Filistin diasporasından Daher Kanaani ile 7 Ekim Aksa Tufanı’nın yıldönümü vesilesiyle, Gazze’de süren soykırım saldırıları ve bölgede yaşanan gelişmeler üzerine konuştuk…
- 7 Ekim Aksa Tufanı eyleminin birinci yıldönümündeyiz. Filistin direniş hareketinin işgalci Siyonistlere karşı gerçekleştirdiği bu büyük eylemin ardından yaşanan gelişmeleri genel hatlarıyla nasıl değerlendiriyorsunuz?
- Öncelikle, Filistin'de emperyalist saldırı ve sömürgeciliğin 100 yılı aşkın bir süredir devam ettiğini unutmamalıyız. Bu sömürgeleştirme ve bölgemizde ektiği ırkçı-Siyonist rejime karşı Filistin halkı farklı tarihsel dönemler boyunca mücadele etti ve etmeye devam ediyor. El Aksa Tufanı, Filistin halkının dereniş ve mücadelesiyle yarattığı yeni bir tarihsal dönemdir. Bu, tıpkı Filistin Silahlı Devrimi, halk ayaklanmaları (intifadalar) ve bu aşamalar arasında Siyonist rejim karşısındaki savaşlarda yaratılan dönüm noktaları gibi uzun mücadele deneyimi ve birikiminin yeni bir sonucudur.
Filistin direnişinin El Aksa Tufanı Hamlesi’nde gösterdiği savaşma gücü ve Filistin mücadelesine taşıdığı umut, emperyalizmin Filistin topraklarında yarattığı bu tiran her türlü silah, teknoloji ve parayla donanmış olsa bile, direnişin işgal ve ırk ayrımı rejimini yeneceğini göstermiştir.
Emperyalizm, köleleştirme, sömürgeleştirme ve işgal makinesine karşı direnişi ve mücadele yolunu seçtiği için Filistin halkını, özellikle de Gazze'yi toplu olarak cezalandırıyor. Bu amaçla Amerika Birleşik Devletleri'nin başını çektiği emperyalist güçlerin iradesi ve desteği ile işgalci Siyonist varlık bir soykırım savaşı başlatmıştır.
Emperyalizmin bu vahşeti, topraklarına sıkı sıkıya bağlı olan ve haklarından ödün vermeyen bir halka karşı sahte bir zafer yaratma girişimidir. Filistin halkı için ise, bu geçtiğimiz yıl ve içinde bulunduğumuz dönem Filistin halkı için Nakba’dan da ağır yıllardan biridir. Buna rağmen Filistin halkı, saldırganlık ne kadar sürerse sürsün, zulüm ne kadar derinleşirse derinleşsin yürüdüğü özgürlük yolundan sapmayacağını bir kez daha kanıtlamıştır.
- Emperyalist/Siyonist güçlerin bir yıldır devam eden soykırım savaşına rağmen, Gazze’de hem halkın hem direniş hareketlerinin iradesi kırılamadı. Ödenen ağır bedellere rağmen sergilenen bu eşsiz direniş iradesini nasıl açıklarsınız?
- Elbette bu irade temelde Filistin davasının haklılığına ve Filistin halkının tarihsel haklarına olan inancı ve bu inancın verdiği güce dayanıyor. Filistin halkı kuşaklardır sürüldüğü topraklara geri döneceğine inanıyor, bu inancından vazgeçmiyor ve dönüşü kaçınılmaz görüyor. Bu özgürlük savaşında karşısına dikilen işgalci gücün arkasında dünyayı ezmeye ve sömürmeye çalışan, insanlığı ve doğayı öldüren emperyalist-kapitalist sistemin olduğunu görüyor. Aynı zamanda karşısında duran bu dev gibi görünen, savaş ve sömürü makinasına karşı tek başına savaşmadığını, bunun tüm dünya halklarının mücadelesi olduğunu görüyor. Bunun özgürlük mücadelesi olduğunu biliyor ve bu ona büyük bir güç veriyor.
Aynı zamanda bin yıllardır birçok sömürgeciye karşı, bu sömürgecilerin farklı amaç ve güçlerine rağmen, toprağından kıpırdamayan Filistin halkı son 100 yılda karşı karşıya kaldığı bu Siyonist emperyalist savaşın sadece bir sömürü savaşı değil, bir varlık yokluk savaşı olduğunu da görüyor. O nedenle kendi toprağında özgürce yaşama iradesine sahip olabilmek için tek yolunun mücadele yolu ve teslim bayrağını kaldırmamak olduğunu biliyor. Bu mücadelenin tüm Filistin’in özgürleştiği güne dek devam edeceğini bilincinin en derinliklerine kazımış bir halkın toplu iradesinden söz ediyoruz. Bunu silmek mümkün değil. Silmek için bu halkı silmeye çalışıyorlar bugün. Fakat direnişle, mücadele ile, toprağı kazıyarak, tüneller inşa ederek ve en basit imkanlarla mücadeleyi geliştirerek, tecrübesini biriktirerek ve büyüterek Filistin halkı adeta küllerinden doğuyor ve Filistin bayrağını yeniden toprağında dalgalandırıyor.
- Emperyalist/Siyonist güçler, “Gazze’ye destek cephesi” açan Lübnan Hizbullah’ı ve onu destekleyen halka saldırmaya başladı. Barbarlıkta sınır tanımayan ABD-İsrail ve destekçileri, Genel Sekreter Hasan Nasrallah dahil Hizbullah’ın liderlerini ve kadrolarını hedef alan çok sayıda saldırı düzenledi. Güney Lübnan, Beka ve başkent Beyrut’un Dahiya bölgesi bombalanıyor. Sergilenen vahşet, emperyalist/Siyonist güçlerin Şiiler başta olmak üzere Hizbullah’a destek veren halkın iradesini kırmaya çalıştıklarına işaret ediyor.
Saldırı ve katliamların direnişi kucaklayan halkın üzerinde etkiler bırakması kaçınılmaz. Bu etkilerin dışa yansımaları var mı, varsa eğer bunları nasıl değerlendiriyorsunuz?
- Irk ayrımcı Apartheid-Siyonist rejimin Filistin ve bölge halklarına karşı etnik temizlik savaşında izlediği yöntemlerden biri toplu cezalandırma ve toplu yıkım savaşıdır. Bu, Filistinli eylemcilerin ailelerinin evlerini yıkma yasaları ve politikalarından bir direnişçinin doğup büyüdüğü köyü imha etmeye, 2006 yılında Hizbullah’a karşı açtığı savaşta “Dahiya Doktrini” adı altında Hizbullah’ı destekleyen ve savunan halk topluluğunun yaşadığı Beyrut’un Dahiya mahallesinin toplu yıkımından son bir yıldır Gazze Şeridi’nin tamamını kaplayan soykırım, yıkım ve ölüm sahnelerine kadar uzanan uygulamalardır. Siyonist rejim hiçbir insan hakkını tanımayan, savaş suçu sınırını tanımayan bir şekilde bu politikayı uyguluyor.
Tüm bu uygulamalardan amaç bir yandan mücadele eden veya mücadeleyi sahiplenen toplulukları yıkımla karşı karşıya bırakmak, diğer tarafta ise emri altında tuttuğu işbirlikçi otoriteler yaratarak bunları direniş ve mücadele yolunun alternatifiymiş gibi sunmaktır. Mücadele ve direniş yerine teslimiyeti, ona itaat etmeği dayatıyor. Bununla hem halk iradesini kırmaya çalışıyor hem halkın içinde ayrılıklar yaratma gayesini taşıyor. Batı Şeria’dan, Gazze’den ve Lübnan direnişi tarihinden gördüğümüz sonuçlar ise bunun aksini gösteriyor. Saldırı yoğunlaştıkça halk ve yoksullaşan kitleler direniş bayrağına daha sıkı sarılıyor, tünelleri kazıyor ve emperyalist sömürgeciliğin karşısında dimdik duracak bir direniş ve halk mücadelesi bayrağını yeniden ve her evde dikiyor.
Elbette derin acılar yaşanıyor ve büyük kayıplar veriliyor, yalnız nesilden nesle aktarılan bu hak ve özgürlük mücadelesi işgalciyi defetme iradesini taşıyor.
- Soykırım savaşı birinci yılını geride bırakırken, emperyalist/Siyonist namlular Lübnan halkına çevrilmişken, Yemen, Suriye, Irak İslami direniş hareketi, İran gibi istisnalar dışında kalan Arap ve Müslüman devletler ya ırkçı-Siyonist rejimle işbirliği yapıyor ya da soykırımı izlemekle yetiniyor. Bazı istisnalar dışında kitleler de sokaklara pek çıkmıyor. Özelde Ortadoğu’da genelde Arap dünyasında halklar soykırım savaşından nasıl etkileniyor, bu halkların farklı biçimlerde yansıyan tepkileri var mı?
- Bu sorunun çokça katmanları ve sahaları var. Her bir sahada politik dinamikler ve toplumsal mücadele dinamikleri farklılık gösteriyor. Ki geniş bir coğrafyadan bahsediyoruz. Yalnız genelleştirerek bir sınıflandırma yapacak olursak, sorunuzda saydığınız Siyonist işgal devletine karşı dikilen ülke ve halkların yanı sıra Filistin halkını destekleyen ve işgal devletini tanımayan Cezayir, Tunus, Libya ve Kuveyt gibi ülkelerde de halkın Filistin’le dayanışma sesi de işgal devletine geçit verilmemesine neden oluyor. Bunun dışında emperyalizm ve işgal devleti ile işbirliği içinde olan Ürdün, Mısır, Fas ve Arap Emirlikleri başta olmak üzere Arap körfezinin birçok devleti, Filistin direnişinin kendileri için bir tehlike yarattığını düşünüyor. Çünkü bu devletler zapt etmeye çalıştıkları ve sömürdüğü halklarının kalbinin Filistin’le attığını ve onlar için bir özgürlük mücadele sembolünü oluşturduğunu görüyor. Bu nedenle bu devletler direnişin karşısında tutum alıyor.
Başta Mısır’da olmak üzere bu saydığım ülkelerde Filistin’le dayanışma ve Filistin özgürlük mücadelesini taşıyan kitleler ve bireyler şiddetli bir baskı görüyor. Kimileri tutuklanıyor kimileri hapse atılıyor, yer yer silahlı şiddete maruz kalıyorlar. Filistin yönetimi gibi bu ülkeler de polis şiddetine başvuran gücünü Siyonist işgalciden ve emperyalist sömürgeciden alıyor ve insanları baskı altına alarak Filistin’le dayanışmanın sesini boğmaya çalışıyor.
Aslında bu durum sadece Arap ve İslam dünyası için değil tüm dünya ülkeleri için de geçerlidir. Dünyanın her yerinde halklar hükümetlerin ve devletlerin işgal devleti ile olan ilişkilerini kesip tecrit etmelerini talep ederek ayağa kalkıyor ve sokakları dolduruyor. Kimi hükumetler ilkeli tavırlar alarak işgal devleti ile olan tüm ilişkilerini kestiğini ilan etti, kimileri uluslararası mecralarda işgal devletini yargılamak üzere davalar açtı, kimileri ise sessiz bir konum takınırken emperyalist devletler ise geniş halk hareketine ve taleplerine, sokaklara dökülen milyonların sesine rağmen halen işgal devletine silah temin ediyor. Aynı zamanda başta Almanya ve ABD olmak üzere bu emperyalist merkezlerdeki halk hareketleri sindirilmeye ve baskı altına alınmaya çalışılıyor.
- Türkiye’deki Saray rejiminin şefi Tayyip Erdoğan ırkçı-Siyonist rejimi ağır ifadelerle itham ediyor. Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda da bu tutumunu sürdürdü. Oysa İsrail petrolünün %40’ı Azerbaycan tarafından karşılanıyor ve bu petrol Ceyhan üzerinden İsrail’e taşınıyor. Yani bomba yağdıran İsrail F16’larının yakıtını Erdoğan rejimi taşıyor. İsrail’le ticaret güya yasaklandı, oysa Erdoğan rejimine yakın büyük holdingler halen Siyonistlerle ticarete devam ediyor.
Erdoğan’ın bu iki yüzlü/riyakar tutumu özelde Filistin’de genelde Arap dünyasında nasıl karşılanıyor?
- Türkiye’de iktidar, “neo-Osmanlıcı” diye tarif edilen, bölgede sömürgeci bir güç olma emelini taşıyor ve TC’nin kurulmuş olduğu batı merkezli temellerinin üzerinde duruyor ve bu temelleri, emeline ulaşma sürecinde bir araç teşkil ettiği için sahipleniyor. Bölgede bir sömürgeci güç olma emelini taşıyan iktidar, devletin üyesi olduğu NATO ve Siyonist devletle olan askeri ve ekonomik iş birliği, silah sanayisi ve birçok işbirliği alanından vazgeçmeden bölge hakları nezdinde meşruiyet kazanma çabasında. Yalnız neo-Osmanlıcı sömürü düzeni için meşruiyet görünümünü zedeleyen bu işbirliği hem kendi ideolojik tabanından hem de sömürmek istediği diğer halklardan gizlemek için kendi propagandasını üretiyor. Propagandasını başta kendi medyasıyla ama müttefiki olan Katar’ın medyasını da kullanarak yaymaya çalışıyor.
Katar’ın medya gücü ve -zaman zaman “Müslüman Kardeşler” adı verilen- bu ittifakın bir parçası olan Filistinli politik kesimler sayesinde bu yanılgı Filistin ve Arap halkları nezdinde uzun süre harcanan çabalardan sonra kısmi başarıya ulaşmıştı. Bunun karşısında ise hem Türkiye’de hem bölgeden hem de Filistin’de bunun sahici bir dayanışma sesi olmadığını bilen ve yayan sesleri on yılı aşkın bir süredir duyuyoruz aslında. Bu sesler soykırım sürecinde daha da yükselir ve mücadelenin birçok alanına yayılırken Filistin halkının tamamının da gördüğü bir manzara haline geliyor.
Soykırımın başından itibaren soykırım devleti ile ticaretten ve onu her tür lojistikle beslemekten sakınmayan bu iktidarın maskesi hiç olmadığı kadar düşmüş durumda. Filistin halkının bu duruma kanmış kimi kesimlerinin bile bugün temel duygusunu ise şöyle özetleyebiliriz: “Bize sunulan bu inandırıcı dayanışma sesine güvendik ve bu şiddet dönemlerinde yanımızda olacağını zannettik hatta buna güvenerek hareket ettik ve biz şuan ihaneti hissediyoruz.”
- Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’ın katledilmesinden sonra, emperyalist/Siyonist saldırganlığa karşı direnişin farklı bir evreye gireceği ifade ediliyor. Direnişin farklı ya da yeni bir evreye gireceği ifadesinden ne anlamak gerekiyor? Bu evrede savaşın tüm bölgeye yayılma olasılığı hakkında neler söylersiniz?
- İsmail Haniye’den sonra Hasan Nasrallah’ı kaybetmek hem Filistin ve Lübnan halkları hem direnişleri için derin bir üzüntü ve kayıp duygusu yarattı. Bilhassa Nasrallah Lübnan güneyinin özgürleştirilmesi ve Hizbullah’ın denklemde bu denli önemli bir güç haline gelmesinde rolü bariz olan önemli bir liderdi. Direnişin sembollerinden biridir. Liderlerin öldürmeleriyle derin üzüntü yaşayan halklar bu direnişin meşruiyetini ve haklılığını yeniden görüyor ve özgürlükleri için kendini feda eden bu liderlerin -ve tarihte birçok başka liderin- varlığı mücadele iradesini daha da güçlendirecek. Aynı zamanda bu kayıplar, işgalci ile yaşanan savaşın bir varlık yokluk savaşı olduğunu yeniden göstermiştir.
Öte taraftan, başta ABD olmak üzere emperyalist güçler ve işgal devleti bu liderleri, bilhassa Nasrallah’ı öldürdükten sonra zafer sarhoşluğuna sürüklendiler. Bu ise onlara karşı mücadeleyi büyütecek ve onlara sıçrayacak ateşin büyümesini teşvik edecektir. Tarif ettikleri “mutlak zafere” ulaşmak istiyorlar. Bu ise direnen halk kitlelerini imha etmek demek. Mutlak zafer, tüm bu toprakları sömürmek için emperyalist güçlerin bu bölgeye karşı büyük savaşlar açması demektir. Bu ise, önümüzdeki süreçte emperyalistlerin açtığı savaş ve kullandıkları ölüm makinelerinin bölgemizin birçok yerine ateş sıçratacağı bir durumu da beraberinde getiriyor.
Direniş hareketleri ve halkların haklı mücadelesini ve iradesini yükselten bu anlar, işgalci ve sömürgeciye karşı direnişte yeni bir eşiktir aynı zamanda. Bu, hali hazırda bölgemizde bulunan emperyalist/Siyonist güçlere karşı savaşta da yeni bir evre anlamına geliyor.
- Teşekkürler…
Kızıl Bayrak / İstanbul