Alman polis teşkilatında ırkçılık
Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) George Floyd’un polis tarafından öldürülmesiyle dünya çapında gündeme taşınan polis şiddeti ve emniyet birimlerinde ırkçılık konusu Almanya’da da yoğun biçimde tartışılıyor. Alman ordusunun aşırı sağ şüphesiyle hakkında soruşturma yaptığı personel sayısı son yıllarda 550’lerin üzerine çıkarken, Alman polis teşkilatında yaşanan skandalların da ardı arkası kesilmiyor. Hükümet ortağı Sosyal Demokrat Parti’nin (SPD) Eş Başkanı Saskia Esken’in, “Alman polisinde örtülü bir ırkçılık olduğu ve polis şiddetini inceleyecek bağımsız bir birime ihtiyaç duyulduğu” yönündeki sözleri tartışmaları daha da alevlendirdi. Hristiyan Sosyal Birlik (CSU) partili Federal İçişleri Bakanı Horst Seehofer ise, Esken’in iddialarına karşı çıktığı açıklamasında, “ırkçılığa karşı sıfır müsamaha politikası” güdüldüğünü ve her olayın üzerine gidildiğini savunarak, polis teşkilatını anında koruma altına aldı.
İçişleri Bakanı Horst Seehofer’in bu iddialarının gerçeği yansıtmadığı, ortaya çıkan onlarca belge ile ispatlanmaktadır. Berlin ve Brandenburg eyaletlerindeki polis akademilerinde sürekli olarak duvarlara Hitler faşizminin sembolü olan gamalı haç çizildiği, İslam ve Yahudi karşıtı sloganlar yazıldığı kayıtlara geçmiştir. Kuzey Almanya’da kriminal dairesinde çalışan bir polis tarafından kurulan chat (online sohbet) gurubuna yönelik yapılan soruşturmada, internet üzerinden “düşman listesi” adı altında binlerce ilerici gazeteci, aktivist ve politikacının isimlerinin yayınlandığı açığa çıkartılmıştır. Bu polisin evinde yapılan aramalarda 50 bin mermi bulunmuş ve polisin sorgulamada verdiği ifadeye göre bu ırkçı faşist gurup içerisinde yüzlerce polis ve askerin olduğu görülmüştür.
Almanya’da son yirmi yılda bir dizi yabancı kökenli insan, polis nezaretindeyken veya emniyet birimlerinin müdahalesi sırasında hayatını kaybetti. Hamburg Polis Akademisi öğretim görevlisi, sosyolog ve kriminolog Prof. Rafael Behr, söz konusu olayları “tek tük yaşanan vakalar olarak nitelemenin artık emniyet içinde bile inandırıcılığını yitirdiğini” söylüyor. Kendisi de senelerce polislik yapan ve “Irkçılık bir siyasi duruş şekli. Böyle bir duruş̧, bir polisin farklı etnik kökenlilere muamelesinde etkili oluyorsa burada ırkçılıktan söz etmek mümkün” diyen Behr, bu konudaki yasal boşluğu eleştiriyor. Behr, öte yandan ırkçılığın prensipte her zaman şiddet içeren bir temeli olduğunu belirtiyor ve bunu, “Çünkü her zaman bir grup insanı değersiz ve küçük görme temeline dayanıyor” sözüyle açıklıyor. Rafel Behr, polis içinde ırkçı olmayan bir sürü güvenlik görevlisinin de bulunduğunu, asıl sorunun, onların sesini yükseltmemesi ve şikayette bulunmaması olduğunu söylüyor. Bu noktada da bütün dünyadaki emniyet teşkilatlarındaki gibi Almanya’da da “code of silence”, yani sessizlik kodu prensibinin geçerli olduğunu aktarıyor. Hayati tehlike taşıyan askerlik veya polislik gibi mesleklerde, birbirini kollama, tehlikelere karşı birbirine kenetlenme temelli bir kültürün geçerli olduğunu aktaran Behr, poliste “arkadaş̧ gammazlamanın en büyük yanlış olarak görüldüğünü, arkadaşı şikâyet etmenin de ihanet sayıldığını” belirterek, onu yapan bir kişinin dışlanacağı ve tehlike karşısında yalnız bırakılacağı endişesi taşıdığını söylüyor.
Saksonya Eyaleti’nde görevli bazı polis memurlarının, görevde kod adı olarak Neonazi terör hücresi NSU üyelerinin adlarını kullandıklarının ortaya çıkması, büyük tepkilere yol açmıştı. Frankfurt’ta NSU davası müdahil avukatlarından Seda Başay Yıldız’a “NSU 2.0” imzalı tehdit mesajları gönderilmesi ve Seda Başay Yıldız’ın kişisel verilerinin polis bilgisayarlarından temin edildiği olayla ilgili soruşturma sürecinde açığa alınan 6 polisin mesajlaşma sohbet gruplarında da ırkçı faşist yazışmalar olduğu görülmüştü.
Siyaset bilimci Prof. Dr. Hajo Funke, avukat Yıldız’ı hedef alan ölüm tehditlerini “büyük bir skandal” olarak nitelendirdi. NSU terör hücresinin saldırılarının önlenmemesinde devletin rolünü mercek altına aldığı kitap ve çok sayıda yayınıyla tanınan Funke, DW Türkçe’ye şu değerlendirmeyi yapmaktadır: “Yıldız’a tehditlerin arkasında kimlerin olduğunun halen ortaya çıkartılamaması hukuk devletinin, polisin, savcılığın ve Hessen Eyaleti Başbakanı Bouffier’in büyük başarısızlığıdır. Günümüzde yaşanan, polisin korunması için adeta blokaj uygulandığı, aynı eyaletin Kassel kentindeki Halit Yozgat cinayetini akıllara getiriyor.”
NSU kurbanlarından Halit Yozgat, 6 Nisan 2006 tarihinde Kassel’de, kendisine ait internet salonunda öldürülmüş, cinayet sırasında Alman istihbarat örgütü Anayasayı Koruma Teşkilatı çalışanı Andreas Temme’nin de olay yerinde bulunduğu ortaya çıkmıştı. Ancak cinayeti görmediğini iddia eden Temme, pek çok soru işaretini yanıtsız bıraktı. Hessen Eyaleti İç İstihbarat Teşkilatı konuyla ilgili önemli bu belgeler için 120 yıl gizlilik kararı aldı. Ailesi ve avukatları tarafından yöneltilen, “Alman devleti için cinayetleri aydınlatmaktan daha önemli hangi gerekçe 120 yıllık bir gizlilik kararının gerekçesini oluşturabilir?” sorusu ise halen yanıtsız.
Frankfurt Emniyet Teşkilatı bünyesinde polisler tarafından kurulan aşırı sağcı bir hücrenin varlığı şüphesiyle başlatılan soruşturma devam ederken, Alman Polis Sendikası Başkanı Oliver Malchow teşkilat bünyesinde aşırı sağcı oluşumların bulunduğunu belirtti. Malchow, Passauer Neue Presse gazetesine yaptığı açıklamada “Bünyemizde bazı aklı karışmış insanların bulunduğunu hesaba katmak zorundayız” diyor. Ayrıca anayasaya sadakat yemini etmiş olan binlerce polis arasında “yüksek sayıda gizlice radikalleşmiş” olanların da bulunduğunu bildiğini ve bu kişilerin tespit edilip polislikten ihraç edilmesi gerektiğini” belirtiyor. Malchow, Frankfurt’taki soruşturmada iddialar doğrulanırsa bu olayı ‘skandal’ olarak nitelendirmenin bile hafif kaçağının vurguluyor.
Diğer bir olay da Almanya’da Sol Parti Genel Başkan Vekili ve partisinin Hessen Eyalet Meclisi Grup Başkanı Janine Wissler’in tehdit içerikli elektronik postalar alması ve kişisel bilgilerinin bir polis bilgisayarı aracılığıyla ele geçirildiğinin ortaya çıkmasıydı. Olay, Hessen eyaletinin emniyet birimlerindeki ırkçı yapılanmalarla ilgili tartışmaları yeniden alevlendirdi. Sol Partili Wissler, ilk kez şubat ayında polis bilgisayarlarından yollanan tehdit mektubu almıştı. Son mektupların ise yaz aylarında yollandığı ortaya çaktı. Mektuplar, Almanya’da 2000-2007 yılları arasında 8’i Türk 10 kişiyi öldürmekle suçlanan ırkçı faşist NSU örgütünün devamı olduğu izlenimi veren “NSU 2” imzasıyla yollanmıştı. Yine aynı kanallar üzerinden ve aynı imza ile ırkçılığa karşı skeçleriyle ünlü Türkiye kökenli kaberist İdil Baydar ve gazeteci Deniz Yücel de ölümle tehdit edildiler. Tüm bu gelişmelerden sonra basına bir açıklama yapan Hessen Eyaleti İçişleri Bakanı Peter Beuth, “artık Hessen Polisi’nde ırkçı bir yapılanmanın olmadığını söylemenin mümkün olamayacağını” belirtiyor.
Hessen eyaletinin hemen arkasından ikinci skandal, Almanya’nın Kuzey Ren Vestfalya (NRW) eyaletinde ortaya çıktı. Bu eyalette de “İmparatorluk Vatandaşları (Reichsbürger)” hareketiyle ilişkili oldukları şüphesiyle 5 polis memuru hakkında disiplin soruşturması başlatıldı. NRW İçişleri Bakanlığı Sözcüsü, Bielefeld’de yayımlanan Westfalen-Blatt gazetesine yaptığı açıklamada, polislerden ikisinin emekliye ayrıldığını, ikisinin de geçici olarak memuriyetten uzaklaştırıldığını söyledi. Gazetenin haberine göre Reichsbürger, Almanya Federal Cumhuriyeti’nin meşru ve egemen bir devlet olarak varlığını reddediyor. Hareket üyeleri Almanya’nın hala Alman İmparatorluğu’nun hayatta olduğu 1937 yılındaki sınırlarına sahip olduğunu savunuyor. Almanya çapında yaklaşık 19 bin üyesi olduğu tahmin edilen hareketin 950 üyesi Almanya’nın iç istihbarat servisi Anayasayı Koruma Teşkilatı tarafından aşırı sağcı olarak tanımlanıyor. Gazeteye göre bu guruba ait birçok üyenin ordu ve polis içerisinde hala aktif olarak görev yapmakta olduğu iddia edilmektedir.
DW’nin 16 Eylül 2020 tarihli bir haberine göre, yine Almanya’nın Kuzey Ren Vestfalya (NRW) eyaletinde görev yapan ve WhatsApp gruplarında ırkçı paylaşımlarda bulundukları belirlenen 150’den fazla polis memuru hakkında soruşturma başlatıldı ve 29 polis memurunun görevden uzaklaştırıldı açıklandı. Polislerin Duisburg, Essen, Moers, Mülheim ve Oberhausen kentlerinde çalıştıkları birimler ve evlerinin de aralarında olduğu 34 noktada yapılan incelemelerin sonuçlarını, Eyalet İçişleri Bakanı Reul, “50 binden fazla personeli bulunan NRW Polis Teşkilatı’nın yüzüne vurulmuş bir tokat” olarak nitelendirdi.
Her geçen gün Alman polis teşkilatı ırkçı faşist skandallarla sarsılırken, İçişleri Bakanı Horst Seehofer de polislere yönelik soruşturmaları durdurabilmek için yoğun bir çaba harcamaktadır. Son olarak Avrupa Konseyi’ne bağlı “Irkçılığa ve Hoşgörüsüzlüğe Karşı Avrupa Komisyonu” (ECRI) tarafından Alman emniyet teşkilatındaki ırkçı eğilimleri tespit etmek amacıyla tavsiye edilen bir bilimsel araştırmaya, İçişleri Bakanlığı tarafından “zaten polisin ayrımcılık yapması yasak, araştırmaya gerek yok” gerekçesiyle izin verilmedi. Alman polis teşkilatı içerisinde güçlenen faşist örgütlenmeler her geçen gün daha fazla açığa çıkarken İçişleri Bakanı Horst Seehofer’in bu tutumu var olan gerçeklerin üstünü örtmeye yetmiyor.
(Devam edecek…)