İstanbul Tabip Odası (İTO) 29 Nisan’da başlayan “tam kapanmaya” ilişkin basın toplantısı düzenledi. Basın toplantısında İstanbul’da salgın süreci boyunca en zor günlerin Nisan ayında yaşandığı belirtilerek şunlar ifade edildi:
“Nisan ayında Türkiye sağlık sistemi çöktü. Bu çöküşün en yoğun yaşandığı il ise İstanbul oldu. İstanbul’da binlerce Covid-19 hastası hastaneye yatması gerektiği halde yatak bulamadı, bir yoğun bakım yatağının ‘boşalmasını’ ve böylece sıranın kendisine gelmesini beklemek zorunda kaldı.”
Toplantıda açıklanan Covid-19 Nisan ayı raporundaki tespitlerde Nisan ayında Türkiye’de sağlık sisteminin çöktüğünün altı çizildi. Diğer tespitlerden öne çıkanlar ise şu şekilde:
-Kamu hastanelerinin çoğu fiili olarak pandemi hastanesine dönüştürülmesine rağmen ihtiyaca cevap veremedi. Hastalar evlerinde ya da acil servislerde yatış sırasında can verirken hekimler hastalar arasında seçim yapmak zorunda kaldı.
-Hastanelerin Covid-19 hastalarıyla dolması nedeniyle Covid-19 dışı hastaların maruz kaldığı mağduriyet Nisan ayı boyunca daha da arttı.
-Salgınla mücadelenin en ön saflarında görev alan hekimler, sağlık çalışanları Nisan ayı boyunca çok daha yorucu, yıpratıcı koşullarda çalışırken pandemi bahanesiyle izin, istifa, emeklilik haklarının kısıtlanması, engellenmesi nedeniyle de mağduriyet yaşadılar.
-Kamu hastaneleri bu durumdayken özel hastane patronlarının kâr peşinde koşmaya devam ettiklerini İTO olarak 20 Nisan’da açıkladığımız ‘Pandemi Döneminde Özel Hastanelerde Sağlığın Finansmanı Raporu’yla kamuoyuyla paylaşmıştık. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 26 Nisan’da yaptığı açıklamada da konuya değinmesine rağmen değişen bir şey olmadı. Özel hastane patronları can derdindeki vatandaşlardan kanunsuzca para sızdırmaya hala devam ediyorlar.
Salgının eksik, yanlış ve tutarsız politikalarla yönetildiği ve bu şekilde kontrol altına alınamayacağı belirtilerek alınması gereken önlemler şu şekilde sıralandı:
-Üretim, imalat, tedarik ve lojistik zincirlerinin aksamaması için çarkların dönmeye, işçilerin çalışmaya devam ettiği önlemler dizisine “tam kapanma” denemez. Bu kararı alanlar işçilerin hayatına değer vermediklerini açık olarak göstermişlerdir. Yapılması gereken ekonomik ve sosyal desteklerin sağlanması; temel, zorunlu ve acil mal ve hizmet üreten işler dışında bütün işlerde çalışmanın durdurulması, çalışmanın sürdüğü sektörlerde mesai saatlerinin kısaltılması ve mümkün olan işlerde evden çalışmaya geçilmesidir. Temel olarak açık havada, kalabalık olmayan ortamlarda bulunmanın kısıtlanması yerine tüm kapalı ortamlarda belli sayının üzerinde bir arada bulunmayı önleyen bir strateji benimsenmelidir.
-“Kapanma” tedbirleri sokağa çıkma yasaklaması şeklinde uygulanmamalı, 20 yaş altı ve 65 yaş üzeri de dahil olmak üzere yurttaşların açık havada, fiziksel aktivite yapabilmelerine imkan sağlanmalıdır.
-Ekonomik, sosyal desteksiz kapanma olmaz. İnsanların yaşayabilmeleri için gerekli desteği vermeden evlerine kapatmak açıkça açlığa, yoksulluğa ve ölüme mahkûm etmektir. Türkiye’nin, halkının ihtiyaçlarını iki hafta değil, aylarca karşılayabilecek kaynakları vardır. Bütün sorun bu kaynakların toplum için değil, başta yandaş müteahhitler olmak üzere patronlar için kullanılmasından kaynaklanmaktadır. “Kapanma” süresince bütün çalışanlar ücretli izinli sayılmalı; işsizlere, yoksullara, küçük esnafa, köylülere ekonomik destek sağlanmalıdır. Tüketici, konut ve taşıt kredileri ile kredi kartı borçları ve elektrik, su, doğalgaz ve iletişim faturaları faiz işletilmeden ertelenmelidir.
-Bugün gelinen noktada kaçınılmaz olmakla birlikte “kapanma”, salgını tamamıyla durduracak sihirli bir formül değildir. “Kapanma” ne kadar sıkı, düzgün uygulanırsa uygulansın sonrasındaki açılma süreci doğru yönetilmezse salgında başa dönülmesi kaçınılmazdır. Bu nedenle “kapanma” ile vaka sayılarında azalma sağlanması sonrasında “kademeli, kontrollü açılma” uygulanmalıdır.
-Yurt dışından gelenlere dönük önlem almama tutumu şu an yaşadığımız salgın pikinin başlıca nedenlerindendir. Dünyanın bütün varyant koronavirüsleri bu tutum sebebiyle ülkemizde görülmektedir. Ülke virüsten yıkılırken, on binlerce insanımız yaşamını yitirmişken dünyanın dört bir yanından insanın “turizm için” elini kolunu sallayarak dolaşması, insanlarımızın giremediği denizlerin, yürüyüş yapamadığı parkların turistlere açılması olsa olsa Turizm Bakanı’nın otel patronu olmasıyla izah edilebilir. Bütün dünya kapılarını yurt dışından girişlere kapamışken yapılanlar insanımıza verilen değeri gözler önüne sermektedir. İktidarı bu konuda bir kez daha uyarıyoruz. Salgının yaygın olduğu ülkelerden
-Türkiye’ye giriş durdurulmalı, yurt dışından gelenlere mutlaka test, riskli ülkelerden gelenlere ayrıca varyant analizi yapılmalı ve karantina uygulanmalıdır.
-Salgın sürecini sadece “aç/kapa” döngüsüyle sürdürmek mümkün değildir. Salgının başından bu yana söylediğimiz gibi hastaların ve temaslıların tespiti için testler yaygınlaştırılmalı; etkili ve sistematik filyasyon uygulanmalı; hasta kişilerin izolasyonu ve temaslıların karantina altına alınması için evlerinde uygun koşulların olmadığı durumlarda kamuya ait yurtlar, misafirhaneler ve benzeri yerler bu amaçla kullanılmalıdır. Salgına karşı mücadelede en önemli mücadele aracımız ise aşıdır. Türkiye, on sekiz yaş üzeri nüfusu bütünüyle aşılayabileceği miktarda aşıyı gecikmeksizin temin etmeli ve hızla aşılamalıdır.
-Türkiye’nin şimdiye kadar sürdürdüğü salgın politikasındaki en büyük hata salgını hastanelerde karşılamaya çalışması olmuştur. Oysa salgın mücadelesi hastanelerde değil sahada, birinci basamakta kazanılır. Ancak ne yazık ki AKP döneminde uygulanan “Sağlık Reformu” sürecinde birinci basamak sağlık hizmetleri parçalanmış ve sadece kendisine kayıtlı listeye hizmet sunmakla yükümlü aile hekimliği sistemi bu mücadelede yeterince yer alamamıştır. Alınan tedbirlerle hasta ve ölüm sayıları düşürülse bile mücadelenin etkin bir şekilde sürdürülebilmesi için birinci basamak sağlık hizmetleri yeniden organize edilmelidir. Bunun için hızla uygulanacak “Yeniden Sosyalizasyon” programıyla koruyucu hekimliği önceleyen, bölge tabanlı, ekip çalışmasına dayalı birinci basamak sağlık örgütlenmesi hayata geçirilmelidir.
-Covid-19 dışı hastaların uzun süredir ertelenen, bekletilen sağlık hizmeti ihtiyacına cevap verebilmek için uygun bir planlamayla pandemi dışı hastaneler belirlenmeli ve ilan edilmelidir.
Bir yılı geçkin süredir fedakârca çalışan sağlık çalışanlarının izini istifa, emeklilik haklarına yönelik kısıtlamalara son verilmeli; Covid-19’un sağlık çalışanları açısından herhangi bir zorluk çıkarılmadan meslek hastalığı sayılması için gerekli düzenlemeler yapılmalıdır.
-Vatandaşlar can derdindeyken kâr peşinde koşan, Covid-19 hastalarından her ne suretle olursa olsun ücret talep eden özel hastaneler sıkı bir şekilde takip edilmeli, Sosyal Güvenlik Kurumu bu hastanelerle sözleşmesini feshetmeli ve bu hastaneler kamulaştırılmalıdır.
-Salgınla mücadelenin bir “güvenlik meselesi” haline getirilerek insan hakları ihlallerinin yaygınlaştırılması, muhalefetin bastırılması, demokratik hakların engellenmesi, “kapanma” bahanesiyle alkollü içki satışı yasağı gibi yaşam tarzına müdahaleler, toplumsal ve bireysel özgürlüklerin sınırlandırılması için kullanılmasından derhal vazgeçilmelidir. İhtiyacımız olan baskıcı, otoriter, anti demokratik uygulamalar değil insan hakları merkezli pandemi mücadelesidir.