Mardin Artuklu Üniversitesi Kürt Dili ve Kültürü bölümünde master yaptıktan sonra Paris EHESS’te (Ecole des Hautes Etudes en Sciences Sociales) politik tarih alanında doktora yapan ve Zilan Katliamı’na dair kitabı bulunan Dr. Sedat Ulugana, katliamın yapıldığı bölgeye hidroelektrik santrali (HES) yapılmasının hafızayı silmeyi hedeflediğini belirtti
Gazete Duvar’dan Oktay Candemir, Ulugana’yla yaptığı röportaj ile Zilan Deresi’ne HES yapılmasına dönük hazırlığı gündeme taşıdı. Van’ın Erciş ilçesinde bulunan Zilan Deresi’ne hükümet tarafından 2014 yılında HES yapılması için başlatılan çalışmalar çevre örgütleri ve çevre köylerin başvurusu üzerine Danıştay kararıyla durdurulmuştu 2015 yılında Danıştay 6. Dairesinin kararıyla yapımı durdurulan HES projesi, son iki aydır yeniden gündeme getirildi.
Dr. Sedat Ulugana’nın Zilan Deresi ve HES projesi üzerinden Oktay Candemir’in sorularına verdiği yanıtlar ise şu şekilde:
Öncelikle ‘Zilan’ olarak bilinen bölge günümüzde tam olarak nereyi kapsıyor?
Zilan bölgesi Kurmanci’deki karşılığı ile “Geliyê Zilan” Van Gölü’nün kuzeyi ile Ağrı arasındaki dağlık bölgeyi oluşturur. 60’tan fazla yerleşim birimini muhteva eder. Bölgeyi deyim yerinde ise ortadan ikiye ayıran nehir de aynı isim ile anılır. Günümüzde Van-Erciş’in idari sınırları içerisinde yer alır.
Tarihe ‘Zilan Katliamı’ olarak geçen olaylar nasıl gerçekleşti?
Zilan bölgesi, Şeyh Sait (Azadi) başkaldırısından hemen sonra, yani 1925’lerde devletin “tehlikeli” olarak kodladığı yerler arasında yer alır. Nitekim eski İttihatçı yeni Kemalist Mustafa Abdülhalik Bey (Renda) 1926’da kaleme aldığı “gizli” ibareli raporda, “isyan potansiyeli taşıyan üç yer var: Ağrı dağı havalisi-Zilan bölgesi, Sason ve Dersim.” Cümlesini ısrarla vurgular. Ve “bu muhitlerin halledilmesinin genç Kemalist cumhuriyetin yararına olacağı” şeklinde katliama davetiye çıkaran, kasıtlı bir öneride bulunur. Nitekim Ağrı başkaldırısı 1930’da, Ağrı Dağı’ndan Zilan bölgesine taşınca, isyanın modern aklını teşkil eden Hoybun-Taşnaksütyun koalisyonunun temsilcileri olan İhsan Nuri ve Ardeşir Muradyan’ın pek de arzu etmedikleri hadiseler yaşanır. Zilan bölgesindeki karakollara saldırılır, askerler rehin alınır daha sonra Erciş’e saldırılır, uçak karargahındaki savaş uçakları imha edilir. İhsan Nuri de bizzat anılarında bu hadiselerden bahseder. “İsyancılar”ın kendi direktiflerini dinlemediklerinden yakınır. Yereldeki bazı tanıkların ifadelerine göre ise, bu hadiseleri tetikleyen Erciş’teki devletçi milis oluşumunun kendisidir. Hülasa, resmi tarihe “1930 Zeylan ayaklanması” olarak geçen bu hadiseler, aslında dönemin devlet aklı tarafından tertiplenen provokasyonlar zincirinden ibarettir. Bizzat Umumi Müfettiş (bir nevi dönemin OHAL valisi) İbrahim Tali Bey (İzgören) tarafından Ankara’ya “isyan” haberi ulaştırıldığında, Çankaya Köşkü ve Erkan-ı Harbiye karargâhı hareketlenir. Telgraf üstüne telgraf gönderilir, dönemin Genelkurmay Başkanı Fevzi Bey (Çakmak) ve Başvekil İsmet Bey (İnönü) “eşkıyanın derhal tedip ve tenkil edilmesi” yani “örnek ve caydırıcılık oluşturacak şekilde cezalandırılmaları” emrini verirler. Bütün bu sürece -yani 1926-1930 yılları arası- bakıldığında iki mefhum kilit konumdadır: “Halletmek” ve “Tedip-tenkil”. Nitekim 1930 yazında binlerce askerden oluşan devasa bir ordu Zilan bölgesine girer, yarı resmi rakamlara göre 15 binden fazla sivil toplu şekilde öldürülür. Bütün köyler yakılır, ekinler ateşe verilir, su kuyularına toprak doldurulur. Hatta süt elde edilmemesi için inek, keçi ve koyunların göğüsleri kesilir. Kısacası Zilan bölgesi yaşamsızlaştırılır.
Zilan Katliamı kaç yıl sürdü ve ölü sayısı ne kadardır?
Katliam fiziki olarak aslında birkaç yıl boyunca devam eder, sağ kurtulanlar da sonradan bulundukları yerde infaz edilirler, daha sonra 1932’de Ankara’dan bir emir gelir -ki emrin sureti genelkurmay arşivinde mevcuttur, kitap olarak da basılmıştır- denilir ki “Gazi hazretleri diri eşkıya yakalanmasını arzuluyor”, bu süreçten sonra göstermelik bir şekilde binden fazla kişi Adana’ya gönderilir, Adana Ağır Ceza Mahkemesi’nde açılan dava yıllarca sürer. Davanın akabinde yüzlerce aile Orta ve Batı Anadolu’ya sürgün edilir. Bunlardan biri de benim ailemdir.
Daha sonra Zilan Bölgesi’ne dönebilenler olur mu?
Evet. Öncelikle 1948’de “umumi af” ilan edilir. Adana Cezaevi’nde ve sürgünde bulunan mağdurlar bölgeye geri döner. Lakin Zilan hâlâ “yasak bölge” kapsamında olduğu için dönenler köylerine yerleşemezler. Akabinde Demokrat Parti’nin iktidara gelmesi ile birlikte, mağdurlardan oluşan bir heyet Ankara’nın kapısını aşındırmaya başlar. Eski “Ağrı isyancısı” yeni Demokrat Parti Ağrı mebusu Halis Öztürk’ün de girişimi ile Zilan’daki “yasak bölge” uygulaması kısmi olarak kaldırılır. Yani Zilan Deresi’nin batısı “çiftlik” olarak devlete hibe edilirken, doğu yakası tekrar yerleşime açılır. Mağdurlar cenaze kalıntılarını nehir boyunca toprağa gömerek işe başlarlar. Daha sonra köylerini tekrar inşa ederler. Ama Zilan Deresi’nin batı yakası günümüzde de devletin uhdesindedir. Milk, Kunduk, Birhan, Bonizli, Sarkoy, Şorik, Pirneşin, Mirşud isimli köyler haritadan silindi. Arazilerinin bir kısmına Kırgız mülteciler yerleştirildi, geri kalanı da “At üretme çiftliği”ne dönüştürüldü.
Sonraki süreç nasıl gelişti, herhangi bir dava açıldı mı?
Hayır, herhangi bir dava açılmadı. Zilan Katliamı konusunda devletin ketumluğu söz konusu. İktidar tarafından tek parti rejiminin mirasçısı olarak lanse edilen CHP’nin Zilan’da oy tabanının bulunmaması, bu katliamın iktidar tarafından Dersim örneğinde olduğu gibi, en azından dillendirilmesini de engelliyor. 2012’de ben Meclis İnsan Hakları Komisyonu’na katliamın soruşturulması için bir dilekçe verdim. Sanırım bugüne kadar Zilan Katliamı’na dair devlet mercilerine verilen ilk ve yegâne dilekçe de budur. Aylar sonra bana, “Ölen akrabalarınızın kimlik numaralarını bize bildirir misiniz?” şeklinde bir dönüş yaptılar. Lakin acıdır ki, 1930 temmuzunun ortalarında Zilan’ın Cergeşin köyündeki akrabalarımız zaten, “köy meydanında toplanın, devlet size nüfus cüzdanı verecek” diye çağrılmış ve birkaç saat sonra köyün önündeki vadide mitralyöz ateşine tutulmuşlardı.
Katliamın kanıtlarına ulaşılması hâlâ mümkün mü?
Aslında HES projesi ile yapılmak istenen katliam hafızasının yok edilmesidir. Nitekim, Hasanabdal köyündeki toplu mezarların olduğu bölgeyi çevreleyen sur 2014’te devlet tarafından yıkıldı. Katliam hafızasının oluşmasını istemeyen devlet erki, kalan izleri hatta kanıtları yok etmek istiyor. Zira doğduğu yayla gözelerinden tutun, döküldüğü Van Gölü’ne kadar, nehir yatağı binlerce cenazeye ev sahipliği yapıyor. Yine nehir yatağına yakın tarlalarda hâlâ kemik, saç kalıntıları, elbise kalıntıları, kadın ziynet eşyaları ve mermi kovanları bulunuyor. Zilan vadisi su altında kaldığında, bu kalıntılar da bilinmezliğe, hiçliğe gönderilecek. Ve katliam erki bir anlamda kendisini aklamaya çalışacak. Artık Zilan diye bir yerleşim mahalli olmadığına göre, Zilan Katliamı da unutturulmaya çalışılacak…
Bölgede yaşayanlar ne yapacak?
Evet hafıza konusu dışında bir de meselenin ekolojik ve insani boyutu var. Yazılı tarihe göre Urartulardan beri yerleşim yeri olan Zilan’daki insanlar nereye gidecekler? Yeni bir yaşam kurabilecekler mi? Bölgenin sosyo-ekonomik şartları ortada. Zilan bölgesinde tarım alanları son derece kısıtlı. Hayvancılık ile uğraşan halk, 30’lu yıllardan itibaren demografik ve sosyo-ekonomik yapısı değiştirilen ve 90’lı yıllardan beri de uygulanan “yayla yasakları” ve süren savaş koşullarından dolayı son derece fakirleşti. Bu fakir insanları yerlerinden yurtlarından söküp, kent muhitlerindeki derme çatma yapılara ve kısıtlı yaşam koşullarına mahkûm etme pratiği, Zilan Katliamı sürecinin bir manada günümüzde de devam ettiği intibası oluşturuyor.
Ekolojik yıkım derken ne kast ediyorsunuz?
Yaşar Kemal’den tutun Adnan Yücel’e kadar birçok edibi cezbeden Zilan’daki o muazzam güzellikteki doğa yok edilecek. Hayvan ve bitki çeşitliliği minimum seviyeye indirilecek. Urartu yazıtları, kale kalıntıları ve Selçuklu dönemine ait köprüler suya gömülecek. Evliya Çelebi’nin ballandıra ballandıra anlattığı sıcak su kaynakları, termal sular mevcudiyetlerini kaybedecekler. Hele, fay hatlarının son derece aktif olduğu Zilan’da yeni barajlar inşa etmek, Erciş kent merkezinin göbeğine saatli bir atom bombası yerleştirmekle eşdeğerdir. Kısacası yaşlı gezegenimiz Zilan gibi kederli ama güzel bir parçasını sonsuza kadar yitirme tehlikesi ile yüz yüze… Bunu durdurmak kesinlikle elimizde.