9 Eylül 1976’da yitirdiğimiz, Çin Halk Devrimi’nin büyük önderi Başkan Mao’yu saygıyla anıyoruz…
Büyük Ekim Sosyalist Devrimi’nin 22. yıldönümünün yaklaşmakta olması nedeniyle, Çin-Sovyet Kültür Derneği benden bir makale istedi. Kendi gözlemlerime dayanarak Sovyetler Birliği ile Çin’i ilgilendiren bazı sorunları açıklığa kavuşturmak istiyorum. Çünkü bunlar bugün Çin’de halk arasında tartışılmaktadır ve henüz kesin bir sonuca varılamamıştır. Avrupa’daki savaş ve Çin-Sovyet ilişkileri ile ilgilenenlere fikirlerimi açıklamak için bu fırsattan yararlanmak istiyorum.
Bazı kimseler, bir dünya savaşının başlamasının Sovyetler Birliği’nin çıkarına olduğu için, onun dünya barışının devam etmesini istemediğini; şimdiki savaşın, Sovyetler Birliği’nin İngiltere ve Fransa ile bir karşılıklı yardımlaşma anlaşması yerine, Almanya ile bir saldırmazlık anlaşması imzalaması yüzünden çıktığını söylüyorlar. Ben bu görüşün yanlış olduğunu düşünüyorum. Çok uzun bir süre boyunca Sovyetler Birliği’nin dış siyaseti, tutarlı olarak bir barış siyaseti olmuştur. Bu siyaset Sovyetler Birliği’nin çıkarları ile insanlığın büyük çoğunluğunun çıkarları arasındaki yakın ilişki üzerine kurulmuştur. Sovyetler Birliği kendi sosyalist inşası için daima barışa, öbür ülkelerle barış ilişkilerini geliştirmeye ve Sovyet aleyhtarı bir savaşı önlemeye ihtiyaç duymuştur. Dünya çapında bir barışın sağlanması uğrunda Sovyetler Birliği, faşist ülkelerin saldırısını durdurmaya, sözde demokratik ülkelerin savaş kışkırtıcılığını önlemeye ve bir emperyalist dünya savaşının çıkmasını mümkün olduğu kadar ertelemeye ihtiyaç duymuştur. Sovyetler Birliği, her zaman, dünya barışı davası için büyük çaba harcamıştır. Mesela Milletler Cemiyeti’ne katılmış, Fransa ve Çekoslovakya ile karşılıklı yardımlaşma anlaşmaları imzalamış ve İngiltere ve barış isteyebilecek bütün ülkelerle güvenlik anlaşmaları yapmaya büyük çaba harcamıştır. Almanya ve İtalya beraberce İspanya’yı işgal edip, İngiltere, Birleşik Amerika ve Fransa ise sözde “müdahale etmeme” siyasetine sarıldıkları fakat aslında saldırıya göz yumdukları zaman, Sovyetler Birliği “müdahale etmeme” siyasetine karşı çıktı ve Almanya ve İtalya’ya karşı direnişlerinde İspanyol Cumhuriyetçi güçlerine etkin destek sağladı.
Japonya Çin’i işgal ettiği ve bu üç devlet gene aynı “müdahale etmeme” siyasetini benimsedikleri zaman, Sovyetler Birliği, Çin’le sadece bir saldırmazlık anlaşması imzalamakla kalmadı, ona direnişinde etkin bir şekilde yardım etti. İngiltere ve Fransa Hitler’in saldırısına göz yumup Avusturya ve Çekoslovakya’yı feda ettiklerinde, Münih siyasetinin gerisinde yatan çirkin emelleri gözler önüne sermek için her türlü çabayı harcadı ve İngiltere ile Fransa’ya bundan sonraki saldırıları önlemek için önerilerde bulundu.
Bu yılın ilkbahar ve yazında Polonya en önemli mesele haline geldiği ve dünya savaşının başlaması gün meselesi olduğu zaman Chamberlain ve Daladier’nin bütün samimiyetsizliğine rağmen, Sovyetler Birliği tam dört ay boyunca savaşı önlemek için İngiltere ve Fransa ile bir karşılıklı yardımlaşma anlaşması imzalamak için görüşmeler yaptı. Ancak bütün bu çabalar İngiliz ve Fransız hükümetlerinin savaşa göz yumma, savaşı başlatma ve yayma emperyalist siyaseti tarafından boşa çıkarıldı. Bunun sonucunda dünya barışı davası yenilgiye uğratıldı ve emperyalist savaş başladı.
İngiltere, Birleşik Amerika ve Fransa hükümetleri bu savaşı gerçekten önlemeyi hiçbir zaman istemediler; tam tersine onun başlamasına yardım ettiler. Onların Sovyetler Birliği ile anlaşıp, eşitlik ve ilişkilerin karşılıklı olmasına dayanan gerçekten etkili bir karşılıklı yardım anlaşması yapmayı reddetmeleri, barış değil savaş istediklerini kanıtladı. Herkes biliyor ki bugünkü dünyada Sovyetler Birliği’nin reddedilmesi, barışın reddedilmesi anlamına gelir. İngiliz burjuvazisinin tipik temsilcisi olan Lloyd George bile bunu bilir.
İşte Sovyet-Alman Saldırmazlık Antlaşması bu şartlarda ve Almanya, Sovyet aleyhtarı faaliyetlerine son vermeyi kabul ettiği, Komünist Enternasyonal’e Karşı Anlaşma’dan vazgeçtiği ve Sovyet sınırlarının dokunulmazlığını tanıdığı bir zamanda yapıldı. İngiltere, Amerika ve Fransa’nın planları Almanya’yı Sovyetler Birliği’ne saldırmaya kışkırtmaktı; böylece kendileri “dağın tepesinde oturup kaplanların kavgasını seyredecekler”, Sovyetler Birliği ile Almanya birbirlerini yıprattıktan sonra aşağı inerek duruma hâkim olacaklardı. Sovyet-Alman Saldırmazlık Antlaşması bu komployu yerle bir etti. Bazı yurttaşlarımız savaşa göz yuman, savaş çıkaran ve bir dünya savaşının çıkmasını hızlandıran İngiliz-Fransız emperyalistlerinin bu komplosunu gözden kaçırmakla, bu entrikacıların tatlı sözlerine aldanmış oldular. Bu kurnaz politikacılar İspanya’ya, Çin’e, Avusturya ve Çekoslovakya’ya karşı girişilen saldırıyı durdurmakla hiç ilgilenmiyorlardı. Tam tersine, tavşana kaç, tazıya tut diyen bir siyaset izleyerek, saldırıya göz yumdular ve savaş çıkardılar. Faaliyetlerini de utanmadan “müdahale etmeme” olarak tanımladılar. Aslında yaptıkları, “dağın tepesinde oturup, kaplanların dövüşmesini seyretmekti”. Bütün dünyada birçok insan, Chemberlain ve ortaklarının tebessümlerinin arkasındaki caniyane planları görmeyerek ya da Sovyet-Alman Saldırmazlık Antlaşması’nın Chemberlain ve Daladier’nin Sovyetler Birliği’ni reddedip emperyalist bir savaş çıkarmaya karar vermelerinden sonra yapıldığını görmeyerek, onların tatlı sözlerine kandı. Artık bu insanlar uyanmalıdır. Sovyetler Birliği’nin son dakikaya kadar dünya barışını korumak için çaba göstermesi, Sovyetler Birliği’nin çıkarlarının, insanlığın ezici çoğunluğunun çıkarları ile bir olduğunu gösteriyor. Üzerinde durmak istediğim birinci mesele buydu.
Bazı kişiler şimdi ikinci emperyalist savaş başladığına göre, Sovyetler Birliği’nin belki de taraf tutacağını, başka bir deyişle, Sovyet Kızıl Ordusu’nun Alman emperyalist cephesine katılmak üzere olduğunu söylüyorlar. Ben bu görüşün yanlış olduğunu düşünüyorum. İster İngiliz-Fransızların, isterse Almanların açısından bakılsın, şimdi patlak veren savaş haksız, yağmacı ve emperyalist bir savaştır. Komünist Partileri ve bütün dünya halkları bu savaşa karşı ayaklanmalı ve savaşan tarafların her ikisinin de emperyalist niteliğini ortaya koymalıdırlar. Çünkü bu emperyalist savaş dünya halklarına yarar değil zarar getirmektedir. Onlar, emperyalist savaşı destekleyen ve proletaryanın çıkarlarına ihanet eden sosyal-demokrat partilerin canice faaliyetlerini teşhir etmelidirler.
Sovyetler Birliği, Komünist Partisinin iktidarda olduğu sosyalist bir ülkedir. Bundan dolayı savaşlara karşı iki yönlü, kesin bir tutumu vardır: 1) Haksız, yağmacı ve emperyalist savaşlara katılmayı kesinlikle reddeder ve savaşan taraflara karşı kesin bir tarafsızlık uygular. Bu nedenle Sovyet Kızıl Ordusu hiçbir zaman ilkelere sırtını dönüp iki emperyalist savaş cephesinden birine katılmayacaktır. 2) Sovyetler Birliği haklı ve yağmacı olmayan kurtuluş savaşlarını etkin bir şekilde desteklemektedir. Örneğin bundan on üç yıl önce Kuzey Seferi savaşında Çin halkına ve bu yıla kadar Almanya ve İtalya’ya karşı sürdürdüğü savaşta İspanya halkına yardım etti. Son iki yıldır Çin halkına Japonya’ya Karşı Direnme Savaşı’nda ve son birkaç aydan beri de Moğolistan halkına Japonya’ya karşı direnişinde yardım etmektedir. İlerde de kitlelerin ya da bir milletin kurtuluşu için başka ülkelerde verilecek savaşlara, mutlaka yardım edecektir. Barışın korunmasına yardım edecek olan savaşlara mutlaka yardım edecektir. Sovyetler Birliği’nin son yirmi iki yıllık tarihi bunu şimdiden ispatlamıştır. Tarih bunu ilerde de tekrar ispatlayacaktır.
Bazı kimseler Sovyet-Alman Ticaret Anlaşması’na dayanan Sovyet-Alman ticaretini, Almanya’nın yanında savaşa katılma olarak görüyorlar. Bu görüş de, ticareti savaşa katılmakla karıştırdığı için yanlıştır. Ticaret, savaşa katılmakla ya da yardım vermekle karıştırılmamalıdır. Mesela, İspanya savaşı sırasında Sovyetler Birliği Almanya ve İtalya ile ticaret yaptı, fakat kimse çıkıp da Sovyetler Birliği’nin Almanya ve İtalya’ya, İspanya’ya yaptıkları saldırıda yardım ettiğini iddia etmedi. Tam tersine, bu saldırıya karşı direnişinde İspanya’ya yardım ettiğini söylediler. Bunun nedeni Sovyetler Birliği’nin İspanya’ya gerçekten yardım etmiş olmasıdır.
Gene aynı şekilde şimdiki Çin-Japon savaşında Sovyetler Birliği Japonya ile ticaret yapıyor, ama dünyada hiç kimse Sovyetler Birliği’nin Japonya’ya Çin’e karşı saldırısında yardım ettiğini söylemiyor. Tam tersine Çin’in bu saldırıya direnişine yardım ettiğini söylüyorlar; çünkü Sovyetler Birliği Çin’e gerçekten yardım etmektedir. Şu anda, dünya savaşına katılan her iki tarafın da Sovyetler Birliği ile ticarî ilişkileri var. Ama bu, hiçbir tarafa yardım ettiği anlamına gelmez; savaşa katıldığı anlamına ise hiç gelmez. Ancak savaşın niteliği değişirse, savaş bir ya da birkaç ülkede, gereken değişikliklerden geçer ve Sovyetler Birliği’ne ve dünya halklarına elverişli bir duruma gelirse, Sovyetler Birliği’nin yardım etmesi ya da katılması mümkün olur, yoksa olmaz.
Sovyetler Birliği’nin savaşan taraflardan biri ya da diğeri ile söz konusu ülkenin ne derece dost ya da düşman olduğuna bağlı olarak, az ya da çok, tercihli ya da daha az tercihli ticaret yapmak zorunda olması meselesine gelince, bu Sovyetler Birliği’nin değil savaşan tarafların tavrına bağlıdır. Ama bir ya da birkaç ülke Sovyet aleyhtarı bir tavır takınsalar bile, Almanya’nın 23 Ağustos’tan önce yaptığı gibi diplomatik ilişkileri sürdürmeyi ve ticarî anlaşmalar yapmayı kabul ettikleri ve ona savaş ilan etmedikleri sürece, Sovyetler Birliği onlarla ticarî ilişkilerini koparmayacaktır. Böyle ticarî ilişkilerin yardım anlamına gelmediği, savaşa katılmak anlamına ise hiç gelmediği iyice anlaşılmalıdır. Üzerinde durmak istediğim ikinci mesele buydu.
Çin’de birçok kimse Sovyet askerlerinin Polonya’ya girmesine şaşırdı. Polonya meselesi değişik açılardan ele alınmalıdır: Almanya’nın, İngiltere’nin, Fransa’nın ve Polonya hükümeti, Polonya halkı ve Sovyetler Birliği’nin görüş açılarından. Almanya, savaşı, Polonya halkını yağmalamak ve İngiliz-Fransız emperyalist cephesinin bir kanadını çökertmek için başlattı. Almanya’nın savaşı niteliği dolayısıyla emperyalisttir ve hoş görülmemeli, ona karşı çıkılmalıdır. İngiltere ve Fransa’ya gelince, onlar Polonya’yı malî sermayeleri için bir talan alanı olarak gördüler; Alman emperyalistlerinin, dünya ganimetlerini yeniden bölüşme çabalarını boşa çıkarmak için onu kullandılar ve onu kendi emperyalist cephelerinin bir kanadı haline getirdiler. Dolayısıyla, onların savaşı emperyalist bir savaştır; onların Polonya’ya sözde yardımları sadece Polonya’nın köleleştirilmesinde Almanya’yla yarışabilmelerine hizmet ediyor. Bu savaşa da göz yumulmamalı ona karşı çıkılmalıdır.
Polonya hükümetine gelince, bu hükümet, işçileri, köylüleri amansızca sömüren, Polonyalı demokratları ezen Polonyalı toprak ağalarının ve burjuvazinin faşist ve gerici hükümetiydi. Bundan da öteye bu hükümet, sayıları on milyonu aşan Ukraynalıları, Beyaz Rusları, Yahudileri, Almanları, Litvanyalıları ve Polonyalı olmayan başka azınlık milliyetlerini insafsızca ezen Büyük Polonya şovenlerinin hükümetiydi. Bu hükümetin kendisi de emperyalist bir hükümetti. Savaşta bu gerici hükümet Polonya halkını, İngiliz ve Fransız malî sermayesinin çıkarları uğruna gözü kapalı feda etti, gönüllü olarak gerici uluslararası malî sermaye cephesinin Polonya’daki şubesi olarak hizmet etti. Yirmi yıl boyunca Polonya hükümeti Sovyetler Birliği’ne karşı çıktı ve İngiltere, Fransa ve Sovyetler Birliği arasındaki görüşmelerde Sovyetler Birliği’nin askerî yardım teklifini inatla reddetti. Dahası bu son derece beceriksiz bir hükümetti. Bir milyon beş yüz bin kişilik muazzam ordusu daha ilk darbede dağıldı ve Polonya halkını Alman emperyalizminin çizmeleri altında bırakarak sadece iki hafta içinde ülkenin mahvolmasına sebep oldu. Polonya hükümetinin büyük suçları işte bunlardı. Bizim bu hükümet için sempati beslememiz yanlış olur.
Polonya halkına gelince, onlar kurban durumundadırlar. Onlar Alman faşistlerinin, kendi gerici toprak ağası ve burjuva sınıflarının zulmüne karşı ayaklanmalı ve bağımsız, özgür ve demokratik bir Polonya devleti kurmalıdırlar. Hiç kuşkusuz bizim sempatimiz Polonya halkınadır.
Sovyetler Birliği’ne gelince, onun yaptıkları tamamen haklıdır. Sovyetler Birliği iki sorunla karşı karşıyaydı. Birinci sorun şuydu: Bütün Polonya’yı Alman emperyalistlerinin egemenliğine bırakmak mı, yoksa Doğu Polonya’daki azınlık milliyetlerinin kurtuluşlarına yardım etmek mi? Sovyetler Birliği ikinci yolu seçti.
1918’de Brest-Litovsk Anlaşması imzalandığı zaman, üzerinde Beyaz Rusların ve Ukraynalıların yaşadığı geniş bir bölge yeni doğmuş olan Sovyet devletinden Alman emperyalistleri tarafından koparılmış ve sonradan Versay Anlaşması’yla keyfi olarak gerici Polonya hükümetinin yönetimi altına verilmişti. Şimdi Sovyetler Birliği sadece kaybettiği topraklarını geri almış, ezilen Beyaz Rusları ve Ukraynalıları kurtarmış ve onları Alman zulmüne karşı korumuştur. Son günlerde gelen haberler bu azınlık milliyetlerinin Kızıl Orduyu nasıl yiyecek ve içecekle, sıcak bir şekilde kurtarıcıları olarak karşıladıklarını gösteriyor. Buna karşılık Alman askerleri tarafından işgal edilen Batı Polonya’dan ya da Fransız askerleri tarafından işgal edilen Batı Almanya’dan buna benzer bir tek haber gelmedi. Bu, Sovyetler Birliği’nin savaşının haklı ve yağmacı olmayan bir kurtuluş savaşı olduğunu, zayıf ve küçük milletlerin kurtulmasına yardım eden ve halkları özgürlüğe kavuşturan bir kurtuluş savaşı olduğunu açıkça gösteriyor.
Öbür taraftan Almanya’nın, İngiltere’nin ve Fransa’nın yürüttükleri savaş, başka halkları ve milletleri ezmek için yapılan haksız, yağmacı ve emperyalist bir savaştır. Sovyetler Birliği’nin karşılaştığı ikinci sorun, Chamberlain’ın eski Sovyet aleyhtarı siyasetine devam etmek istemesiydi. Onun siyaseti birinci olarak, Almanya’yı büyük bir abluka altına almak ve batıdan baskı uygulamak; ikinci olarak, Almanya’yı yalnız bırakabilmek için Amerika’yla bir ittifak kurmak ve İtalya, Japonya ve Doğu Avrupa’nın öbür ülkelerini satın almak; ve üçüncü olarak da Almanya’ya Polonya’yı, hatta Romanya ve Macaristan’ı rüşvet olarak vermekti. Kısacası Chamberlain, Almanya’yı Sovyet-Alman Saldırmazlık Antlaşmasını bozmaya ve toplarını Sovyetler Birliği’ne çevirmeye zorlamak için her türlü tehdit ve rüşvete başvurdu.
Bu komplo bir süredir devam ediyor ve daha da devam edecektir. Güçlü Sovyet ordusunun, Sovyetler Birliği’nin kendi topraklarını geri almak ve oradaki zayıf ve küçük milliyetleri kurtarmak için Doğu Polonya’ya girmesi, aynı zamanda, Alman saldırgan güçlerinin doğuya doğru genişlemesini önlemeyi ve Chamberlain’ın komplosunu bozmayı amaçlayan pratik bir önlemdi. Son birkaç günün haberlerine bakılırsa Sovyet siyaseti çok başarılı olmuştur. Bu, Sovyetler Birliği’nin çıkarlarının, gerici Polonya yönetimi altındaki ezilen halklar da dâhil olmak üzere insanlığın ezici çoğunluğunun çıkarlarıyla bir olduğunu somut olarak göstermektedir. Üzerinde durmak istediğim üçüncü mesele buydu.
Sovyet-Alman Saldırmazlık Antlaşması’nın imzalanmasından sonra meydana gelen durum Japonya’ya büyük bir darbe indiriyor. Çin’e ise büyük bir yardım teşkil ediyor. Bu, Japonya’ya karşı direnenlerin durumunu güçlendiriyor, teslimiyetçilerin durumunu ise zayıflatıyor. Haklı olarak Çin halkı bu anlaşmayı sevinçle karşıladı. Fakat Nomonhan Ateşkes Anlaşması’nın imzalanmasından beri İngiliz ve Amerikan haber ajansları, yakında bir Sovyet-Japon Saldırmazlık Antlaşmasının imzalanacağı hikâyesini yaymakla meşguller. Bu, Sovyetler Birliği’nin artık Çin’e yardım etmeyeceğini düşünen bazı Çinliler arasında tereddüde yol açıyor. Ben onların yanıldıkları kanısındayım. Nomonhan Ateşkes Anlaşması’nın niteliği bundan önceki Çang Kufeng Ateşkes Anlaşması’nın niteliğiyle aynıdır. Bunun anlamı yenilgiyi kabul eden Japon militaristlerinin Sovyet ve Moğolistan sınırlarının dokunulmazlığını tanımak zorunda kalmalarıdır. Bu ateşkes anlaşmaları Sovyetler’in Çin’e yardımını azaltmasına değil arttırmasına olanak sağlayacaktır.
Japon-Sovyet Saldırmazlık Antlaşması söylentilerine gelince, Sovyetler Birliği bunu yıllardır öneriyor, Japonya ise bunu her defasında reddediyor. Şimdi Japon hâkim sınıfının bir kesimi Sovyetler Birliği ile böyle bir anlaşma yapmayı istiyor, ancak Sovyetler Birliği’nin kabul edip etmeyeceği, anlaşmanın Sovyetler Birliği’nin ve insanlığın ezici çoğunluğunun çıkarlarına uygun olup olmadığı temel ilkesine bağlıdır. Özel olarak da anlaşmanın Çin millî kurtuluş savaşının çıkarlarıyla çelişip çelişmediğine bağlıdır.
Stalin’in Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin bu yılın 10 Mart’ındaki 18. Kongresine verdiği rapora ve Molotov’un SSCB Yüksek Sovyet’inde 30 Mayıs’ta yaptığı konuşmaya bakacak olursak, bence Sovyetler Birliği bu temel ilkeden vazgeçmeyecektir. Anlaşma imzalansa bile, Sovyetler Birliği Çin’e yardım etmek konusundaki hareket serbestîsini kısıtlayıcı hiçbir şeye razı olmayacaktır. Sovyetler Birliği’nin çıkarları Çin’in millî kurtuluşunun çıkarlarıyla hiçbir zaman çelişmeyecek, daima ona uygun olacaktır. Bence bundan hiç şüphe edilemez. Sovyetler Birliği’ne karşı önyargıları olan kimseler Nomonhan Ateşkes Anlaşması ve Japon- Sovyet Saldırmazlık Antlaşması söylentilerinden, mesele çıkarmak ve Çin ve Sovyetler Birliği gibi iki büyük millet arasında soğukluk yaratmak için yaralanıyorlar. İngiliz, Amerikan ve Fransız komplocularının ve Çinli teslimiyetçilerin yaptığı budur. Bu son derece tehlikeli olduğu için onların kirli oyunlarını iyice teşhir etmeliyiz.
Açıktır ki, Çin’in dış siyaseti Japon saldırısına karşı direnmek olmalıdır. Bu siyaset, esas olarak kendi gücümüze güvenmekle beraber, dışardan yardım alma olasılığını gözardı etmemek demektir. Şimdi emperyalist dünya savaşı başladığına göre, dış yardım başlıca üç kaynaktan gelecek demektir: 1. Sosyalist Sovyetler Birliği, 2. kapitalist ülkelerin halkları ve 3. sömürge ve yarı-sömürgelerdeki ezilen milletler. Bunlar bizim güvenebileceğimiz tek yardım kaynaklarıdır. Gelmesi sağlansa bile bunların dışındaki her türlü dış yardım denebilecek şeyi, sadece tamamlayıcı ve geçici olarak görebiliriz. Tabii ki Çin şöyle tamamlayıcı ve geçici dış yardımlar almaya çalışmalıdır, fakat ona hiçbir zaman bel bağlamamalı ya da bu yardımın güvenilir olduğunu düşünmemelidir. Emperyalist savaşta, savaşan taraflara karşı Çin kesin bir tarafsızlık gütmeli ve hiçbir tarafa katılmamalıdır. Çin’in İngiliz-Fransız emperyalist savaş cephesine katılmasını istemek, Direnme Savaşı’na ve Çin milletinin bağımsızlık ve kurtuluş mücadelesine zararlı olan teslimiyetçi bir görüştür ve derhal reddedilmelidir. Bu, sözünü etmek istediğim dördüncü konuydu.
Bu dört konu yurttaşlarımız tarafından geniş bir şekilde tartışılmaktadır. Amaç Japon saldırısına karşı zafer kazanmak olduğu için, uluslararası meselelerin incelenmesi, emperyalist dünya savaşı ile Çin’in Direnme Savaşı arasındaki ilişkilerin ve Sovyetler Birliği ile Çin arasındaki ilişkilerin ele alınması çok iyi bir şeydir. Burada bu konular üzerindeki temel görüşlerimden bazılarını ortaya koydum ve okuyucuların da bu görüşler hakkındaki düşüncelerini açıklamaktan kaçınmayacaklarını umut ediyorum.
28 Eylül 1939
(Seçme Eserler, Cilt: 2, Kaynak Yayınları, s. 278-287)