinde temel bir sorun oluşturan “tek Çin politikası”nın ABD tarafından altının oyulması iki ülke arsındaki gerilimin körüklenmesinde belirleyici bir rol oynuyor. Çin ise ABD’den “Çin tehdidi” propagandasını abartmayı bırakmasını, Çin’e yönelik yasadışı tek taraflı yaptırımları kaldırmasını, Çin’in teknolojisine ve gelişimine baskı yapmayı ve Çin’in içişlerine kasıtlı olarak müdahale etmeyi bırakmasını” talep ederken, “ABD’nin herhangi bir baskıcı eylemine kesinlikle karşı koyacağını” hatırlatmayı da ihmal etmiyor. ABD’nin Tayvan sorununda “fazla ileri gittiğini” ve “kırmızı çizgiyi aşmak gibi tehlikeli davranışlar gösterdiği” yönündeki uyarılar, Çin’in ABD dayatmalarına boyun eğmesinin söz konusu olmadığına işaret ediyor. Bu ise ilişkilerde yumuşama değil sertleşme eğiliminin ağır bastığına işaret ediyor.
“Samimi, derin ve yapıcı bir görüşme” mi?
Ziyaretin ardında her iki tarafın resmi açıklamalarında görüşmeler, “samimi, derinlemesine ve yapıcı” olarak nitelendirdi. Oysa görüşmeler sırasında çok az madde üzerinde anlaşmaya varıldığı, görüşmelerin “mütevazı bir başarı” ile sona erdiği uzmanlarca, dahası taraflarca da belirtiliyor. Görüşmelerden yansıyanlar, tarafların sadece “yeniden bir araya gelme ve belirli konularda çalışma düzeyinde bir fikir alışverişi düzenlemesi konusunda anlaşma, görüşme kanallarını açık tutma, yanlış anlaşılmaları önleme ve çatışmaları engelleme konusunda duyarlı davranılması” gibi konularda fikir birliğine vardıklarını gösteriyor.
Blinken’in gezisi, iki ülke arasındaki yapısal sorunları çözme amacı taşımıyor. Bugünkü emperyalist rekabet ve pazarlara egemen olma mücadelesi devam ederken bu mümkün de görünmüyor. Dolayısıyla ABD-Çin görüşmeleri, Ukrayna’da Rusya’ya karşı ABD-NATO saldırganlığının tırmandırıldığı koşullarda, ABD’nin Çin ile çatışmasını dondurmak ve Pekin ile artan gerilimi hafifletmek, onunla bağları “stabilize etmek” için taktik bir manevradan ibaret olduğu anlaşılıyor. Zira ABD emperyalizminin stratejisi, halen ana tehdit olarak Çin’i görmeye devam ediyor ve ABD, Hint-Pasifik Bölgesi’ndeki askeri yığınağını güçlendirmeyi sürdürüyor. Bu agresifliği, Çin’in öncelikle Güney Çin Denizi’nde hakimiyet kuracağı, buradan alacağı güçle küresel hakimiyet arayışına gireceği iddiasına dayandırıyor. Dolayısıyla ABD, Çin’i bu bölgede çevrelemek için elindeki imkanları harekete geçiriyor, özellikle bölgesel müttefiklerini mobilize etmeye çalışıyor.
Önce Rusya’nın askeri yenilgisini ve boyun eğmesini hayal etmesi, ardından baş rakibi olarak gördüğü Çin’i ezme hesapları, ABD’nin hedefi olmaya devam ederken, Çin’le Rusya ise bu plana direnirken “Samimi, derin ve yapıcı bir görüşme” ve bunun ürünü olabilecek çatışmaları önleme temennisi ancak bir aldatmaca olabilir.