İlkel komünal toplumun aşılmasından bu yana insanlık, ezenle-ezilen sınıflardan oluşmuştur. Bundan dolayı sınıflı toplumlar tarihi, sınıf mücadeleleri tarihidir aynı zamanda. Kölelerle efendiler, serflerle derebeyleri, proleterlerle kapitalistler çıkarları zıt olan uzlaşmaz sınıflarıdır. Bu zıtlık, hem sınıf çatışmalarının nesnel zeminini oluşturur hem çatışmanın zorunluluğuna işaret eder. Kapitalizmin egemenliğinin hüküm sürdüğü son iki asırlık tarih kesitinde ise çatışmalar hem daha yaygın hem daha sert olmuştur.
Sınıflı toplumlarda “devlet” denilen aygıt, ezen sınıfların çıkarlarını gözeten bir şiddet mekanizmasıdır. Hükümetler belli zaman dilimlerinde değişir, bazen faşist cuntalar işbaşına getirilir ancak devletin sermayeye hizmeti baki kalır. Güncel bir örnek vermek gerekirse, işbaşındaki AKP-MHP rejimi, kapitalist sistemin bir ürünüdür. Bu rejim emsallerinden çok daha azgındır kuşkusuz. Ama ona muhalefet eden burjuva partiler de sistemin yedekleridir. Siyasi olarak belirli konularda farklı olsalar bile birleştikleri ortak nokta, kapitalist düzeni ayakta tutmaktır.
Sınıflı toplumun kaçınılmaz ürünü olan devletler, egemen sınıfların ideolojilerini insanlara dayatarak, emekçilerin bilinçlerini bulandırmaya çalışır. Seçimler de bunun örneklerinden biridir. Hayatımıza olumsuz yönde etki eden temel sorunlar, sermaye düzeninin ürünüdür. Buna rağmen seçimlerde bu düzen sorgulanmaz. Çünkü bu düzeni temsil edenler doğal ki, kendi düzenlerini sorgulamazlar.
***
Sınıflı toplumlarda sömürüye, zorbalığa başkaldıranlar her zaman işkencelere, zindanlara ve sürgünlere maruz bırakıldık. Her zaman, isyan edenlerin başı ezilmeye, konuşanlar susturulmaya çalışıldı. Yaşadığımız topraklarda da cumhuriyetin ilk yıllarında Mustafa Suphiler’in hunharca katledilmesinden günümüze kadar, bu alanda özünde değişen bir şey olmadı. Egemenler “kapitalizmin alternatifi yok!” safsatasını dile getirse de, hak arayanlara, kapitalizme karşı mücadele edenlere saldırarak, nasıl da sosyalizmden korktuklarını açıkça belli ederler. Bugün, hapishanelerde tecrit altında tutulanların önemli bir kısmı hak arayan, sosyalizmi, eşitliği savunan insanlardan oluşuyor. En ufak eleştiriyi, başkaldırıyı bile zulmü arttırmanın vesilesi sayan bir güruh var insanlığın karşısında. Sadece bu olgu bile, sosyalizmin halen kapitalizmin tepesinde dolaşan “ hayalet” olduğu gerçeğini göstermeye yeter.
Toplumun belli bir kesimi, “insan boşuna ölüyor, değişen bir şey yok” veya “boşuna mücadele ediyorsunuz” deseler de, sosyalistler bu insanların bile değişeceğini kabul eder. Günümüzde anayasal hak olarak kabul edilen çoğu şeyin, geçmişte bedeller ödeyerek mücadele edenler sayesinde kazanıldığını unutmayalım. Her mücadele somut bir kazanımla sonuçlanmasa bile, her koşulda haklı olan, alnı açık olan bizleriz. Zira içinde yaşadığımız kapitalist toplumda bir avuç asalağın kâr hırsı uğruna, milyonlar yoksulluk çekiyor. İnsanlar savaşlarda, salgınlarda, açlık çekerek ölüme sürükleniyor.
Toplumsal muhalefetin zayıf olduğu, sol güçlerin devrim iddiasını büyük oranda terk ettiği bu dönemde, kapitalizmin karşısına proletarya sosyalizmini koyan sınıf devrimcileri, Ekim Devrimi’nin açtığı yoldan yeni Ekimler yaratmak için mücadelenin ön saflarında, alnı ak ve başı dik bir şekilde yoluna devam ediyor. Bugün sosyalizm uğruna mücadele eden insanlar azınlık olsa bile, bu durum mutlaka tersine dönecektir. Hem bilimsel hem de vicdani olarak sosyalizm mücadelesi haklı, meşru ve insani bir mücadeledir. Gündüzlerinde sömürülmeyen gecelerine aç yatılmayan bir dünya için bütün ezilenler örgütlü mücadeleye katılmalıdır.
İnsanlık onuru için sosyalizm!
U. Ulaş