Karl Marx, 5 Mayıs 1818’de Prusya’nın Trier kentinde doğdu. Ailesi orta halli bir aile idi. Küçüklüğünden itibaren iyi bir eğitim gördü. Önce Bonn, sonra da Berlin Üniversitesi'nde, hukuk, tarih ve felsefe okudu. Üniversite yıllarında genç bir Hegelci’ydi. Ne var ki, Marx burada durmadı. Dinamik yaşadığı bir sürecin sonunda, dönemin ilk materyalistlerinden biri olan Ludwig Feuerbach'ın etkisi ile genç bir Feuerbachçı oldu. Ludwig Feuerbach Hegel'in idealizmi ile bağlarını koparma yolunda önemli adımlar atmıştı. Buna karşın bu tam bir kopuş, daha başka bir ifade ile yeterince köklü ve tutarlı bir kopuş değildi. Sadece bu yönde bir yol açmıştı, bunun zeminini döşemişti.
Önceleri yalnız, daha sonra F. Engels'le ortaklaşa bilimsel sosyalizmi inşa işine girişti. Kendilerini önceleyen filozoflardan, iktisatçılardan, insanlık tarihine, Engels'in deyimi ile özellikle yazılı tarihe ait tüm düşünce birikiminden, onların ileriye açık yanlarından yararlandı. Düşünceyi de, pratiği de kendileriyle başlatmadı. Sadece diyalektik inkar yoluyla onları aştı, yine kendi deyimi ile geçmiş filozof ve iktisatçıların eklektik ve tutarsız, bu nedenle de baş aşağı duran teorilerini doğrulttu, ayaklarının üstüne dikerek, onları tutarlı sonuçlarına kavuşturdu.
O güne kadar tüm filozoflar sadece dünyayı yorumlamakla sınırlamışlardı kendilerini. Marx kendisini hem de kalın bir çizgi ile onların tümünden ayırdı. O bir masa başı filozofu değildi. Bu anlamda bir deha olmayı hiç istemedi. Fakat o, bundan ötesini arzuladı. Kendi mensubu olduğu sınıfı radikal biçimde terk etti, amiyane deyimle sınıfına ihanet etti ve proletaryanın safına katıldı. Salt düşünce olarak değil, pratik olarak da. Teorisini inşa ettiği sınıf mücadelelerine, en iyi bir ifade ile dünyayı değiştirme mücadelesine katıldı. Sonuç olarak Marx tam bir devrimciydi.
Marx bir bilimsel düşünce adamı olduğu gibi, bir kavga adamıydı da. Başından itibaren, işçi sınıfının burjuvazi ile kavgasının, yani devrimci sınıf mücadelesinin ve onun doruğu olan devrimin ancak ve ancak bir örgütle, bir devrimci parti ile zafere ulaşabileceğini düşünüyordu. Örgütü, dünyayı değiştirme kavgasının en güçlü manivelası olarak görüyordu. Bu düşünceden hareketle 1840'lı yıllardan itibaren yoldaşı Engels'le birlikte örgüt sorununa yöneldiler. Birlikte Komünistler Birliği'ni kurdular, yönettiler.
1840'lı yıllar kıtanın her yerinde, özellikle de Fransa'da işçi sınıfının tarih sahnesine iyiden iyiye yerleştiği bir dönem oldu. Paris başta olmak üzere kıta Avrupası’nın başkentleri sınıf hareketleriyle çalkalanıyordu. Lakin bir sorun vardı, ortalıkta çok sayıda sosyalizm iddialı eğilimler dolaşıyordu. Marx, Engels ve onlara yakın duranlar kendilerini bunlardan ayrı tutuyorlar, kendilerini komünist olarak tanımlıyorlardı. Ne var ki, ortada hala komünistlerin ne dediğine, ne için savaştıklarına ilişkin tam ve bütünlüklü bir program yoktu. Oysa, özellikle Paris'te sınıf mücadelesinin ateşi yükseliyor, barikatlar kuruluyordu. Tüm dünya işçileri adına Paris işçileri iktidara talip oluyor, göğü fethe hazırlanıyorlardı. İşçi sınıfına bir yön, bir hedef göstermek, eline bir program vermek acil ve yaşamsaldı. Paris proletaryası önce 1848 Şubat'ında, sonra da Haziran'ında barikatlara çıktılar. İşte tam bu çıkışın öngünlerinde Komünistler Birliği'nin kararı ile Marx ve Engels Komünist Manifesto'yu kaleme aldılar.
Bu tablo, Marx ve Engels'in ortak ürünü olan bilimsel dünya görüşünün masa başında oluşturulan dahiyane düşünceler olmadığının, Marx ve Engels'in de bu dahiyane düşünceleri üreten dahiler olmadığının parlak bir kanıtıydı. Onların damgasını taşıyan bilimsel sosyalizm sınıf mücadelesinin senteziydi. Pratiğin ateşi içinde geliştirilip olgunlaştırılıyordu. Eksik yanları, ha keza devrimci sınıf savaşımı içerisinde giderilmişti. Marx'ın ilk anlarda "umutsuz bir kalkışma" olarak nitelediği ve ancak, başladığında, "Göğü fethe çıkan Parisli işçilerin tarihsel girişkenliklerinin parlak bir örneği" olarak tanımladığı ayaklanmanın ve onun eseri olan Komün deneyiminin derslerinden yararlanarak, devlet ve proletarya diktatörlüğü konusunda yaptıkları düzeltme bu durumun en iyi örneğidir. Marks ve Engels'in ortaya koyduğu perspektif Lenin'in Devlet ve Devrim adlı eserine referans olmuş, Ekim Devrimi günlerinde bir parlak fener işlevi görmüştür. Keza Fransa'da Sınıf Savaşımları ve Louis Bonaparte'ın 18 Brumaire’i adlı eserleri de bu dönemin ürünleridir.
Karl Marx'ın ömrü tümüyle bilimsel olan eserler yazmakla geçti. Hiç eskimeyen, çürütülemeyen, aradan geçen uzun yıllara rağmen hala güncel olan, böyle olduğu sadece Marksistler tarafından değil, burjuva ideologlar tarafından da kabul edilip itiraf edilen en büyük eseri ise, kapitalizmin eninde sonunda yıkılacağını ve yerine kaçınılmaz olarak sosyalizmin kurulacağını açıkladığı Kapital'dir.
Karl Marx'ın proletaryaya kazandırdığı bir diğer silah da Komünist Manifesto'dan itibaren olmazsa olmaz olarak nitelediği örgüt fikri ve pratiğidir. I. Enternasyonal adımı bunun en somut ifadesidir. Marx partiyi ve dünya devrim partisi olarak nitelediği Enternasyonal'i proletarya ve dünya devrimi için yaşamsal olarak nitelemiştir.
Dünya proletaryası büyük öğretmeni Karl Marx'ı 14 Mart 1883 tarihinde yitirdi. Ancak o, dün olduğu gibi bugün de dünya proletaryasına ve komünistlere yol göstermeye devam ediyor. Çünkü Karl Marx, proletaryaya ve insanlığa yüzyıllara dayanıklı, hiç eskimeyen, güncelliğini koruyan bilimsel sosyalizm gibi büyük bir eser bırakmıştır. Bir kez daha, işçi sınıfının yeniden tarihin sahnesine çıkmaya başladığı, yeniden inisiyatif aldığı bunalımlar, savaşlar ve devrimler döneminin içindeyiz. Marx'ı ve onun bilimsel teorisini döne döne okumanın, onun silahları ile kuşanmanın ve bu yolla geleceğe her bakımdan hazırlıklı olmanın tam zamanıdır.