Ortadoğu’da yıllardır emperyalist güçler arasındaki hegemonya savaşının ve emperyalist gerilimin sahnesine dönüştürülen Suriye, son haftalarda Amerikan emperyalizminin yeni bir saldırısıyla karşı karşıya. Suriye rejimine ve müttefiklerine karşı yeni mevziler elde etmek amacıyla gündeme gelen “yeni” saldırı, “Sezar Yasası” adıyla “ekonomik savaş”ı kapsıyor. ABD Senatosu’nun 17 Aralık 2019’da kabul ettiği, Trump’ın 20 Aralık 2019’da imzaladığı ve 17 Haziran 2020’de yürürlüğe giren yasa, Suriye’ye yönelik bugüne kadarki en sert ekonomik yaptırımları içeriyor.
“Sezar Yasası”, ABD başta olmak üzere batılı emperyalistlerin ve taşeronlarının askeri olarak diz çöktüremedikleri Suriye’yi ekonomik olarak çökertmeyi hedefliyor. Yanı sıra Suriye’nin müttefikleri konumundaki İran, Rusya ve Hizbullah’ı cezalandırmayı amaçlıyor. Beşar Esad ve eşi Esma Esad’ın da aralarında olduğu 39 kişi yasanın doğrudan hedefi durumunda. Saldırı planı yeniden inşa çalışmalarını engellemeyi ve ülkeyi tamamen çökertmeyi kapsıyor. Bu çerçevede inşaat ve mühendislik projelerine verilecek destek engellendiği gibi doğalgaz, petrol ürünleri ve enerji sektörlerine yatırım, teknik destek ve mal satışı da yasaklanıyor.
Suriye 1980’li yıllardan bu yana ABD’nin ambargo ve yaptırımlarıyla boğuşsa da “Sezar Yasası”yla Suriye için yeni bir “felaket” sayfası açılıyor ve tablo daha da ağırlaşıyor. 9 yıldır büyük acılar çeken Suriye’nin ve halkının durumu, ekonomisini derinden etkileyecek olan bu yaptırımlarla daha da ağırlaşacak. Zaten ülkede katlanılmaz halde olan yaşam tümden cehenneme dönüşmüş olacak.
ABD’nin Suriye özel temsilcisi Büyükelçi James Jeffrey, söz konusu yasanın “Suriyeli sivilleri Esad rejiminin zulmünden korumayı amaçladığını” söyleyecek denli büyük bir yüzsüzlük sergiledi. Suriye’de rejim değişikliği amaçlanmadığını belirten Jeffrey, “Bizim amacımız ... Suriye ekonomisini yıkmak değil… Bizim amacımız rejimle iş birliği yapan herkese acı vererek rejimle olan bağlarını koparmasını sağlamaktır.” ifadelerini kullandı.
Dolayısıyla Suriye hükümeti, yeni yaptırımlar getiren ABD’yi iç savaşın yaşandığı ülkedeki insanları açlıktan öldürmeye çalışmakla suçlarken temel önemde bir gerçeğe işaret etmiş oluyor. ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo ve ABD’li üst düzey yetkilileri “yalancılar korosu” olarak nitelendiren Suriye Dışişleri Bakanı Velid Muallim, bu yaptırımların bir diğer amacının da ülkede gelecek yıl yapılması planlanan “devlet başkanlığı seçimlerini etkilemek” ve seçimlerde Esad’a verilen desteği zayıflatmak olduğunu ileri sürdü. Muallim, “Suriye’nin ve halkının onların koşullarına boyun eğeceklerini hayal ediyorlarsa, hayal kurmayı sürdürsünler, çünkü bu hiçbir zaman gerçekleşmeyecek” diyerek, ABD’ye boyun eğmeyeceklerini vurguladı.
Her türden entrikaların ve pisliğin, kirli ve kanlı icraatların, katliam ve işkencelerin, mafyalaşmanın timsali olan ABD, tehdit, şantaj ve ambargolarla ülkelere boyun eğdirmek ve halkları açlıkla öldürmek gibi yöntemlere sıkça başvuruyor. Bu icraatlarını da sivilleri diktatörlüklerden kurtarmak, insan haklarını korumak, demokrasi ve özgürlükler sağlamak gibi arsızlıklarla gerekçelendiriyor. Bu, onun değişmez davranış çizgisidir. Amerikan emperyalizmine ve bölge halklarının sırtında kanlı bir hançer olan İsrail siyonizmine karşı olan, onların çıkarlarına hizmet etmeyen ülkeleri cezalandırmak amacı taşıyan şimdiki yaptırımlar da böyle gerekçelendiriliyor.
“Rejimin davranışlarını değiştirmek istiyoruz”
James Jeffrey, Sezar yasasının hedefini, “Biz, Suriye’de rejim değişikliği gerçekleştirmek değil, rejimin davranışlarını değiştirmek istiyoruz” şeklinde açıklıyor. Rejim değişikliğinden rejimin davranışlarını değiştirme çizgisine yönelme yeni değil. Trump yönetimi adına konuşan sözcüler her defasında artık rejimi yıkmakla değil ama “tutum değişikliği” ile ilgilendiklerini söyleseler de “Rejimin zulmüne son vermek” ve “siyasi geçişe yardımcı olmak” amacı taşıdıklarını bıktırıcı bir şekilde yineleyip durmaktadırlar. Böylece, ikiyüzlü iddiaların aksine, yasanın amacını da tanımlamış olmaktadırlar.
ABD’nin Suriye’den istediği davranış değişikliği, İran’ın Suriye’den çıkarılmasını, Suriye’nin Hizbullah ve Filistin direnişi ile ilişkisini kesmesini ve Golan’da İsrail rejimine tehdit oluşturan askeri mevzilerin kaldırılmasını kapsamaktadır. Rejimden bu türden değişikler istemek, rejimi ABD’nin kuklası haline getirmek, bölgedeki hegemonya mücadelesinde ABD’ye üstünlük sağlamak ve siyonist İsrail’in güvenliğini sağlamak demektir. 9 yıllık savaşla başarılmayanı, halkı açlığa mahkum ederek rejime karşı ayaklandırmak yoluyla başarmak istiyorlar.
ABD emperyalizmi, Suriye’yi toprak bütünlüğünü ve egemenliğini koruyamaz hale düşürmek ve Suriye devletinin askeri zafer elde etmesini engellemek istiyor. ABD’nin Suriye krizine müdahalesinin gerisinde de bu amaç yer alıyordu. Hedef, ülkeyi mezhepsel ve etnik bakımdan bölmekti. 2011 baharında patlak veren Suriye krizi bunun imkanı olarak görülüp, değerlendirilmek istendi. Bu çerçevede başta Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar olmak üzere bölgedeki işbirlikçi devletlerin yanı sıra her türden gerici, dinci, cihatçı çeteleri bu amaç doğrultusunda kullanmak yoluna gittiler ve ülkeyi harabeye çevirdiler. Ama bugüne kadar arzuladıkları sonucu elde edebilmiş değiller.
ABD’nin Birleşmiş Milletler Daimi Temsilcisi Kelly Craft da Suriye’ye yaptırımların gerekçesini “Esad rejiminin askeri zafer elde etmesini önlemek” olarak açıklıyor. Ama Esad rejiminin askeri zafer elde etmesini önlemek, Rusya ve İran’ın Suriye’de ve Suriye üzerinden bölgede kazandığı mevzilerden püskürtmek anlamına gelmektedir. Bunun başarılması durumunda, Rusya’nın Ortadoğu’da ABD ile giriştiği hegemonya ve paylaşım mücadelesinde kazandığı güçlü konumunun zayıflaması kaçınılmaz olacaktır. Zira Rusya ve İran bölgede düne kadar olmadığı ölçüde bir güç kazanmış durumdalar. Dolayısıyla yasa, Şam’ın müttefiklerini, somut olarak da İran, Rusya ve Çin’i cezalandırmayı da hedefliyor.
Yaptırımlar karşısında Rusya ve İran’ın gösterdiği sert açıklamalara rağmen, Suriye yönetimi ve müttefiklerinin bu yaptırımlar karşısında nasıl bir yol izleyecekleri merak konusu olmaya devam ediyor. Ne var ki önemli bir küresel güç olan ve etkinliğini sürekli geliştiren Rus emperyalizmi, Ortadoğu’daki en önemli müttefiki olan Beşar Esad rejimini her düzeyde ve biçimde desteklemeyi bölgedeki çıkarları için vazgeçilmez önemde görüyor. Zira Rusya, emperyalist hegemonya ve rekabet mücadelesinde tartışmasız bir öneme sahip olan Ortadoğu’da etkisini güçlendirmede ve varlığını korumada Suriye’yi önemli bir fırsat ve halihazırda en temel dayanak olarak görmekte ve bölgede önemli bir etkinlik kazanmış bulunmaktadır. Emperyalist rekabetin doğası uyarınca bölgedeki konumunu güçlendirerek sürdürmekten geri durmayacaktır.
Yaptırımlar ve Kürt özerk yönetimi
“Sezar Yasası”nın hedef bölgeleri, Suriye, İran ve Rusya hükümetlerinin kontrol ettiği alanları kapsıyor. Kürt özerk yönetim bölgesi ve Türkiye’nin işgali altındaki bölgeler, yaptırımların kapsamı dışında kalıyor. Yaptırımların dışında bırakılan Kürt özerk yönetimi, PYD Eş Başkanlık Konseyi Üyesi Aldar Halil üzerinden durumu şöyle değerlendirmektedir: “Yasanın sadece rejim, İran ve Rusya’nın kontrol ettiği bölgeleri kapsadığını söylüyorlar. Fakat pratikte öyle değil. Hala tüm bölgeler birbirine bağlılar… Biz Suriye Lirası kullanıyoruz. Suriye’den ayrılma gibi bir düşüncemiz de yok. Yeni bir para birimi çıkarma gibi bir planımız da yok… Ayrıca bu siyasi bir karardır. Bizler bu ülkenin bir parçasıyız ve böyle bir gündemimiz yok.”
Yasa, Kürt özerk bölgesini güçlendirmekten ziyade onu bir dizi sıkıntıyla yüz yüze bırakıyor. Kürt özerk yönetimini Suriye ile çözüm zemininden uzaklaştırmaya, dolayısıyla da Suriye’den kopmaya da zorluyor. Bu durum özerk bölge için bir açmaz ve zorluk alanı haline gelmiş bulunuyor. Aldar Halil, durumun yarattığı güçlüğü, “Biz Suriye’den ayrılmış değiliz, ayrılmayı da düşünmüyoruz. Mevcut siyasi durumda her biri bizim için zor olan 3 tercih sunuluyor... Sezar Yasası’nın öngörüsüne göre ya Türk Lirası, Irak Dinarı ya da dolar kullanmamız gerekiyor. Bu üçü de zor tercihler. Türk Lirası’nı zaten kabul etmiyoruz ve onlarla hiçbir ilişkiyi kabul etmiyoruz. Irak ise farklı bir ülke ve bunun da zorlukları var. Doları kullandın diyelim o zaman buna merkezi bir banka sistemi lazım… O zaman Suriye parası kullanmayacağını ilan etmen gerekir. Bunun için de siyasi bir karar gerekir. Bu kararlar ve atılan adımlar bizi de etkileyecek.” sözleriyle ortaya koyuyor.
Bilindiği üzere yaptırımlar başlamadan önce Suriye Lirası, dolar karşısında büyük değer kaybetti. Suriye Lirası’nın değer kaybetmesini fırsata çeviren Türkiye, yasanın çıkmasının ardından, işgal ettiği bölgelerde Türk Lirası’na geçiş yapıyor. Türkiye’nin de terör örgütleri arasında gördüğü Heyet Tahrir el Şam’ın (HTŞ) siyasi yapısı olan “Kurtuluş Hükümeti” de maaşları TL ile ödemeye karar verdi. Bugünkü haliyle askeri ve nüfuz alanları bakımında fiili olarak bölünüş olan Suriye, ekonomik olarak da bölünme yaşayacak gibi görünüyor. Emperyalizmin hizmetinde, saldırgan ve yayılmacı, bölgede nüfuz kurmaya yönelik bir dış politika çizgisi izleyen Türk burjuvazisi her türlü fırsatı kirli amaçları için kullanmada hayli pervasız davranıyor.
Demokratik Toplum Hareketi (TEV-DEM) yasayı “ekonomik savaş” olarak nitelendiriyor, halka açlık dayatılarak ahlak dışı bir siyaset yürütüldüğünü belirtiyor ve Şam’a diyalog çağrısında bulunuyor.
ABD yaptırımlarının yürürlüğe girmesinin ardından, bir süreden beridir Rojava’da Barzani çizgisindeki partilerin oluşturduğu ENKS (Suriye Kürt Ulusal Konseyi) ile PYD’nin omurgasını oluşturduğu PYNK (Kürt Ulusal Birliği Partileri) arasında süren birlik görüşmelerinin anlaşmayla sonuçlandığı duyuruldu. Yapılan ortak açıklamada, varılan uzlaşmanın SDG Komutanı Mazlum Abdi ve ABD’nin Uluslararası Koalisyondaki Danışmanı William Roebuck’ın arabuluculuğuyla sağlandığı belirtildi. Anlaşmanın, yönetim, ortaklık, güvenlik ve savunma alanlarını kapsadığı belirtiliyor.
ABD’nin Kürtlerin ulusal birliğini ve temel ulusal hak ve özgürlüklerini savunuyor görüntüsü bir aldatmacadan ibarettir. Kürtlerin ulusal, demokratik istemleri ve Kürt hareketinin bölgede tuttuğu özel konum, ABD açısından bölgedeki emperyalist çıkarlarını koruyup güçlendirme ve rakipleri karşısındaki hegemonik konumunu koruması açısından sadece bir istismar aracıdır. Bölgeye yapılan emperyalist müdahalenin Kürt halkına da kazandırdığı herhangi bir şey yoktur. Kürt hareketi bugüne kadarki kazanımlarını sadece kendi mücadelesiyle elde etmiştir. Emperyalistler arası çelişkilerden yarar umduğu her durumda ise kaybetmiştir. Daha dün Güney Kürdistan’da yaşanan acı deneyim ve Afrin işgaliyle Rojava üzerine kirli hesaplar ve pazarlıklar, fazlasıyla aydınlatıcı ve uyarıcıdır.
Tarihin de tanıklık ettiği gibi ABD emperyalizminin “dostluğu” ABD’nin çıkarlarıyla sınırlıdır. Suriye’de Kürtlerin “hamiliğine” soyunan aynı ABD, dinci-faşist AKP iktidarının Kuzey Kürdistan halkına kan kusturmasının arkasında durmakta, Türkiye’nin Irak’ta PKK’ye yönelik operasyonlarını da desteklemektedir. Bu kadar ezilmiş̧, acı çekmiş̧, inkar edilmiş̧, katliamlardan geçirilmiş bir halkın ulusal hakları, emperyalist sistemin jandarması ve halkların katili olan ABD ve öteki emperyalistler için bir anlam ifade etmemektedir. Onlar sadece kirli çıkarları peşindedirler.
Sonuç olarak Suriye krizi ve savaşı emperyalist güç odaklarının Ortadoğu’daki egemenlik ve rekabet mücadelesinde önemli bir yer tutuyor. Her bir emperyalist gücün Suriye politikası ve hesapları Suriye’yi aşan anlam ve sonuçlar içeriyor ve doğrudan Ortadoğu egemenliğini hedefliyor. Dolayısıyla savaşın, 9. yılında krizin henüz aşılmamış, tersine daha da karmaşık hale gelmiş olmasının gerisinde aynı zamanda bu gerçek yatıyor.