İstanbul Sözleşmesi’nde AKP ahlak(sızlığ)ı

İstanbul Sözleşmesi savunulup, imzalanırken AKP “demokrasiye” oynuyordu ve AB ile ilişkileri, en azından görüntüde geliştirmeye çalışıyordu. “Demokrasi” oyununda kaybetmeye başlayınca AKP’nin faşizan, dinci-gerici gerçek yüzü öne çıkmaya başladı.

  • Haber
  • |
  • Güncel
  • |
  • 05 Ağustos 2020
  • 09:02

Süleyman Demirel’in “dün dündür bugün bugündür” sözü 18 yıllık AKP iktidarında “kandırıldık” sosuna bandırılarak kaba riyakarlığın dorukları fethedildi/fethediliyor.

Fethullah hocalarına neredeyse tapanlar, iktidar ve rant paylaşımı kavgasına tutuşunca “kandırılma” virajından dönerek ilahlarını terörist ilan ettiler. Dün taptıkları ‘hoca efendi’yi bugün terörist diye pazarlamak için “kandırıldık” safsatasını piyasaya sürdüler. Ancak başkaları bir yana, kendileri dahi bu ortaya attıkları zırvalara inanmıyor.  

İstanbul Sözleşmesi için de benzeri bir durum söz konusu. Kandırıldık safsatası burada işe yaramayacağı için kullanılmıyor.

Çünkü İstanbul Sözleşmesi 11 Kasım 2011'de dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan'ın imzası ile TBMM'ye sunulmuş 13 gün sonra da kanunlaşmıştı.

Erdoğan o gün “Sözleşmeye taraf olunması, ülkemizin gelişen uluslararası saygınlığına olumlu katkıda bulunacaktır” diye vaaz vermişti. Bugün ise sözleşmeden çekilme taraftarı. Sözleşme kabul edilirken AKP grubundan tek ret oyu çıkmamıştı.

Kapitalist sınıfın ahlakının ya da ahlaksızlığının en rezil temsilcilerinden biridir AKP. Diğer düzen partilerinin çok farklı oldukları söylenemez. Ama ahlaksızlıkta en becerikli olan sermaye partisinin AKP olduğu da bir gerçektir. Günlük çıkar ne tarafa dönmeyi gerektiriyorsa dinci-ırkılar o tarafa hiç duraksamadan dönüyorlar. AKP’lilerle suç ortakları ne ahlak, ne ilke, ne değer, ne kural tanırlar. Diğer partiler böylesine ustaca ‘fırdöndü’ olmayı başaramıyorlar.

İstanbul Sözleşmesi savunulup, imzalanırken AKP “demokrasiye” oynuyordu ve AB ile ilişkileri, en azından görüntüde geliştirmeye çalışıyordu. “Demokrasi” oyununda kaybetmeye başlayınca AKP’nin faşizan, dinci-gerici gerçek yüzü öne çıkmaya başladı. “Demokrasi tramvayı” ile ulaşmak istedikleri durağa gelmişlerdi. Artık tramvayı terk edebilir, vagonları kırıp rayları sökebilirlerdi. Nitekim tam da öyle yaptılar.

Pandemi sürecinde oy oranı erimeye devam eden AKP, dinci-gerici tabanını sabitlemeye çalıştı. Çok değil bir sene önce Ayasofya’yı ibadete açmayı eleştiren AKP şefi, yine 180 derece dönüş yaparak 24 Temmuz’da Ayasofya’da “kılıçlı namaz şovu” icra etmek için meczupları topladı. İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme de aynı süreçte gündeme getirilmeye başladı.

HAS Parti Genel başkanı iken satın alınıp AKP’ye iltihak eden Numan Kurtulmuş “LGBTİ bireyler sözleşmeden yararlanarak faaliyet yaptı” diyerek sözleşmeden çekilme “gerekçesi”ni ilan etti. Çocuklara tecavüz yuvası olan Ensar vakfına kalkan olanlardan biri olan N. Kurtulmuş güya LGBTİ bireylerin faaliyetlerinden rahatsız olmuş da İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmek istiyor.. Yani imza atarken ne kadar riyakarlık yapmışlarsa, imza çekmeyi tartışırken de en az o kadar riyakarlar.

İmzalanan ancak uygulanmayan Sözleşmenin bu haliyle sadece moral bir anlamı var. Sözleşmeden çekilmenin gündeme getirilmesi öncelikle bu moral kazanıma kaba bir saldırıdır. Güya bu saldırı ile AKP-MHP ikilisinin oy desteğindeki erimeyi durdurmak istiyorlar. Oysa ülkeyi iflasın eşiğine getiren bu rejimin gidişatı tersine çevirebilmesinin koşulu kalmamıştır.

Bu dinci-faşist ikili, dün “ak” dediklerine bugün “kara” demekte zerre kadar sakınca görmüyor. Böylece onlar sermaye ahlakını yani ahlaksızlığı profesyonelce yerine getiriyorlar.

H. Ortakçı