Patronların AKP-MHP iktidarını kullanarak haklarımıza pervasızca saldırdığı bir dönemden geçiyoruz. Yönetenler, toplum sağlığının düşünülmesi gerektiği bir dönemde, patronlar lehine kararlar alarak, çalışma hayatını esnekleştiriyorlar. Kısa çalışma ödeneği bu acımasız saldırılardan biridir. Yıllardır kasalarını dolduran kapitalistler, faturayı emekçilerden kesilen vergilerle oluşturulan fonlara havale ediyorlar. Patronlar maaşın yanı sıra işçinin ulaşım, yemek ve emeklilik sigortası (devlet de ödemiyor bu arada) gibi haklarını ödemekten kurtuluyor. İşçinin payına aylık brüt maaşının %60’ı düşüyor. Ele geçen maaş asgari ücretin altına düşerken brüt asgari ücretin ise %50’sini geçemiyor. Emeklilik sigortasını gasp eden AKP-MHP iktidarı, maaşları da düşürerek emekçilere ağır bir darbe daha indiriyor. Ücretsiz izin dayatılan işçiye günlük sadece 39 lira veriliyor. Enflasyonun arttığı işçinin başka herhangi bir iş bulma şansının zorlaştığı bir dönemde, sarayda yaşayan küstahların çıkardığı bu yasa biz işçilere edilmiş bir küfürdür.
Bu dönemde AKP-MHP suç ortaklığıyla aleyhimize çıkarılan bir diğer yasa da telafi çalışma süresinin iki aydan dört aya çıkarılmasıdır. 4857 nolu İş Kanunu’nun 64. Maddesindeki şartları bahane eden (uygulamada daha keyfi hale gelmesi kaçınılmazdır) kapitalistler, çalışılmayan zamandaki süreleri daha sonra çalıştırarak iş saatlerini diledikleri gibi esnekleştirebilecekler. Esnek çalışmanın diğer biçimlerinin de hayata geçip geçmeyeceği (çağrı üzerine çalışma, kiralık işçiliğin daha fazla uygulanması, belirli süreli çalışma, deneme süresinin uzatılması vb.) ise, bizim ortaya koyacağımız direnişe bağlıdır.
İşçi arkadaşlar; bu durumlarda ‘eden bulur’ ve ya ‘rüzgâr eken fırtına biçer’ deriz. Fakat işyerinde işçileri birleştirmeye çalışmayan, işçi sınıfının kurtuluşu için bilimsel sosyalizmi öğrenmeyen, bunlar için gerekli mücadeleyi göstermeyen bir işçi sınıfı ‘ne edenin bulması’nı ne de ‘rüzgar ekenin fırtına biçmesi’ni sağlayabilir. Çoğunluk olan ve mücadeleden uzak duran işçi kitlesini bahane eden, diğerlerine göre daha bilinçli olan öncü işçilerin yukarıda ifade edilen amaçlar uğruna taşın altına sadece elini değil vücudunu ve bilincini koymalarının vakti gelmiştir. 2020 dünyası işçiler için, 1800’lü yıllarda emeğin Avrupa’daki sömürü cehennemi dönemine dönüşmüştür. Ya bu cehennemde ateşin bizi daha fazla yakmasını bekleyeceğiz ya da ateşi söndürüp yemyeşil bahçelerde insanca yaşayacağız.
1 Mayıs’ta elden gelen tüm olanakları değerlendirerek mücadelenin büyümesini sağlamalıyız. Önümüzdeki süreci kazanabilmek için hem öncü işçilerin hem işçi sınıfının örgütlü mücadelesinin geliştirilmesi şarttır. Artık 1 Mayıs’ta emeğimizi patronların kasalarını doldurmak için değil kendi sınıfımızın kurtuluşu için harcamamız gerekiyor.
Yaşasın işçi sınıfının uluslararası birlik, mücadele ve dayanışma günü 1 Mayıs!
Yaşasın gerçek kurtuluş olan ve devrimle gelecek olan sosyalizm!
Ankara’dan bir metal işçisi