Bir gazete haberi şöyle başlıyor: “İstanbul’da dört kardeşin intihar etmesinin ardından Antalya’da dört kişilik bir ailenin cesetleri bulundu. Son olarak İstanbul Bakırköy’de çarşamba günü aynı aileden 3 kişinin cansız bedeni bulunmuştu.”
Türkiye’de her gün 9 kişi intihar ediyor. Dünyada her 3 saniyede bir intihar girişimi oluyor, her 40 saniyede 1 kişi de intihardan ölüyor. Dünyada toplamda günde 1 milyon kişi intihardan hayatını kaybediyor.
Üniversite öğrencisi Sibel Ünli intihar etmeden önceki son sosyal medya paylaşımlarında şunları yazmıştı: “Bir liraya karnımı doyurabilir miyim?”, “Yemekhane kartımda para kalmamış sadece bir liram var, Bir lira kırk kuruşmuş”
800 lira borcu olduğu için intihar eden üniversite öğrencisinden, fabrikada geçim sıkıntısından intihar eden işçiye kadar üst üste intihar haberleri gelmeye devam ediyor.
Dilovası’nda çalıştığı fabrikada intihar eden bir işçinin ardından, aynı fabrikada çalışan başka bir işçinin kurduğu şu cümleler durumun vahametini göstermektedir: “Bugün, geçici çalıştığımız yerde arkadaşımız kendini asarak hayatına son verdi. Bu sabah iş başı yaptıktan sonra, depoda bulundu. En kötüsü savcılık gelene kadar biz arkadaşımızın cansız bedeni orada dururken çalıştık. Artık dayanacak gücümüz kalmadı. Biz çalışmaya devam ettik. Psikolojimizi bozdular.”
Evet, toplumun geldiği noktanın kısa bir özetidir bu cümleler. Geçim sıkıntısı nedeniyle intihar eden, daha doğru bir deyimle faili kapitalist sömürü düzeni olan cinayete kurban giden işçilerin cansız bedeni orta yerde dururken, işçi arkadaşları katili beslemeye devam ediyor. İşçi sınıfını koşulsuz itaate, sermayeyi büyütmeye, hem de ölümü, canı ve kanı pahasına büyütmeye zorluyorlar. İşçi sınıfına onursuzluk dayatılıyor.
Umudun olmadığı yerde insan neden yaşar ki?
İşte, bu hayatta umudu kalmayanların kendilerine sordukları soru bu. İşsizlik, yoksulluk, açlık gerçeği insanları umutsuzluğa, umutsuzluk ise intihara sürüklüyor. Toplumsal bir sorun olarak intiharlar esasında kapitalizme ayna tutuyor.
Bugün kapitalist sistem büyük bir kriz içerisinde. Milyonlar işsiz. Resmi rakamlar 4 milyonu geçmişken gerçek işsizlik rakamlarının 7 milyona ulaştığını herkes biliyor.
Asgari ücretle çalışan 7 milyona yakın işçi-emekçi ise bırakalım yoksulluk sınırını, açlık sınırının altında yaşıyor. Buna yaşama denirse…
Bugün borçlarını ödeyemediği için, çocuğunu okula gönderemediği, çocuğuna pantolon alamadığı, harçlık veremediği için insanlar intihar ediyor.
Bugün cebinde 1-2 lirası olan, gelecekten umudunu kesmiş üniversite öğrencileri intihar ediyorlar.
Devlet yetkilileri çıkıp intihar edenler için “psikolojik sorunları vardı” diyor. Bu düzende umudu tükenen insanların psikolojilerinin bozulmama şansı var mı ki? Bir araştırmaya göre psikolojik sorunlar yaşayanların sayısı 54 milyon. Peki, psikolojik bozuklukların kapitalist sistem gerçeğiyle, umutların tükenmesinin bu sömürü düzeniyle bir bağlantısı yok mu? Elbette ki var.
Umutsuzluğun kaynağı olan sömürü düzeni var olduğu sürece intiharlar devam edecektir.
Bizler bu düzenin değişebileceğine, bu düzenin yıkılabileceğine dair umudu büyütmeliyiz. Bu da lafla olmaz. Örgütlü mücadele ile olur.
Evet, Nazım’ın dediği gibi, umut insandadır. Ancak tarihsel ve toplumsal koşullardan yalıtılmış insanda değil, bugünkü verili koşullara karşı ayağa kalkmış, örgütlü bir sınıftadır umut.
Bu düzen yıkılmaz değildir. Bunun böyle olduğu düşüncesinden hareketle başlanmalıdır mücadeleye. Umudun inşası ancak bu şekilde olanaklıdır.