“Enflasyon düştü”, peki ya hayat pahalılığı ve ekonomik kriz?

Hayat pahalılığı üzerinden öfkesi bilenen işçi sınıfı ve emekçiler açısından AKP ve sermayeden bir şey beklememek gerektiği, bu torba yasayla ayrıca bir kez daha ortaya serilmektedir. Kriz koşullarında sefa süren sınıflar, bu zenginliklerini korumak için ‘çöküş’e hazırlanırken, aynı tasarıda “işsizlik maaşı” için göstermelik bir adım atılıyor.

  • Haber
  • |
  • Güncel
  • |
  • 07 Aralık 2018
  • 20:18

İmkanı olsa havayı bile para karşılığında alınıp satılabilir bir “meta”ya dönüştürecek olan kapitalist düzende, halihazırda paralı olan en temel insani ihtiyaçlar giderek daha da pahalı hale geliyor. Bu hayat pahalılığı sanki bütün toplumu aynı şekilde etkiliyormuş gibi “enflasyon” da tüm toplumun gündeminde. Fiyatlardaki artış emekçilerin dilinden düşmüyor, öfke bileniyor. Sermayedarlar çıkıp enflasyonun yüksekliğinden yakınıyorlar, onların bir dediğini iki etmeyen AKP iktidarı sözde “enflasyonla topyekûn mücadele” ilan ediyor vs.

Herkese dokunuyor gözüken yüksek enflasyon, aslında toplumu oluşturan sınıfları farklı şekillerde etkiliyor. İşçi sınıfını sömürerek geçinen sermaye sınıfı ve AKP, elde ettikleri kârlarını korumanın derdine düşmüş durumdalar. Diğer yandan sefahat içindeki yaşamlarını aynı rahatlıkla sürdürmeye devam ediyorlar.

İşçi sınıfı ve emekçiler açısından ise durum “biraz daha” farklı. Hatta her yıl 2 bine yakın işçinin iş cinayetine kurban gittiği, intihar girişimlerinin yaygınlaştığı ve işsizliğin daha da arttığı düşünüldüğünde, ücretli emekçiler için mesele “temelden” farklı. Sermaye sınıfı zenginlik içerisinde yaşamaya devam ederken, emekçiler gerçek anlamda yaşam mücadelesi veriyorlar. Patronlar işçileri sömürerek sefa sürerken işçiler verdikleri emeğin karşılığını almıyor. Kırıntı düzeyde aldıkları da hayat pahalılığıyla birlikte eriyor. Böylece mutlak yoksulluğu giderek derinleşen ücretli emekçiler sefalete sürükleniyor.

Özetle tüm toplumun hedefi ve istemi “enflasyonu düşürmek” gibi görünse de, sınıfsal farklılıklar ve çıkarların zıtlığı nedeniyle hedefler de ayrışıyor. Bu tabloda, AKP iktidarının enflasyona dair attığı adımları doğru anlamlandırmak, sonuçlarını buna göre hesap etmek gerekiyor.

“Topyekûn mücadele” hangi sınıflar için?

Enflasyonun toplumun tümünü aynı şekilde etkilemediğinin, sınıfsal çıkarlara göre durumun farklılaştığının altını çizdik. Tam da bu nedenle, emekçilerin hayatını zindan eden pahalılığı ortadan kaldırmak, insanca yaşanabilir bir düzen sağlamak, ne AKP iktidarının ne de sermaye sınıfının umurundadır. Onları ilgilendiren, kâr edebilmek için ihtiyaç duydukları para kaynaklarına ucuza erişebilmektir. Yükselen enflasyon onların bu ihtiyaçlarını karşılamalarına engel olmaktadır; çünkü enflasyon yükseldikçe faizler de artmakta, krediler pahalılaşmakta ve kapitalistlerin ihtiyaç duyduğu ucuz finansmanı elde etmeleri zorlaşmaktadır. “Faiz lobisi” diye söylenip duran AKP şefi Erdoğan’ın “düşük faiz” serzenişleri de bundandır.

İşçi sınıfı ve emekçilerin duygularını, istemlerini, önyargılarını suistimal etmekte ustalaşmış bulunan ve bunu da en etkili bir şekilde din tacirliği üzerinden yapan AKP iktidarı, bir yandan enflasyon sorununda sermaye sınıfının çıkarlarını gözeten adımlar atarken, diğer yandan “toplumun tümüne hizmet ediyor” görüntüsünü korumaya çabalıyor. Sözde fiyatlarda indirimler; “topyekûn mücadele”, “2. kurtuluş savaşı” gibi çarpıcı laflar; fırınlara, soğan depolarına, marketlere “denetim”, “yerli/milli ürün” etiketleri gibi reklamvarî adımlar tam da bu doğrultuda atılan göstermelik adımlardır. Bu adımları, her türlü manipülasyon, demagoji ve sahtekârlık tamamlamaktadır. İstatistiklerin çarpıtılarak sunulması, işlerine gelecek şekilde hesaplama yöntemleri uygulama vb. her yol bu görüntüyü kurtarmak adına mubahtır.

Öyle ki bu üçkağıtçılık, OECD’nin son raporuna da yansımıştır. Raporda, ekonomik göstergelerin doğruluğunun ve standartlara uygunluğunun önemi Türkiye’ye bir kez daha hatırlatılmıştır. Bu manipülasyon kuşkusuz salt AKP’ye özgü bir sahtekarlık değildir. Bu; sömürünün, ücretli köleliğin ve çıkarları birbirine zıt sınıflar gerçeğinin üzerini örtmek zorundaki sermaye iktidarının doğasından kaynaklanmaktadır.

Sermayenin ihtiyaçları uğruna atılan adımlar

Özetle AKP iktidarı, “topluma hizmet sunuyor” görüntüsü altında sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda adım atmaktadır. Nedir bu ihtiyaçlar? Öncelikle dışa bağımlı Türkiye kapitalizminin ihtiyaç duyduğu finans kaynaklarına erişebilmesi ve sermaye hareketlerinin piyasaya uygun bir şekilde sürebilmesidir. Bizzat AKP şefleri de emperyalist finans merkezlerinin kaygılarını gidermek adına bu yönde vurgular yaptılar. Özellikle de 24 Haziran seçimlerinin ardından, yabancı sermayedarların önüne çıktıkları her türlü platformda buna uygun “piyasa dostu” vurgular yer aldı, yabancı sermayeyi ülkeye çağırdılar ve hâlâ da buna devam etmekteler.

Bu söylemlerin kısa vadeli bir sonuç vermemesi ve ABD ile Ağustos ayında tırmanan gerilimle birlikte TL’nin döviz karşısında değer kaybının daha da katlanmasının ardından Eylül ayında Merkez Bankası “piyasanın beklentisinden fazla” faiz arttırma kararı aldı. Böylece döviz karşısında TL’nin daha fazla kayba uğramasının ve dolayısıyla da enflasyonun daha da fazla yükselmesinin önüne geçilmek istendi.

Öte yandan, derinleşen krizin Ağustos ve Eylül aylarında ithalata ve üretime de belirgin biçimde yansıması, ekonominin durgunluğa girdiğini gözler önüne serdi. Bu noktada AKP iktidarının bir diğer adımı, iç pazardaki durgunluğu ertelemek yönünde yine geçici bir adım oldu. Tüketimi teşvik etmeye, kısmi/geçici fiyat düşüşlerine imkan sağlamaya ve böylece de para-sermaye hareketlerinin durmasına engel olmaya dönük vergi indirimleri Ekim ayı sonunda hayata geçirildi. Bu adımın sermayenin talebi doğrultusunda hayata geçirildiğini, bizzat TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu, “Ekonomideki canlanma henüz istediğimiz noktada değil. Bu konuda son dönemde atılan adımlarla, vergi ve ÖTV’de indirimleriyle beraber inşallah pozitife doğru gidişatın göstergesi olduğuna inanıyoruz” diyerek itiraf etti.

Ayrıca, hem döviz hem de uluslararası petrol fiyatlarındaki yükselişle birlikte Nisan ayından bu yana yükselen enflasyonun daha büyük bir sıçrayışının önünü almak adına Mayıs ayından bu yana akaryakıt zamları “Eşel mobil” sistemiyle ÖTV’den düşülerek gizli tutuldu.

Bunun ötesinde depo baskınları, fiyat kontrolleri ise daha çok görüntüyü kurtarmaya, diğer yandan da enflasyondaki daha büyük tırmanışların önünü almaya yönelik uygulamalardı. Zira Ticaret Bakanı Ruhsar Pekcan, bu denetimlerin sermayeye yaptırıma dönüşmediğini, “uyarı” niteliği taşıdığını birinci ağızdan da ifade etti. TÜİK’in kendi rakamları da iddia edildiği gibi tüketiciye “aşırı fiyat” yansıtma gibi bir durum olmadığını, hatta tam tersine tüketiciye yansıyan fiyatların olması gerekenden düşük olduğunu göstermektedir. Üretici fiyatlarındaki artışlara kıyasla tüketici fiyatları daha az artmıştır.

“Enflasyon düştü” ama...

Sonuç olarak AKP iktidarının sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda attığı adımların, hayat pahalılığını ortadan kaldırmadığı işçi ve emekçilerin yaşamındaki yoksullaşma ile ortaya serilse de AKP şefleri, “enflasyonda en kötü geçti, köpük gitti” söylemleriyle olumlu algı yaratma çabalarından geri durmuyorlar. Bununla birlikte, manipülasyon aygıtı TÜİK’in, toplumu oluşturan sınıflardan hangisinin “alışveriş sepetini” yansıttığı belirsiz olan enflasyon rakamları, Kasım ayında aylık fiyatlarda düşüş yaşandığına işaret etti. Bunlar “enflasyon düşecek” beklentisi yaratma eğiliminde olsa da gerçek yine göründüğü gibi değil.

Sermaye devletinin para politikasını ‘belirlediği’ ileri sürülen Merkez Bankası fiyat düşüşünde esas etkenleri vergi indirimleri, döviz ve petrol fiyatlarındaki düşüş ile ‘iktisadi faaliyetteki gerileme’ olarak sıraladı. Yani, hem uluslararası gelişmelerin hem de ekonomideki krizin fiyatlarda düşüşe yol açtığını kabul etti.

AKP iktidarının manipülasyonlarına prim vermeyen iktisatçılar da atılan adımlara karşın Kasım ayındaki düşüşün sınırlı kaldığının ve geçici olduğunun altını çizdiler. Buna ek olarak, sermayenin ucuz finansman ihtiyacını karşılamak için AKP iktidarının yeni adımlar attığına değinen iktisatçı Uğur Gürses, faizlerin ‘yapay’ olarak düşürülmeye çalışıldığına işaret etti. Gürses, bunun döviz ve enflasyonda yeni bir tırmanışa yol açacağına, 1994 krizinde benzer adımların çöküşle sonuçlandığına dikkat çekti.

Kasım ayı enflasyonunun açıklandığı gün uluslararası alanda yaşanan gelişmeler ise Türkiye kapitalizminin “olumlu görüntü”den ziyade ne kadar hassas olduğunu gözler önüne serdi. Merkez Bankası’nın enflasyondaki düşüşte belirleyici olarak gösterdiği uluslararası petrol fiyatları Haziran’dan bu yana en sert yükselişini kaydetti. Bu ise TL’nin döviz karşısında tekrar değer kaybetmesini tetikledi. Petrol ithalatçısı dışa bağımlı Türkiye kapitalizmi açısından enflasyondaki “olumlu” görüntünün oluşmasındaki temel etkenler bir anda tersine dönüverdi.

Tersi yöndeki bu hareketlilik şu an geçici olsa da Türkiye kapitalizminin krizi açısından “olumlu” hiçbir tablonun olmadığı açıktır. Aksine, Türkiye kapitalizmi emperyalist hiyerarşide ‘zayıf halka’ konumunu korumaktadır. Emperyalist finans merkezlerinin ve kurumlarının değerlendirmelerine “Türkiye’de dış şok riskinin sürdüğü” ifadeleriyle de yansıyan bu durum, ekonomik göstergelerdeki geçici “olumlu” sinyallerin aldatıcı olduğuna işaret ediyor.

Sermaye ve AKP çöküşü bekliyor, buna hazırlanıyor

Göstermelik söylem ve demagojileri bir kenara bırakıldığında AKP şefleri ve Türk burjuvazisi de esasen bunun farkındadır. Sermaye sınıfı ve AKP yüksek enflasyonun da ötesinde “iktisadi faaliyetteki zayıflama” dedikleri gerçeği kabullenmiş durumdadır. Tümünün açıklamaları, ekonomik krizin 2019 boyunca süreceği noktasında birleşmektedir. Ve sermaye sınıfı, kendilerine hizmet etmeye yeminli Erdoğan ve AKP’si ile kendi sınıflarının çıkarları için atacakları adımlara odaklanmaktadır.

Bunun son göstergesi “işsizlik maaşı başvurusu kolaylaşacak” yalanıyla sunulan torba yasa teklifi olmuştur. Yasa tasarısında, işsizlik maaşı başvurusunda esaslı bir engel oluşturan ‘120 gün çalışma zorunluluğu’na dokunulmazken, yalnızca bu süreçte sigorta primlerinin yatmış olması zorunluluğu göstermelik olarak kaldırılıyor.

Torba yasanın diğer maddelerinde sermayeyi kurtarmaya dönük kriz önlemleri dikkat çekiyor. Bunlardan en çarpıcı olan, tasarının 22. maddesinde “finansal sistemin bütününe yayılabilecek bir kriz” uyarısında bulunulmasıdır. ‘Finansal İstikrar ve Kalkınma Komitesi’ kurulması öngörülen madde ile, böyle bir kriz durumunda sermayenin demir yumruğu Erdoğan’a da müdahale yetkisi veriliyor.

Hayat pahalılığı üzerinden öfkesi bilenen işçi sınıfı ve emekçiler açısından AKP ve sermayeden bir şey beklememek gerektiği, bu torba yasayla ayrıca bir kez daha ortaya serilmektedir. Kriz koşullarında sefa süren sınıflar, bu zenginliklerini korumak için ‘çöküş’e hazırlanırken, aynı tasarıda “işsizlik maaşı” için göstermelik bir adım atılıyor. Bu, AKP ve sermayenin işçi ve emekçileri esasta daha fazla sefalete nasıl sürüklediğini açık bir şekilde dışa vuruyor. Zaten yoksulluğu pekiştirip emekçileri “yardıma muhtaç etmek”le övünen bir iktidardan başka ne beklenebilir ki!