Devrimci Tekstil İşçileri Sendikası (DEV TEKSTİL) Çukurova Temsilciliği ile güncel gelişmeler aynasında koronavirüs salgını ve fabrikalara yansımaları üzerine konuştuk.
-Çukurova ve bölge illerindeki tekstil havzalarında koronavirüs salgınının işçi sınıfı üzerinde oluşturduğu tehdide ilişkin yeni örnekler ortaya çıkıyor. Durum hakkında bilgi verebilir misiniz?
Salgına karşı en korunaksız olanların başında işçi ve emekçiler geliyor. Bu hem işçilerin çalışma koşullarının güvencesiz olması ve alınmayan salgın önlemlerinden kaynaklı hem de yoksulluk içinde yaşamaya mecbur bırakılmalarından dolayı böyledir. Covid 19’a karşı kendini koruyabilecek sağlıklı barınma koşullarından sağlıklı çalışma koşullarına, sağlıklı yaşama imkânından bağışıklık sistemini güçlendirecek beslenme imkânlarına kadar dezavantajlı konumda olmalarındandır. Bu genel doğrular fabrikalarda sonuçlarını ne yazık ki fazlasıyla göstermektedir. Gerek sendikamızın ulaştığı bilgiler gerekse TTB gibi ilgili meslek örgütleri tarafından yapılan açıklamalar bu gerçekleri doğrulamaktadır. Çarkların dönmesi uğruna işçilerin hayatları feda edilmektedir. Örgütlenme alanımız olan bölgede başta Antep olmak üzere, Diyarbakır, Urfa, Mardin, Batman, Maraş, Malatya, Adana, Mersin vb. illerde koronavirüs salgını karşısında işçiler savunmasız kalmışlardır.
- Artan vaka sayısı karşısında alınan/alınmayan önlemlerle ilgili ne söylemek istersiniz?
Bu sorunun cevabı yeterince açık. Göstermelik önlemler dışında tıbbın öngördüğü önlemler çok büyük oranda alınmamaktadır. Alındığı söylenen tedbirler tümüyle prosedürden ibarettir. İşe giriş ve çıkışlarda yığılmalar sürmekte, çalışma ortamında kullanılan malzemeler, servisler dezenfekte edilmemekte, sosyal mesafe kuralları uygulanmamaktadır. Ki birçok tekstil dokuma fabrikasının fiziksel yapısı buna müsait değildir. Zira daha başından fabrikalar (tıpkı kentleşmede olduğu gibi) işçi sağlığı düşünülerek inşa edilmemiştir. Planlama işçileri daha çok çalıştırmanın koşullarını yaratmaktan ibarettir. Öyle fabrikalar vardır ki mola yeri bile yoktur. Olanlar ise derme çatma, oldukça küçük baraka diye tabir edilen yerlerdir. Keza yemekhaneler de böyledir. Fabrikalar inşa edilirken, işçiler hep diken üstünde kalsın, her an çalışmaya hazır olsun diye tasarlanmış gibidir. Kışın soğukta, yazın sıcakta çalışılmaktadır. Yani işçilerin olağan koşullarda bile hasta olmaması için zaten hiç bir neden yoktur. Fabrikalarda kimi noktalara konulan dezenfekte malzemeleri ise göz boyamadan ibarettir. İşçilere iki saatlik tek kullanımlık maske en iyi ihtimalle tüm mesai süresince verilmektedir. Öyle yerler vardır ki 2 maske verilip bunların tekrar tekrar yıkanıp kullanılması istenmektedir. Maske üreten tekstil işçileri maskeden mahrum bırakılmaktadır. Patronların en çok övündükleri önlemlerden biri de ateş ölçümüdür. Ancak Covid-19 testlerinin bile doğru sonucu vermemesi bir tarafa bu salgına yakalananların önemli bir bölümünün de hiçbir belirti göstermediği bilinmektedir. Yani taşıyıcı olan ama ateş ya da başka bir biçimde bunu göstermeyenler nasıl tespit edilecektir? Hali hazırda Antep’ten Covid-19 nedeniyle gelen vefat haberlerini duyuruyorduk. Şimdi buna Mersin Serbest Bölge eklendi. Kaldı ki bu bilgiler bizim ulaşabildiklerimiz, bize iletilenler.
Bir başka önemli husus ise salgından korunmak için el yıkanması vb. temizlik alışkanlıklarının tembihlenmesidir. Fakat burada da yetkililerin bilinmesini istemediği bir gerçek var. Bu illerdeki sanayi bölgelerinde işçilere temiz içme suyu, şehir şebeke suyu çok görülmektedir. İşçiler el temizliği yapmaları için kuyu suyu kullanmaya mecbur bırakılmaktadır. Fabrikalarda musluklardan akan bu kuyu suyunun temiz olması mümkün değildir. 21. yüzyılda sanayi bölgelerine şehir şebeke suyu götürülmemiştir. İşçiler temiz suya erişim hakkından bile mahrumdur. “Modern çağ” işçiler için budur.
- Salgının etkisi böylesine artarken Dardanel örneğinde olduğu gibi işçi sağlığının, dolayısıyla toplum sağlığının hiçe sayıldığı durumlar olmaktadır. Benzeri örnekler sizlere de ulaşıyor mu?
Salgın öyle bir hal aldı ki örneğin Antep’te Covid-19 etkisiyle fabrikada ya da fabrika kapısında bayılan işçiler var. Uzun bir süredir bu bağlamda Antep konuşulmaktadır, gündemdedir. İşçiler rahatsız olduklarını çalıştıkları yerlerdeki yetkililere iletmelerine rağmen çalışmaya zorlanmış, akabinde virüs nedeniyle hayatlarını kaybeden işçiler olmuştur. Ancak bunun karşılığında yetkililer ne yapmıştır diye sorarsanız, en basitiyle sokağa çıkma yasağı günlerinde bile işçilerin çalıştırılmasına göz yummuştur. Halı fabrikaları sanki salgında kullanılacak ekipman üretiyormuş gibi belge hazırlamış ve işçileri bu günlerde dahi çalıştırmıştır. Bugün Antep vb. şehirlerde Covid-19 aramak için kalabalık caddelerden çok daha fazla sanayi bölgelerine bakmak gerekmektedir. Ancak yetkililer bilinçli bir tercihle bu sanayi bölgelerine sırt çevirmektedir. Şu günlerde Dardanel’de Covid-19’a yakalanan ve karantinada tutulması gereken işçilerin çalıştırılmasının abesliğini, onlara bu yetkiyi verenlerin toplum sağlığını nasıl tehlikeye attığını konuşuyoruz. Aynı olmamakla birlikte bir başka önemli örnek de yakın tarihte Antep’te yaşandı. Antepli patronlara salgınla mücadelede başarılı olmalarından kaynaklı ödül verilmiştir. İşçi sınıfının Wuhan’ı olmaya aday bir sanayi bölgesinde patronlar böyle ödüllendirilmiştir. Başından beri Antep’te virüs tehlikesi patronlar tarafından önemsenmedi. Salgının artış gösterdiği ilk zamanlarda işçilerle dalga geçer gibi tek önlem olarak tıraşsız gelen işçilerin içeri alınmayacağını söyleyen Şireci Tekstil’den, virüse yakalan işçiye ceza vereceğini söyleyen Merinos’a kadar bu sorumsuzluk her yerde aynıdır.
Bu sorumsuzluk sadece Antepli patronlara münhasır değildir. Çok önemli bulduğumuz bir olayı anlatmak isteriz. Mersin Serbest Bölge’de faaliyet yürüten bir firmada işçilerde Covid-19 çıkmasının ardından karantina kapsamında üretime ara verilmişti. Fakat bu firma hemen devamında üretimini aynı bölgede olan, aralarında akrabalık ve iş bağı da bulunan bir başka firmada yine kendi işçileriyle devam etmeye başlamıştı. Çalıştırmak için normalde karantinada olması gereken kendi işçilerini getirmişti. Yani öyle bir aç gözlülük ki daha fazla kazanmak için kendi çalıştırdığı işçileri tehlikeye atmak yetmemiş, başka bir firmada çalışan işçileri de tehlikeye atabilmişlerdir. Sendika olarak böylesine büyük bir sorumsuzluğa, toplum sağlığının tehlikeye atılmasına izin vermemek için girişimlerimiz oldu. Bu girişimlerimiz neticesinde bu firma 2 gün sonra elemanlarını geri çekti. Arkasından da İl Hıfzıssıhha kararıyla üretimin devam edildiği firmada denetim gerçekleşti, polisler işçilere kimlik kontrolü yaptı. Şunu da hatırlatmak isteriz. Yoksulluktan dolayı gelecek kaygısı taşıyan işçiler çalıştıkları fabrikada virüs çıkmış olsa da firma üretime ara verse de, gidip çok kolay yine serbest bölgedeki bir başka işletmede çalışma imkanı bulabilmektedir. Ortada ne test, ne karantina, ne de bir denetim vardır.
- Bu salgın günlerini sermaye sınıfı fırsata çevirdi, zenginliklerine yeni zenginlikler kattı. Bu bağlamda ne söylemek istersiniz?
Yasal hale getirilen ücretsiz izinler, Kısa Çalışma Ödeneği (KÇÖ) gibi uygulamalar patronların hizmetine sunulan ve herkesin bildiği ilk akla gelen uygulamalardır. Yapılan maddi yardımlar, ertelenen borçlar, vergiler de cabası. Tüm bunların maliyeti çok büyük oranda İŞKUR vasıtasıyla işçilerden kesilen paralardan sağlanmıştır. Fakat biz bu vesileyle sermayenin arsızlığını göstermek için çok önemli bir başka örnek vereceğiz. Öyle kapitalistler vardır ki bu dönemde KÇÖ kullandırdığı işçileri çalışmamaları gereken sürelerde çalıştırmışlar, işçilere İŞKUR üzerinden yatan paranın tamamını ya da önemli bir bölümünü işten atma tehdidiyle imza karşılığında geri almışlardır. İmza attırmaya ihtiyaç duymadan doğrudan işçilerden kesinti yapanlar da olmuştur. Yani onlara sağlanan kolaylıklar bile yeterli gelmemiştir. Fırsat bu fırsat deyip çalabildikleri kadar çalmışlardır. Kimi tekstil firmaları ise bunu “bir muhasebe hatası” olarak işçilere açıklayıp, İŞKUR’dan bu nedenle fazla para yattı diyerek bu miktarın işçiler tarafından geri ödenmesini talep etmişlerdir.
- Son olarak ne söylemek istersiniz?
Öncelikle işçi kardeşlerimize, sendika üyelerimize bu vesileyle bir kez daha çağrı yapmak istiyoruz. Hakkımız olanı alabilmek için sağlıklı kalmamız şarttır. Bunu niye söylüyoruz; çünkü sağlığımızı sermayenin alacağı ya da aldığını söylediği önlemlere bırakırsak çok daha kötü senaryolara hazır olmamız gerekir. Bu yüzden hem kendimizin ve sevdiklerimizin sağlığı, hem de geleceğimiz için birlik olmalıyız. Sağlıklı kalmamız bile bizim örgütlü gücümüze, birbirimize kenetlenmemize bağlıdır. Önlem alınmıyorsa biz talep edeceğiz, gerekirse üretimden gelen gücümüzü kullanacağız. Aynı şekilde patronların en çok kullandığı bahane olan “işçiler de maske takmıyor ki” vb. argümanlarını boşa çıkartmak için kendi kişisel önlemlerimizi de alacağız. Ama yine de bileceğiz ki toplumsal bir salgınla bireysel tedbirlerle baş edilemez. Toplumsal yaşamın her alanından başlayıp fabrikalara uzanan tedbirler zinciri için birlik olmaktan başka çare yok.
Kızıl Bayrak / Mersin