Dinci-faşist rejimin şefi Erdoğan’ın atama kararları geçtiğimiz günlerde Resmî Gazete’de yayınlandı. Kararda üç yıldır Milli Eğitim Bakanı olan Ziya Selçuk’un istifa ettiği ve yerine bakan yardımcısı Prof. Dr. Mahmut Özer'in atandığı belirtildi.
Eğitimde yaşanan sorunlar pandemi ile birlikte daha da katmerleşirken, dinci-faşist rejimin şefi, bu sorunlara dair çözüm üretmek yerine sadece Milli Eğitim Bakanı’nı değiştirmekle yetindi. Elbette bu değişim kendiliğinden bir ihtiyaç haline gelmemişti. Pandemi dönemi boyunca öğrenciler, halihazırda büyük bir sorun olan fırsat eşitsizliğinin daha da derinleşmesine yönelik tepkilerini her defasında dile getirdi. Birçok kez sosyal medya alanlarında Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk’un istifası istendi. 8 milyona yakın öğrenci pandemi döneminde gerekli ekipman ve donanıma sahip olmadığı için uzaktan eğitime ulaşamazken, Milli Eğitim Bakanı ve temelde dinci-faşist iktidar bu soruna herhangi bir çözümü üretmedi. Kaldı ki, salgın tehlikesi hala da sürerken, hiçbir önlem alınmadan ilkokul ve ortaokul eğitimi yüz yüze verilmeye başlandı, ancak vaka sayılarının yeniden tırmanışa geçmesiyle birlikte okullarda yüz yüze eğitime yeniden ara verilmek zorunda kalındı. YKS ve LGS sınavlarının yapılacağı tarihlerin ise turizm sezonuna göre belirlenmesi, öğrencilerde daha fazla tepkiye yol açtı.
Eğitim alanında yaşanan sorunlar üzerinden Milli Eğitim Bakanı’nın hızla tartışmalı hale gelmesi, iktidar açısından at değiştirmeyi de bir nevi zorunlu hale getirdi. MEB’de yaşanan istifa ve yeni atama yapılmasının gerisinde de bu olgu yer almaktadır. Öte yandan, MEB’in başında duranlar eğitim alanında yaşanan sorunlardan birinci derecede sorumlu olsa da bu sorunların temelinde eğitim sistemi yatmaktadır. Eğitim bakanları, bu sistemin parçası olarak sermaye düzeninin hedefleri doğrultusunda hareket etmekte, işleri bittiğinde ya da belli bir yıpranma yaşadıklarında ise görevden alınarak yerlerini yeni isimlere bırakmaktadır.
***
Her şeyin metalaştırıldığı, satılabildiği oranda “değer” gördüğü, bir avuç asalak sermayedarın çıkarlarının, karlarının esas alındığı bir sistem olan kapitalizmde, eğitim alanı da sermayedarların çıkarları doğrultusunda şekillendirilmektedir. “Kindar ve dindar” bir nesil yetiştirme bakış açısıyla eğitim sistemi, günden güne ticarileştirildi ve niteliksizleştirildi. Parası olmayan milyonlarca işçi ve emekçinin çocuğu eğitim hakkından mahrum kalırken, parası olanların çocukları özel okullarda pandemi koşullarında dahi, önlemler alınarak eğitim almaya devam etti. Eğitim sisteminde yaşanan sorunlara karşı bugün toplumda biriken öfkenin sadece sosyal medya alanlarından yansıması dahi iktidarın gözünü korkutmaktadır. Toplumda biriken öfkenin sokağa yansımasını engellemek için ise, böylesi alicengiz oyunları ile toplumun öfkesini yöneterek dindirmeye çalışmaktadırlar. Ancak yeni bir eğitim-öğretim döneminin ön günlerindeyiz. Pandemiyle birlikte ağırlaşan ve daha da karmaşık hale gelen sorunlar, yüz yüze eğitim döneminde daha fazla gün yüzüne çıkacaktır. Tam da bu nedenle, eğitim hakkına sahip çıkmak; eşit, parasız, bilimsel, anadilde, ulaşılabilir eğitim talebini sokaklarda yükseltmek, kapitalizme karşı mücadeleyi örgütlemek yakıcı bir sorumluluk olarak önümüzde durmaktadır.
P. Sevra