Ölümsüzlüğünün 16. yılında saygıyla anıyoruz...
“Yaşanılanları abartmadan sunacağız.
Yazılacak olan, partisiyle atan bir yüreğin dillendirilmesidir.
Çalıştığı fabrikalarda, adımladığı sokaklarda,
zindanlarda ezgilerin direniş renginde bestelenmesidir.
Yarınların kır çiçeği güzelliğinde resmedilmesidir.
Düşü hepimizi sarıyor, yakıyor, yükseliyor güneşe doğru.”
Hatice Yürekli yoldaş, Tokat’ın Almus ilçesinde, 1968 yılında emekçi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Maddi yetersizliklerden kaynaklı, eğitimini yarıda bırakarak önce memleketini terk etti, ardından okul sıralarından atölye tezgâhları arasına karıştı. İlk olarak İzmir’e geldi, tekstil fabrikalarında çalışmaya başladı. Ancak normal bir işçi değildi, yazgısına boyun eğmiyor, sorguluyordu. İnsanın insan tarafından sömürüsüne dayanan bu sistemi sorguluyor, üreterek yaşayan ezici çoğunluğun yaşamının bir avuç sömürücü asalak tarafından yıkıma uğratılmasını kabullenemiyordu. Kendi ifadesiyle “... barbarlık içinde çöküşün bir devrimle son bulması ve insanlığın eşit ve özgür bir toplumsal sistemde yaşaması gerektiği için devrimciyim” diyordu. İzmir’deydi, artık Ezgi’ydi, örgütlü bir komünistti.
Devrimden kopuşun, liberal tasfiyeciliğin kol gezdiği bir dönemde devrim davasına sıkı sıkı sarılmıştı. İzmir’de çok kere gözaltına alındı, bir süre tutsak düştü, ancak asla teslim olmadı. O gözaltında, işkencede devrimci tutumu ile devleşirken, düşman kendi ininde küçülüyordu onun karşısında.
Sonrasında örgütlü yaşamını İstanbul’da devam ettirdi. Bu defa İstanbul’da tekstil işçilerinin arasındaydı. ’95 yılında gerçekleşen bir operasyonda yoldaşı Habip Gül ile yakalandı, gözaltına alındı. Karşısındaki hâkim yargılamıyordu bu sefer, yargılanıyordu. Karşısındaki kadın yargılıyordu onu ve onun şahsında çürümüş düzeni: “Yargılanacak ve cezalandırılacak birileri varsa öncelikle işçi ve emekçilerin, devrimcilerin kanını akıtan kontr-gerilla çeteleri, tetikçiler, işkenceciler, ajan-itirafçılardır.”
Zindandan çıktıktan sonra dört elle tekrar mücadeleye sarıldı; İstanbul’da, Adana’da, İskenderun’da, Antakya’da…
Parti Kuruluş Kongresi’ne katılmıştı, Hazal’dı artık ve partiyi şöyle tanımlıyordu: “Parti, kendi sınırları içinde bir siyasal faaliyet yürütmeye çalışan bir örgüt değil, sınıf kitlelerine devrimci politika taşıyan, sınıfın bağımsız politik hareketini örgütleyen ve eylemini sermaye düzenini ve iktidarını yıkmaya yönelten öncü bir müfrezedir.”
Ankara’da devrimci faaliyetine devam ederken bu kez de bir operasyon kapsamında partimizin güleç yüzlü militanı Ümit ile birlikte tutsak düşmüştü. İşkenceciler yine acizdi karşısında: “Türk polisini ve Türk mahkemelerini tanımıyorum. Kimse beni sorgulayıp yargılayamaz!”
Artık Ulucanlar zindanındaydı Hatice. 26 Eylül’de Ulucanlar Direnişi’nde en ön saftaydı. Bu katliamda ölümsüzleşen Habip ve Ümit yoldaşın devrettiği bayrağı o dalgalandırmaya devam ediyordu.
Ulucanlar Katliamı ile 10 devrimci tutsağı katleden devlet 2000 yılında F Tipi hücre saldırısıyla geliyordu işçi ve emekçilerin öncülerinin üzerine. Bu, devrimde ısrar edenleri düzen sınırlarına çekme, devrimci iradeyi teslim alma saldırısıydı. Bu ideolojik ve siyasal saldırıyı devrimci tutsaklar bedenlerini silaha çevirerek karşıladı. 20 Ekim 2000’de ölüm oruçları başladı. Hatice Yürekli içeriden, bir genç yoldaşına şöyle yazıyordu: “Hiçbir güç bizi parti ve devrim davasından koparmaya yetmeyecektir. Öleceğiz, ama asla hücrelere girmeyeceğiz!” Hatice Yoldaş ölüm orucunun 182. gününde, 22 Nisan 2001’de parti ve sosyalizm bayrağını en yükseklerde tutarak ölümsüzleşti. Bugün belki F Tipi saldırısı engellenemedi ancak yaşamı uğruna ölecek kadar sevenlerin iradesi kazandı. Düşman, devrimci inancın yok edilemeyeceğini gördü.
Bugün Hatice Yoldaş yaşamı ve ölümüyle bize aşılması gereken bir eşik bırakmıştır. Devrimci yaşamı, parti ve devrim davasına bağlılığı, ölümün üzerine korkusuzca yürüyüşü ile alınması gereken bir örnektir. Hatice yoldaş bugün fabrika tezgâhlarından üniversite amfilerine, devrim mücadelesini büyüttüğümüz her alanda yaşamaya devam ediyor. Hatice yoldaşın anısını yaşatmak, onun uğruna canını verdiği davayı büyütmekten, parti ve devrim davasına daha sıkı sarılmaktan geçiyor.
Düzenle tüm bağlarını koparan, mücadele içinde özgürleşen, tüm yaşamını devrime adayan bu yiğit komünist kadının anısı önünde saygıyla eğiliyoruz…
Y. Leyla