Tanya... - Nazım Hikmet

Tanya, faşizme karşı mücadelede yiğitçe dövüşmüş binlerce partizandan biridir. Asıl adı Zoya Anatolyevna Kosmodemyanskaya'dır. 27 Kasım 1941 tarihinde faşistler tarafından yakalandı, ağır işkencelerden geçirildi ama asla teslim olmadı. En sonunda asılarak katledildi. Anısı önünde saygı ile eğiliyoruz. Anti faşist zaferin 75. yılı vesilesiyle, Nazım Hikmet'in "Tanya" şiirini okurlarımızla paylaşıyoruz.

  • Haber
  • |
  • Kültür-sanat
  • |
  • 09 Mayıs 2020
  • 20:54

(…)

Düşman ulaştı Moskova kuzeyinde Yakroma'ya

ve güneyinde Tula şehrine.

 

Ve kasımın sonu

ve aralık ayının ilk günlerinde

harcamış bulunuyordu ihtiyatlarını

bütün cephe üzerinde.

Ve aralık ayının ilk günlerinde,

en nazik safhasındaydı durum.

 

Ve aralık ayının ilk günlerinde,

Petrişçevo'da Vereiya şehri dolaylarında,

kar gibi mavi bir gökyüzünün üzerinde

Alamanlar 18 yaşında bir kız astılar.

18 yaşındaki kızlar belki nişanlanır

astılar onu.

 

Moskova'dandı.

Gençti, partizandı.

Sevdi, anladı, inandı

ve geçti harekete.

İpin ucunda ince uzun boynundan sallanan çocuk

bütün azametiyle insandı.

 

Çevirir gibi yapraklarını "Harp ve Sulh" romanının

dolaştı karlı karanlıkta bir genç kızın elleri.

Kesildi Petrişçevo'da telefon telleri,

sonra Alaman ordusundan 17 beygirli bir ahır yandı.

Ertesi gün partizan yakalandı.

 

Yeni hedefin önünde yakalandı partizan,

birdenbire, kıskıvrak, arkadan.

Gökyüzü yıldızla,

yürek hızla,

bilek nabızla,

şişe benzinle dolu

ve kibrit çakılmak üzereydi.

Ve kibrit çakılamadı fakat.

Tabancaya davranmak istedi.

Çullandılar.

Alıp götürdüler.

Alıp getirdiler.

Odanın ortasında dimdik durdu partizan:

torbası omuzunda,

başında kürk şapkası, sırtında gocuk,

bacaklarında pamuklu külot pantolon ve keçe çizmeler.

Subaylar baktılar partizana yakından:

badem nasıl kabuğunun içindeyse

filiz gibi bir kızdı kürkün, keçenin ve pamuklunun içindeki.

 

Kaynıyor masada semaver.

Satrançlı örtüde bir tabanca, beş kayış kemer,

ve yeşil bir şişe konyak.

Tabakta domuz sucuğu ve ekmek artıkları.

 

Ev sahipleri mutfağa gönderildiler.

Lamba sönmüştü.

Ocağın ateşiyle kızılca karanlıktı mutfak.

Ve ezilmiş hamam böceği kokuyordu.

Ev sahipleri: bir çocuk, bir kadın, bir ihtiyar,

sokuldular birbirlerine:

dünyadan uzak

ıssız bir dağ başında kurda kuşa karşı yapyalnız kalmıştılar.

 

Sesler geldi bitişikten :

Soruyorlar:

"- Bilmiyorum," diyor.

Soruyorlar:

"- Hayır," diyor.

Soruyorlar:

"- Söylemem," diyor.

Soruyorlar :

"- Bilmiyorum," diyor, "- Hayır," diyor, "- Söylemem," diyor.

Ve yeryüzünde bu üç sözden başkasını unutan ses

sıhhatli bir çocuk teni gibi pürüzsüz

ve iki nokta arasındaki en kısa yol gibi düz.

 

Bir kayış sakladı bitişikte :

Partizan sustu.

Çıplak bir insan eti ses verdi.

Kayışlar şaklıyor arka arkaya.

Yılanlar güneşe doğru sıçrayıp düşerken ıslık çalıyorlar.

Genç bir Alaman subayı geldi mutfağa.

İskemleye çöktü.

Kapadı avuçlarıyla kulaklarını.

Ve gözleri sımsıkı yumulu

ve öylece kaldı orda kımıldamadan sorgunun sonuna kadar.

Kayışlar saklıyor bitişikte.

Saydılar ev sahipleri :

200...

Sorgu tekrar başladı :

Soruyorlar : "- Bilmiyorum," diyor,

Soruyorlar : "- Hayır," diyor,

Soruyorlar : "- Söylemem," diyor.

Ses kibirli

fakat artık pürüzsüz değil

kanayan bir yumruk gibi boğuktu.

 

Partizanı dışarı çıkardılar.

Başında kürk şapkası, sırtında gocuk,

bacaklarında pamuklu külot pantolon ve keçe çizmeler

yoktu.

Bir don bir gömlekti.

Beyaz, genç dişleriyle ısırılmaktan şişmiş dudakları.

Bacaklarında, boynunda, alnında kan.

Kolları iple bağlı arkadan,

çıplak ayakları karda,

iki yanda süngülüler,

yürüdü partizan.

 

Soktular partizanı Vasili Klulik'in izbasına.

Oturdu tahta sıranın üstüne.

Çatık bir dalgınlık içindeydi.

Su istedi.

Nöbetçi verdirmedi suyu.

Alaman askerleri geldiler.

Böcekler gibi üşüştüler başına,

çekiştirdiler, tartakladılar.

Birisi art arda kibrit yakıp tuttu altında çenesinin,

bir bıçkı sürttü sırtına bir başkası

dişli demir kanlanıncaya kadar.

Sonra gittiler uyumaya.

Nöbetçi süngünün ucunda çıkardı partizanı sokağa.

 

Mavi gözleri yuvarlak bir çocuk bakıyor camdan:

dünya buzların içinde,

karın altında yapyalnız sokak

yıldızların içinde.

 

Mavi gözleri yuvarlak

bir çocuk bakıyor camdan.

Gördüklerini unutacak,

büyüyecek, evlenecek,

ve bir yaz gecesinde

bir öğle uykusunda yahut

rüyasına girecek ansızın

karda yıldızlara basan çıplak ayakları bir genç kızın.

 

Karın altında bir uçtan bir uca

karın altında yapyalnız sokak.

Karın üstünde partizan:

ayakları çıplak,

kollan bağlı arkadan,

bir don bir gömlek,

yürüyor önünde süngünün

bir uçtan bir uca gidip gelerek.

 

Üşüdü nöbetçi, döndüler izbaya.

Isındı nöbetçi çıktılar.

Bu böyle sürdü saat 22'den ikiye kadar.

İkide nöbetçi değişti

ve artık partizan kımıldanmadan kaldı tahta sıranın üzerinde.

Partizan

18 yaşında.

Partizan

öldürüleceğini biliyor.

Ölmek ve öldürülmek:

hıncının kızıltısında belli belirsizdi bu fark.

Ve ölümden korkmayacak

ve keder duymayacak kadar sıhhatli ve gençti.

Bakıyor çıplak ayaklarına:

Şişmiştiler,

çatlayıp donmuştular kıpkırmızı.

Fakat partizan

dışındaydı acının.

Ve nasıl derisinin içindeyse

öyle içindeydi öfkesinin ve inancının.

Zaman zaman annesi geliyor aklına.

Mektep kitapları geliyor aklına.

Cilalı toprak bir çanak geliyor aklına

İliç'in resmi önünde duran

ve içinde masmavi çiçekler.

Çocukluğu geliyor aklına,

bu o kadar yakın ki

kısacık entarilerin renkleri bile

tutulacak gibi elle.

İlk hava bombardımanı geliyor aklına.

Cepheye giden işçi taburları geliyor aklına

sokaktan geçiyorlar şarkı söyleyerek

ve çocuklar koşuyor peşlerinden.

Zaman zaman bir tramvay durağı geliyor aklına;

annesiyle orda vedalaştılar.

Bir gençlik toplantısı geliyor aklına,

bu o kadar yakın ki

kırmızı örtülü masada su bardağı

ve kesik kesik konuşan kendi sesi bile

tutulacak gibi elle.

Ve artık durup dinlenmeden kendi sesi geliyor aklına:

düşmanın karşısında dimdik duran sesi,

Hayır, diyen,

Söylemem, diyen

ve düşmana hiçbir şeyi doğru söylememek için

kendi adını bile gizleyen.

 

ZOE'ydi adı,

ismim TANYA, dedi onlara.

 

Tanya,

Bursa Cezaevi'nde karşımda resmin.

Bursa Cezaevi'nde.

Belki duymamışındır bile Bursa'nın adını.

Bursa'm yeşil ve yumuşak bir memlekettir.

Bursa Cezaevi'nde karşımda resmin.

Sene 1941 değil artık

sene 1945.

Moskova kapılarında değil artık

Berlin kapılarında dövüşüyor seninkiler,

bizimkiler,

bütün namuslu dünyanınkiler.

 

Tanya,

senin memleketini sevdiğin kadar

ben de seviyorum memleketimi,

 

Seni astılar memleketini sevdiğin için,

ben memleketimi sevdiğim için hapisteyim.

Ama ben yaşıyorum,

ama sen öldün.

Sen çoktan dünyada yoksun,

zaten ne kadar az kaldın orda :

on sekiz senecik.

Doyamadın güneşin sıcaklığına bile.

 

Tanya,

sen asılan partizan,

ben hapiste şair.

Sen kızım, sen yoldaşım.

Resminin üstüne eğiliyor başım:

kaşların incecik,

gözlerin badem gibi,

ama renklerini fotoğraftan anlamam mümkün değil.

Fakat yazıldığına göre

koyu kestaneymişler.

Bu renkte gözler çok çıkar benim memleketimde de.

Tanya,

saçların ne kadar kısa kesilmiş,

oğlum Memet'inkilerden farkı yok.

Alnın ne kadar geniş,

ay ışığı gibi,

rahatlık, ve rüya veriyor insanın içine.

Yüzün ince uzun,

kulakların büyücek biraz.

Henüz çocuk boynu boynun :

henüz hiçbir erkek kolu sarılmamış anlıyor insan.

Ve püsküllü bir şey sarkıyor yakandan:

süsünü sevsinler mini mini kadın.

 

Arkadaşları çağırdım, bakıyorlar resmine :

-Tanya,

senin yaşında bir kızım var.

-Tanya,

kız kardeşim senin yaşında.

-Tanya,

senin yaşında sevdiğim kız.

Bizim memleket sıcaktır

bizde kızlar tez kadınlaşır.

-Tanya,

senin yaşında kızlarla okulda, fabrikada, tarlada arkadaşız.

-Tanya,

sen öldün,

ne kadar namuslu insanlar öldürüldü ve öldürülmektedir,

ama ben,

yedi yıldır kavgada hayatımı tehlikeye koyamadan

hapiste de olsa bal gibi yaşıyorum.)

 

Sabah oldu Tanya'yı giydirdiler,

ama çizmeleri, şapkası, gocuğu yoktu,

iç etmişlerdi onları.

Torbasını getirdiler :

torbada benzin şişeleri, kibrit, kurşun, tuz, şeker.

Şişeleri boynuna astılar,

torbasını verdiler sırtına.

Göğsüne bir de yazı yazdılar :

"PARTİZAN".

Köyün alanına kuruldu darağacı.

Atlılar çekmiş kılıcı

halka olmuş piyade askeri.

Zorla seyre getirdiler köylüleri.

 

İki sandık üst üste,

iki makarna sandığı.

Sandıkların üstüne

yağlı urgan sallanır,

urganın ucu ilmik.

 

Partizan kaldırılıp çıkarıldı tahtına.

Partizan

kolları bağlı arkadan

durdu urganın altında dimdik.

 

Nazlı, uzun boynuna ilmiği geçirdiler.

 

Bir subay fotoğrafa meraklı,

bir subay, elinde makina : Kodak,

bir subay resim alacak.

Tanya seslendi kolhozlulara ilmiğinin içinden

"- Kardeşler, üzülmeyin.

Gün yiğitlik günüdür.

Soluk aldırmayın faşistlere,

yakın, yıkın, öldürün..."

 

Bir Alaman vurdu ağzına partizanın,

genç kızın beyaz, yumuk çenesine aktı kan.

Fakat askerlere dönüp devam etti partizan :

"- Biz iki yüz milyonuz.

İki yüz milyon asılır mı?

Gidebilirim ben.

Ama bizimkiler gelecekler.

Teslim olun, vakit varken..."

 

Kolhozlular ağlıyordu. Cellat çekti ipi.

 

Boğuluyor nazlı, boynu kuğu kuşunun.

Fakat dikildi ayaklarının ucunda partizan

ve hayata seslendi İNSAN:

"- Kardeşler

hoşça kalın.

Kardeşler

kavga sonuna kadar.

Duyuyorum nal seslerini

geliyor bizimkiler!"

 

Cellat bir tekme attı makarna sandıklarına.

Sandıklar yuvarlandılar.

Ve Tanya sallandı ipin ucunda