Mutluluk, ilk çağlardan bu yana üzerine yazılıp çizilmiş, felsefeciler tarafından tanımı yapılmaya çalışılmış bir duygudur. İnsanların çoğu her daim mutluluktan bahseder. Herkes mutlu olmayı ister ama mutluluğun kaynağını bulamaz. Televizyonlarda ve sosyal medyada bize mutluluk diye gösterilen, zengin hayat süren, son model araba kullanan, bahçeli ve havuzlu evi olan insanlar oluyor genelde. Alt sınıfları bu insanlara özendirip, “siz de bunlar gibi olabilirsiniz” diyorlar.
Reklamlardaki “mutlu kadın” simgesi, x marka deodorantı, y marka şampuanı, z marka alet sayesinde sahip olduğu pürüzsüz bacakları, “light” ürünler sayesinde elde ettiği ince vücudu ve bunu teşhir eden markalı giysileri ile “doğru erkeği” önce baştan çıkaran, sonra da filanca deterjan sayesinde bembeyaz yaptığı çamaşırlarıyla ve falanca yağları kullandığı güzel yemekleri ile iyi bir eş ve anne olan kişi oluyor genelde. Kariyer de yapar çocuk da! Her şeye birden sahip olabilir. “Güzelliği” sayesinde mutlu olmayı hak eder bu kadınlar…
Öte yandan, erkeğin mutluluğunun anahtarı, iş dünyasında kıyasıya rekabetle gücünü ispat etmesi sonucunda elde ettiği “başarı”lardır. Zengin ve mutlu erkek, bir yandan son model arabasıyla seyahat ederken, övüneceği güzellikte bir kadını da eş olarak sahiplenmiştir vb.
İşte bizim önümüze koyulan mutluluk tabloları bunlar. Asla sahip olamayacağımız zenginlik, önümüze koyulan mutluluk oluyor. Hayatı, çalışmak ve sömürü düzeninin altında ezilip yoksulluğa katlanmak olan kesim ise bunun hayalini kurmak durumunda kalıyor!
Fark ettiyseniz, sistemin ezdiği ve dışladığı insanlar, yeterli paraları olmasa da, büyük AVM’leri gezmeyi alışkanlık haline getirmişlerdir. Sadece vitrinden görebilecekleri şeylere bakıp, bir gün hepsine sahip olmanın düşünü kurar bu insanlar. Hayalleri medya tarafından belirlenmiş bu insanlara bir de zenginlerin öğütleri pazarlanır. Kişisel gelişim kitaplarından “mutluluk” öğrenmeye çalışan insan sayısı hiç de az değil. Bu kitaplarda genelde aşılanan fikir, “yeter ki isteyin, pozitif düşünün” şeklinde oluyor. Pozitif düşünmek kötü bir şey değil elbette ama kötü olan, bu kitapların pozitif olmak adına örneğin olmaması gereken bir olaya, duruma, kölece koşullara, haksızlığa vs.ye itaat etmeyi aşılamasıdır.
Belirsizliklerle dolu, savaşların hüküm sürdüğü, toplumsal yapının çöktüğü, insan ilişkilerinin yozlaştığı, kısaca insanın kendi hayatı üzerinde etkisinin kalmadığı dönemlerde, hep böylesi felsefeler öne çıkmış, bireye teselli vermeye çalışmıştır.
Bol ideolojik makyajın altına girmiş vahşi kapitalizm, insanları, “başarı senin elinde, çalış, rekabet et ve köşeyi dön” diye pohpohlayıp, başarısızlığın tüm sorumluluğunu bireye yüklüyor. Öte yandan “başarı fetişizmi”nin insanların omuzlarına bindirdiği yük nedeniyle doğal olarak depresyona giren insanlara, kişisel gelişim kitapları ile mutlu olmayı öğretiyor. Ve sonuç olarak ya ağır şekilde psikolojik sorunlar yaşayan insanlar ya da intihar vakaları ile karşılaşıyoruz.
Mutluluk, medyanın bize gösterdiği gibi onların zenginliğine özenmek ve itaat etmek değildir. Asıl mutluluk, onların zenginliği ile mücadele edip zaten bizim olanı almak için çaba göstermektir.
Bu arada mutluluğun İskandinav ülkelerinde yaşandığı söyleniyor ya, ne hikmetse en fazla intihar vakaları orada yaşanıyor. Bu düzenin içinde gerçek mutluluk olmayacaktır. Sınıflı toplumlarda, ezilen sınıf mutluluğa ancak mücadele ederek ulaşabilir. Bu mücadelenin sonucu mutsuz da bitebilir, başarısız da bitebilir. Önemli olan hakkımız olan şeylerin üstüne gidebilme çabası içinde olmak, onlara sırt çevirmemektir.
Ne mutlu, tek hedefi düzen içi mutluluk olmayanlara ve bedeli mutsuzluk olabilecek ideallerin peşinden gitme cesaretini gösterebilenlere!
Çorlu’dan bir DLB’li