Birleşik Kamu-İş Konfederasyonu’nun Ar-Ge birimi KAMU-AR’ın, dört kişilik bir ailenin, dengeli ve sağlıklı beslenebilmesi için tüketmesi gereken gıda miktarlarına göre belirlenen açlık sınırının Temmuz 2021 sonuçları açıklandı. Açlık sınırı Temmuz’da bir önceki aya göre 45 lira arttı. Bu yılın ilk yedi aylık döneminde ise açlık sınırı 367 lira arttı.
Dört kişilik bir ailenin dengeli ve sağlıklı beslenebilmesi için alması gereken kaloriyi sağlayacak gıda maddelerinden oluşturulan bir sepete aylık ödenmesi gereken para Temmuz ayında 3 bin 513 lira olarak hesaplandı.
Bu hesaplamaya göre Temmuz’da açlık sınırı yetişkin bir erkek için 1.010 lira, yetişkin bir kadın için 808 lira, genç için 1.090 lira, çocuk için 606 lira oldu. Bu arada gıda dışındaki temel ihtiyaçların da hesaplandığı yoksulluk sınırı ise, Temmuz ayında dört kişilik bir aile için 12 bin 195 liraya yükseldi.
***
Açlık sınırı 3 bin 513 liraya ulaşırken asgari ücret brüt 3 bin 577 lira 50 kuruş, net 2 bin 825 lira 90 kuruştur. Asgari ücret ile açlık sınırı arasındaki makas günden güne açılıyor. Zira ücret sabitken gıda maddelerinin fiyatları sürekli artıyor. Asgari ücretle açıklık sınırı arasındaki uçurum günden güne derinleşirken, milyonlarca işçi ise asgari ücret bile alamıyor.
İşsizler bir yana bırakılsa bile, asgari ücret ve daha düşük ücrete çalışanlar ile aileleri toplumun yarısından fazlasını oluşturuyor. Bu tabloda iyimser bir hesaplamaya göre bile 45-50 milyon kişi açlık sınırı altında bir yaşama mahkum ediliyor.
Sermayenin vurucu gücü AKP-MHP rejimi, on milyonlarca işçi ve emekçiye açlık sınırının altında bir yaşam standardını reva görüyor. Bu mafyatik rejimin şefleri ve beslemeleri ise tam bir pişkinlikle saraylarında/villalarında lüks ve sefahat sürüyor. Bu yozlaşmış ‘yerli/milli’ şebeke, derinleşen sorunlara çözüm aramak bir yana, yoksulluk ve sefaleti, yalan nutuklar atarak inkar ediyor.
Toplumun yarıdan fazlasını açlık sınırının altında bir yaşamaya mahkum edenler halen şirketlere milyar dolarlık ihaleler veriyor, yeni saraylar inşa ediyor, rejiminin memurlarına üç-beş dolgun maaş dağıtıyor, kurumların başına atanan yandaşlar ise kayırdıkları kişilere mevkiler dağıtıyor. “Örtülü ödenek” adı altında milyarları savuran bu rejim halen on binlerce kişiden oluşan cihatçı bölüklere maaşlar ödüyor, Diyanet İşleri Başkanlığı gibi asalak bir kuruma on milyarlara ulaşan bütçeler ayırıyor, Türkiye’dekiler yetmiyor Kıbrıs’a da “külliye” ve “millet bahçesi” inşa edeceğine dair “müjde” veriyor vb…
***
Görüldüğü üzere toplumun yarısından fazlasının açlık sınırının altında yaşamaya mahkum edilmesi parasızlıktan kaynaklanmıyor. Bütün değerleri üreten işçi ve emekçilerin aldığı ücretlerin düşük olması ve satın alma gücünün günden güne düşmesinden kaynaklanıyor. Sorun gelirin olmaması değil, emekçilerin payına düşen sürekli azalırken kapitalistler ve mafyatik rejimin efendilerinin aldıkları payın çok yüksek olmasıdır.
Kapitalizm sömürüye dayalı ücretli kölelik sistemidir. Dolayısıyla bu sistemde gelir dağılımı eşitliği diye bir şey olamaz. Tersine, sistemin varlığı tam da sömürü ve yağmaya dayalıdır. Bu sistemde rejim de mafyalaşmışken işçi sınıfı ve emekçilerin gelirden aldıkları payı kısmen de olsa arttırabilmeleri, ancak “sınıfa karşı sınıf” kararlığı ve fiili/meşru mücadelenin yükseltilmesiyle mümkün olabilir.
İşçi sınıfı ve emekçiler kendilerine dayatılan açlık sınırı altında yaşamayı reddetmeli, sermaye ve onun vurucu gücü olan ‘yerli/milli’ AKP-MHP rejimine karşı örgütlü mücadeleyi yükseltmeliler. İnsanca ve onurlu bir yaşamı başka türlü kazanmanın imkanı yoktur.