Ayten Öztürk, kaçırılmasını, 6 boyunca gördüğü işkenceyi, hapishaneyi ve sürekli faşizme karşı sürekli direnişi anlatıyor!

Ayten Öztürk, kaçırılmasını, 6 boyunca gördüğü işkenceyi, hapishaneyi ve sürekli faşizme karşı sürekli direnişi anlatıyor!

  • Haber
  • |
  • Güncel
  • |
  • 13 Şubat 2019
  • 07:59

* FOSEM: Öncelikle kısaca kendinizden bahseder misiniz? Ayten Öztürk kimdir?

Ayten Öztürk: Antakya’dan, Arap yoksul bir aileden geliyorum. Bu sistemin adaletsizliklerini, baskılarını, zulmünü yaşayarak da gördüm. Ahmet ağabeyim, Yazgülü yengem ve Hamide ablam zulme karşı-hak adalet mücadelesinde şehit oldular. Onurlu yaşamları ve şehitlikleri ile bana rehber oldular. 25 yıldır bu mücadelenin bir parçasıyım. Toplamda 7.5 yıl çeşitli hapishanelerde tutsaklıklar yaşadım, yıllardır da yurtdışında bulunuyordum. Şimdi de Sincan Kadın Kapalı Hapishanesi’nde iki buçuk aydır tutukluyum.

*FOSEM: 9 Mart 2018 tarihinden beri sana ulaşılamıyordu. 9 Mart günü ne olmuştu? Nerede, nasıl gözaltına alındın?

Ayten Ö.: 9 Mart 2018 günü Lübnan’dan Avrupa’ya geçerken havaalanında Lübnan polisi tarafından gözaltına alındım. Lübnan’da Türkiye konsolosluğundan biri gelip resimlerimi çektikten sonra gizlice Türkiyeli yetkililere teslim edildim.

13 Mart’ta Lübnan havaalanında yüzlerini görmediğim kişilere teslim edilirken gözlerim bağlandı, kafama çuval geçirildi ve kollarım arkadan kelepçelendi. Yaklaşık 1 saatlik uçuştan sonra getirildiğim özel uçaktan ağzım bantlanarak indirildim. Uçağa bindirilmeden önce gözlerim bağlandı. Kafama da çuval geçirildi. Uçaktan indirilirken slogan atmaya çalışınca hızlıca ağzım bantlandı. Ve elleriyle ağzımı sıktılar. İndirirken koştururcasına indirip beni işkencehaneye soktular. Uçaktan indikten sonra işkencehaneye yaklaşık 15 adımda gittiğimizi hatırlıyorum. İşkencehanenin neresine soktuklarını bilmiyorum, bir şey görmüyordum. Çok hızlı ve saldırgan bir şekilde hemen üstümü çıkarttılar ve süngerli odaya attılar.

Birkaç dakika sonra da gelip kendilerinin verdiği giysileri giymek zorunda kaldığımda bir anlığına ellerimi çözdüler.

Gözlerim bağlıydı, gözlerim uzun bir süre hep bağlı kaldı, ellerim de arkadan kelepçeli. Sadece tuvalete gittiğimde tuvaletin yanında ellerimi çözüyorlardı ama gözlerim açılmıyordu. Gözlerim sürekli kapalı kaldığından ilk açtıklarında (bana ilk zorla serum müdahalesini yaptıkları zaman) gözlerim açılmadı. Birbirine yapışıktı. Sıvıyla, çayla gözlerimi açtılar revirde. Ve indiğimiz yerde görmediğim bir yere sokuldum.

Hızlıca üstümdeki giysiler çıkartılarak süngerli bir hücreye atıldım ve verdikleri giysileri giymek zorunda kaldım. Burada psikolojik ve fiziki işkenceler yaşadım.

28 Ağustos 2018’de de buradan çıkartıldım ve bir senaryo tezgahlanırcasına Ankara TEM polisine teslim edildim. Ankara polisine teslim etmek için beni bir araziye bıraktılar. Saat akşam 8.00 ile 9.00 gibiydi. Saatleri günlük kapımın açılıp kapanma düzenine göre tahmin edebiliyordum. Arabadan indirildiğim yerde geniş bir alan, soğuk, sert bir rüzgar vardı. Ve şehrin ışıkları çok uzakta görülüyordu.

Hemen ardından zifiri karanlıktan çıkan Ankara TEM polisi hakkında ihbar bu gerekçesiyle beni gözaltına aldı. Sanki o ıssız arazide beni bulmuş gibi. Oysaki teslim edildiğim apaçık ortadaydı. 1 Eylül’e kadar emniyette gözaltında kaldım, 1 Eylül’de ise tutuklandım. Somut hiçbir delil olmadığı halde hukuksuz bir şekilde tutukluyum.

* FOSEM: Cevaba baktığımızda bu bir gözaltı değil bir kaçırma olayıdır. 6 ay boyunca yaşadıklarından bahsedebilir misin? Ne tür işkenceler uyguladılar?

Ayten Ö.: Her tarafı gri halıflex ile kaplı, zemini sert süngerli tahminen bir 1,5-2 metre boyutunda 24 saat kamera ile gözetlenen, 2 duvarında bir tabak büyüklüğünde delikli havalandırma sistemi olan bir hücrede tutuldum. İlk 1 ay kadar gözlerim bağlı kafama çuval geçirilmiş halde ellerim arkadan kelepçeli tutuldum. Nefes almakta zorlanıyordum, kollarımda ağrılar oluyordu. İlk aylar sürekli zorla yemek yedirmeye, sıvılar vermeye çalışıyorlardı. Birkaç kez zorla serumla müdahale ettiler. Kollarımı duvardaki demir halkalara kelepçeleyip bir yandan elektrik verip bir yandan yemek yedirmeye çalıştılar. Ara ara susuz bırakıyorlardı.

Fiziki işkenceyi bulunduğum odanın dışında farklı bir odada yapıyorlardı. İlk aylar psikolojik işkence yapıp sözlü sorguya alıyor, “biz seni tanıyoruz, sadece bazı bilgileri öğrenmek istiyoruz, konuşmazsan buradan çıkamazsın, bu devlet senin için bir uçak kaldırdı, senin burada olduğunu kimse bilmiyor, boşuna direniyorsun, burada ölsen kimsenin umrunda da olmaz, ailen gibi olmayacaksın. Seni öldürmeyiz ama her gün ölümü yaşatırız…” diyorlardı.

Konuşmadığım için hücreme saatlerce soğuk ya da sıcak hava veriyorlardı. Bazen de saatlerce gürültülü müzikler dinletiyorlardı. Çok bağırarak sürekli küfür edip tacizde bulunuyorlardı. Tüm işkenceciler devamlı tehdit edip (bizimle işbirliği yapmazsan zorla konuştururuz) diyorlardı ve son aylarda yaklaşık 20 gün boyunca fiziki işkence yaparak konuşturmaya çalıştılar.

Çoğu kez (sadece bizimle konuş, diyaloga gir, bizden bir şeyler iste…) diyorlardı. İşkenceyi bazen çırılçıplak soyarak, bazen de yarı çıplak bedenimin her tarafına yapıyorlardı. Duvara asıp 2 çeşit elektrik verdiler. Biri tabancaya benzer bir cihaz ile bedenime bastırarak sarsan ve acı veren, diğeri de parmak uçlarıma bantlanan metal mandallarla uzaktan kumanda ile verilen elektrik. Bu da etkiliydi, nefesimi kesiyordu. Bundan dolayı birkaç kez bayıldım. Bayıldığımda su ile ayıltıp taciz ederek tecavüz tehdidi ile devam ediyorlardı.

Tazyikli su ile boğmaya çalıştılar, hem hücremde hem de tabut biçimindeki bir bölümde saatlerce ayakta tutuyorlardı. Bundan dolayı çok fazla şişen ayaklarıma kırbaç, sopa ve cop ile vuruyorlardı. Bazen de ayakkabılarıyla ezercesine ayaklarıma basıyorlardı. Spot lambalarını gözlerime tutarak başımın dönmesini ve midemin bulanmasını sağlıyorlardı. Bazen de beni tepetaklak ters çevirerek ayaklarımdan asıyorlardı.

Tüm bunları yaparken bir yandan küfür ediyor, bir yandan da iş birliği teklif ediyorlardı (istediğin kadar para, kalacak yer ve kimlik sağlarız, yeter ki konuş) diyorlardı. İnsanlıktan çıkmış o işkencecilerle konuşacak bir şeyim yoktu. (Susarsan işkenceler devam eder, güçten düştüğünde tedavi eder, ayağa kaldırır, 2. ve 3. seanslara başlarız. Daha da kötü olur. Burası cehennemin dibi, buradan kurtuluşun yok!) diyorlardı.

Kimyasal ile tehdit ettiler ve bilmediğim bir iğne yaptılar ama herhangi bir şey hissetmedim. İyice güçten düştüğümde ara ara gözlerimi açıp konuşuyorlardı. Onların yüzünde maske vardı ve sadece gözleri gözüküyordu. (Bir gün çıkarsan bizi tanımaman için maske takıyoruz) diyorlardı. Artık kalkamayacak hale geldiğimde bile kaba dayak atıp yüzümü, kafamı duvara vurup (kafanın içindekileri çıkar, seni motive edeni çıkart) diyorlardı. Ayak parmaklarımı; pense ile vurup kıralım mı, tırnaklarını sökelim mi deyip el tırnaklarımın altına kesici, sivri bir metal sokuyorlardı.

En son artık kalkamayacak hale gelmiştim. Beni revir gibi bir yere götürüp serum ve kremlerle iyileştirme adına sözde tedavi uyguluyorlardı. Beni ikinci seansa hazırladıklarını söyleyerek her gün (fikrin değişti mi, konuşacak mısın?) diye soruyorlardı. Yaklaşık 20 gün sonra da oradaki süremin dolduğunu söyleyip beni sözde adalete teslim edeceklerini söylediler. Elbiselerimi verip ellerimi arkadan plastik kelepçeyle kelepçeleyerek gözlerimi bağladılar. Kulaklarıma motorsiklet sesi verdikleri bir kulaklık takarak yaklaşık 1,5 saat gittikten sonra beni boş bir araziye bıraktılar.

Ellerimi, gözlerimi çözüp arabayla uzaklaşmaları bir oldu. Yaklaşık 2-3 saniye içerisinde de Ankara TEM Polisi zifiri karanlıktan çıkıp sözde bir ihbar üzerine beni gözaltına aldıklarını söylediler.

* FOSEM: Emperyalizmin teslim alma politikalarına, türlü türlü işkencelerine karşı müthiş bir direniş sergiledin. Bunu nasıl başardın? Seni tuttukları yerde 1 günü nasıl geçirdin?

Ayten Ö.: Baştan itibaren direnmeye karar verdim. Ne olursa olsun asla konuşmayacaktım. Bedenime hemen hemen her türlü işkenceyi yapmaya çalıştılar, moralimi bozmaya, yalnızlık, hiçlik duygusu vermeye çalıştılar. Orada uzun süre kalacağımı anladım ama hiç yalnız değildim. Başta ablam, ağabeyim, yengem hücremin baş köşesindeydi. Onları düşünüp onlarla geçirdiğim her anı gözümde canlandırıyordum. Onlara, şehitlerimize verdiğimiz sözler, en sevdiklerimle paylaştıklarım, öğrendiklerim ve öğrettiklerim hep kafamdaydı. Beynimi, düşüncelerimi programladım. Günümü kapımın düzenli olarak açılıp kapanma vakitlerine göre programladım. Belli saatlerde içimden geçirdiğim sloganlarım, marşlarım vardı. Belli saatlerde de kafamda üretimlerim oluyordu; resim, şiir, yazı vb…

Ve okuduğum kitapları, çalışmaları, filmleri… Tek tek belli saatlerde kafamdan geçiriyordum. Gereksiz düşüncelerimi kafamdan atmıştım, kurallar ve yasaklar koymuştum kendime. Örneğin günlerce bana “yoruldum’’ dedirtmeye çalıştılar. Beni tamamen bitirmeye yok etmeye çalıştılar. Evet, emperyalizm kendinden olmayanı yok etme, teslim alma politikasının bir parçasıydı yaşadığım işkenceler. Vücudumdaki yara ve izleri hapishanedeki arkadaşlarım saydı. 898 iz bıraktılar. Hala işkencelerin etkileri bedenimde mevcut ama asla beynime ulaşamadılar. Günde 3 kez tuvalet için ve su vermek için, 2 kez de yemek vermeye zorlamak için kapım açılıyordu. Bunun dışında fiziki işkence yapıldığı günlerdeyse gece 2-3 kez işkenceye götürmek için açıyorlardı.

Bazen de bulunduğum hücrede kaba dayak ya da elektrik cihazı ile işkence yapıyorlardı. Görünürde her gün aynıydı ama benim beynimde her gün yeni üretimler, yeni düşünceler vardı.

Değerlerimizden, tarihimizden, geleneklerimizden, şehitlerimizden ve halk-vatan sevgimizden güç aldım.

Bilimsel düşünmeyi elden bırakmadım. Bir gün o işkencenin ya benim ölümle ya da serbest bırakılarak biteceğine inanıyordum. Ölümü göze almıştım. Her şeyi, özgürlüğüm dahil, ancak direnişimle elde edeceğime inanıyordum. Ve şimdi arkadaşlarımla birlikteyim. Direnme kararı alan herkes, en ağır işkenceler altında dahi direnme gücü bulabilir. Bu sağlam ideolojimizin, tarihimizin ve şehitlerimizin bize kattıkları güçtür. Sonuç olarak her günümü mutlaka zaferi kazanacağıma olan inancım ile bitiriyordum.

* FOSEM: 28 Aralık 2011’de H. Aygün hapishaneye gidip eski özel harekatçı Ayhan Çarkın ile görüşmüş ve Milliyet gazetesi de bu görüşmeyi yayınlamıştı, şöyle diyordu; katil, kayıplar için (biz yasallık perdesi altında terör örgütü gibi çalıştık, ölen insanların birçoğu slogan attı geri adım atmadı, bu insanlara hayranlık duydu…) bahsi geçen kayıplar Hüsamettin Yaman ve Soner Gül idi. Bizim yoldaşlarımızdı. Düşmanın seninle de bu yanlı konuşmaları olmuş, ne dediler? Sen bu söylemler karşısında ne hissettin?

Ayten Ö.: Aslında beni kaybetme ya da katletme ihtimalini kafama sokmak istediler. Şöyle ifade ediyorlardı: “Merak etme seni bir tekneye koyup patlatmayız, beynine bir kurşun sıkıp bir araziye terk etmeyiz” diyerek bunları yapabileceklerini de ima ediyorlardı. Ben gerçeklerin gücüne inanıyordum, geç de olsa bir gün gerçekler ortaya çıkacak diye düşünüyordum. Ve ölüme de kendimi hazırlamıştım.

Her şeye rağmen moralim ve motivasyonum yerindeydi. Çünkü siyasal üstünlük, moral üstünlük, direnişimin bir sonucu olarak bendeydi. “Burada bir saygınlık yarattın, kimse bu kadar direnmedi ama tüm bunlar boşuna’’ diyorlardı…

Hiçbir şey boşuna değildi, orada yaşadığım her acı unutulmaz izler bıraktı beynimde, en sonunda onlar; yani işkenceciler kendi çabalarının, işkencelerinin boşuna olduğunu gördüler ve biz kazandık!

* FOSEM: Kontrgerilla konusunda 70’lerden bu yana tartışılır; “Devlet içinde devlet”miş gibi bir tablo yaratılır. Ancak Kontrgerilla devletin kendisidir. Bu dünyada da böyledir. CIA Kontrgerilla’nın teorisine eskiden “Sovyet tehdidi”, “Komünizme karşı mücadele” diye yapmıştır. Fakat asıl korkuları halklardır. “Ya düşünce değişikliği ya ölüm” diyerek halklar teslim alınmak istenir. Yani soru, Kontrgerilla’nın var olup olmadığı olmamalıdır. Soru şudur; Kontrgerilla neden var, Kontrgerilla ne yapar?

Ayten Ö.: İşkenceciler sürekli; “Burası bildiğin yerlere benzemez, burada süre, zaman kavramı yok, burada olduğunu kimse bilmiyor, sormuyor da. Burası resmi bir kurum değil. İstediğimiz kadar seni burada qtutarız. Burada savcı, hakim, avukat ve mahkeme yok! Burada bir Allah bir de biz varız. Senin direnişini kimse duymaz, sessiz bir çığlık sadece…” diyerek oranın bir kontrgerilla merkezi olduğunu, sınırsız yetkileri olduğunu anlatmaya çalışıyorlardı.

Oysa ki kontrgerilla devletin dışında değildir.

Sürekli faşizmin olduğu bizim gibi ülkelerde toplumsal direnişleri bastırmak, halkı sindirmek, korkutmak ve gözdağı vermek için yasaların üstünde kendi sistemlerini ayakta tutmak için her türlü zorbalığı meşru gören ve illegalmiş gibi faaliyet yürüten devletin kendisidir kontrgerilla. Kontrgerilla kaçırır, kaybeder, katleder. Devrimci muhalif olan tüm kesimlere devletin gözdağı yöntemidir Kontrgerilla.

Özellikle “sosyalizmin öldüğü” propagandasının yayıldığı 90’lı yıllarda ülkemizde Kontrgerilla’nın kaybetme politikası devletin politikasıdır. Bunu yıllar sonra Ayhan Çarkın’lar gibi özel harekatçılar da itiraf etmiştir.

Benim kaçırılmam da devletin eliyle olmuştur. Lübnan’da konsolosluktan gelen ve ismini de söyleyen bir kişi benimle görüşmek istiyor. Görüşüyor da. Hemen ertesi gün de Lübnan hükümetinin polisi bana açıklama yapmadan yüzlerini bile görmediğim Türkiye’li yetkililere teslim ediyor. 6 ay bilinmeyen bir yerde, işkenceli bir gözaltı sürecinden sonra da bir şey olmamış gibi açık bir araziye bırakılıyorum. Ankara TEM Polisi de orada bulmuş gibi beni alıyor. Buna baktığımızda bile Kontrgerilla’nın devletin içinde “Derin Devlet” olmadığını, devletin ta kendisi olduğunu görüyoruz. Beni kaçırarak da; “devrimcilere sizi istediğim yerde alır, işkence yapar, ister kaybeder, ister katlederim” mesajı verilmeye
çalışılıyor.

* FOSEM: 6 ay boyunca işkence gördün. Vücudunda 898 işkence izi oluştu. Emperyalizm Ayten’lerden korkuyor. Bu korkunun temelinde yatan nedir?

Ayten Ö.: Bana işkence yapanlar da devlet adına işkence yaptıklarını açıkça söylüyorlardı. Bana “devlete kafa mı tutuyorsun, hiç kimse devleti karşısına alamaz, sen teksin. Devlet senden çok daha güçlüdür. Bize yardım edecek misin? Bizimle işbirliği yapacak mısın?

Hapishanedeki direnişlerde devleti daha rahat karşına alırsın. Burada devleti karşına alamazsın…’’ gibi söylemleri vardı. Bunları söylerken bile aslında kendilerinin korktuklarını anlıyordum. Evet, emperyalizm bizlerden korkuyor. Bu korkunun temelinde yatan; bizim devrim - sosyalizm iddiamızdan vazgeçmememizdir. Emperyalizm “Yeni Bir Dünya Düzeni’’, “Küreselleşme’’, “Tek Kutuplu Dünya’’ demagojileri ile katliamcı, işkenceci, sömürücü yanlarını gizlemeye ve değiştiğini empoze etmeye çalışıyor. Oysa ki emperyalizm değişmedi; bunu Irak’ta, Suriye’de, Filistin’deki politikalarından, katliamlarından biliyoruz. Ülkemizin emperyalizme göbekten bağlı olduğunu ve halkların bu bağımlılıktan kaynaklı çektiği acılardan biliyoruz ki emperyalizm değişmedi. Ve üstelik bana yapılan işkencelerden de biliyoruz. Benim üzerimden benim gibi düşüncelere, devrimci harekete şu mesaj verilmek isteniyor; “Emperyalizmi karşınıza almayın, emperyalizmin güdümüne girin, sivil toplumcu olun, reformist olun…’’ Yani aslında teslim olun mesajı verilmek isteniyor. Ancak şu bir gerçek ki, ülkemiz gibi işbirlikçi faşist yönetimlerin ve emperyalizmin halklara ve devrimcilere yönelik zulmü ve zorbalığı sürdükçe direnenler de var olacaktır.

Bu tarihsel bir gerçektir. Emperyalizm ve işbirlikçileri bende ve benim gibi düşünen tüm devrimcilerde, devrimci örgütlenmelerde kendi sonlarını gördükleri için korkuyorlar ve bizleri teslim almak, yok etmek istiyorlar ama başaramıyorlar, başaramayacaklar da.

Çünkü M-L ideoloji ile donanmış güçlü bir iddiaya, devrim ve sosyalizm inancına sahibiz.

FOSEM: Seni bırakacakları aklına gelmiş miydi? Bıraktıkları yerin ülkemiz sınırları içinde Ankara olduğunu anladığında ve tekrar gözaltına alındığında neler hissettin? Ki bildiğimiz kadarıyla bu olayın gerçekleşmesi 5 dakika kadar kısa bir süre içerisinde gerçekleşti.

Ayten Ö.: Evet, küçük bir ihtimal de olsa beni bırakacaklarını tahmin ettim; çünkü söyledikleri her+şeyin tersini düşünüyordum. “Konuşmazsan buradan çıkamazsın!’’ dediklerinde tam tersine oradan çıkacağımı hem de konuşmadan çıkacağımı düşünüyordum. Ama kaybedileceğim, katledileceğim ihtimalinin de olduğunu biliyordum ve buna hazırlıklıydım. Yani ölümü göze almıştım. Çünkü ülkemizde kaybedilen onlarca insan var, ben de kaybedilebilirdim. Ülkemiz sınırları içinde olduğumu kaçırıldığımın ilk günlerinden tahmin ediyordum. Gözaltında tutulduğum konuşmalardan, seslerden dolayı da tahminim tuttu diye düşündüm ve faşizmin bir kez daha yenildiğini, insanlık onurunun kazandığını düşündüm. Bırakılmamla açık araziden TEM polisi tarafından alınmam bir anda olduğy. TEM polisi Ankara’da olduğumu ve “ihbar’’ üzerine beni gözaltına aldıklarını söylediklerinde vatan topraklarımda olduğuma pek sevinemedim. Çünkü işkence farklı biçimde devam ediyordu ve çok öfkeliydim. Oysa ki vatan topraklarımı, halkımı, uğrunda her bedeli göze alacak kadar çok özlemiştim.

* FOSEM: Tutuklanarak Sincan Kadın Kapalı Hapishanesi'ne getirildin. İlk olarak yoldaşlarınla karşılaşmana biraz değinmek istiyoruz. Uzun bir
aradan sonra yoldaş omuzu, yoldaş sohbeti… Kendini nasıl hissettin?

Ayten Ö.: Onlar benim için hava ve su gibiydiler. Yoldaşlık yaşamın gerçek anlamı bence. İlk karşılaşmada onlara sıkı sıkı sarılırken sanki yeniden yaşama dönmüş gibiydim. İlk başlarda sadece gözlerimiz konuştu, gözyaşlarımıza hakim olamadık tabi. O bakışlarımızda sevgi, özlem, vefa, onur, bağlılık… Tüm güzellikler vardı. Zayıflığımı ve yaralarımı gördüklerinde işkencecilere duydukları öfkeyi hissettim. Bedenim oldukça zayıftı ve fiziken bir değişim olmuştu. Bunu beni tanıyan arkadaşların bakışlarından hissettim. Yine de bu önemli değildi. Önemli olan bir kez daha kazanmış olmamız ve bir kez daha hep beraber, omuz omuza olmamızdı. Yoldaşlık bir çift göz olabilmektir. Bir göz ağlarken diğer göz gülemez.

* FOSEM: Herkesin merak ettiği soruya gelelim. Sağlığın ne durumda?

Ayten Ö.: İlk günlerimde hareketlerim ve konuşmam yavaştı. Çabuk yoruluyordum. Kas ağrılarım ve zaman zaman denge sorunlarım vardı. Özellikle bacaklarımda ödem ve ağrılar çoktu. Tutuklandığımdan bu yana ağrılarım azaldı ve hem konuşmam hem de hareketlerim biraz daha hızlandı. İlk başlarda bana dokunulduğunda bile vücudumun her yanında acı hissediyordum. Bu da azaldı. Ellerimde hissizlikler, kollarımda güçsüzlük ve bacaklarımdaki ödem tam olarak geçmedi. Kullandığım bazı vitamin ilaçları, astım ilaçları ve merhemler var. Tedavim devam ediyor.

* FOSEM: Hapishanede günlerin nasıl geçiyor?

Ayten Ö.: İlk günlerim daha çok sohbetle, eski gazete ve dergileri taramakla geçti. Günün belli saatlerinde kitap okuyorum. 3 ayrı kitap var elimde. Günde en az 1 saat volta atıyorum. Film günlerimiz, türkü - marş, şiir günlerimiz var. Burada “Voltada Şiir’’ dergisi çıkıyor aylık. Tüm şiirler tutsakların ürünü. Dergide şiirlere uygun resimler de burada çiziliyor. Boncuktan, ipten takı eşyası yapmayı öğreniyorum. Yüzlerce mektup aldım, hemen her gün bir mektup yazıyorum.

Haftada 2 gün sohbet saatlerimiz var. Diğer koğuştaki arkadaşlarla ortak bir mekanda bir araya gelip sohbet ediyoruz. Bir de haftada bir gün ziyaret, bir gün de telefon hakkımız var. Ziyaret 45 dakika. Tüm bunların dışında tüm hapishanelerde olduğu gibi sürekli faşizme karşı süren sürekli genel direnişimiz var.

* FOSEM: Sevgili Ayten Öztürk, son olarak söylemek istediğin bir şey var mı? FOSEM aracılığıyla halkımıza ulaştıralım.

Ayten Ö.: Benim yaşadığım gibi kaçırılma ve işkenceleri herkes yaşayabilir. Halktan, haklıdan yana olan ve düzene karşı olan herkes yaşayabilir. Direnmek kararı aldıktan sonra, en ağır işkencelere karşı direnmek gücü bulmak mümkün. Halkları ve devrimcileri korkutmak istiyorlar. Yalnız değiliz; ezilen, sömürülen tüm dünya halkları bizimle. Ve tarihsel bir gerçektir ki; direnen mutlaka kazanır. Zulmedenler ne halkların, ne de devrimcilerin mücadelesini bitiremeyecekler.

Emperyalizmin ve faşizmin uzlaşma, teslimiyet ve tasfiye politikalarını her yerde ve her koşulda bozacağız.

Fotoğraf ve Sinema Emekçileri’ne teşekkür ediyorum. Halkımı ve yoldaşlarımı çok seviyor, selam ve sevgilerimi yolluyorum.

Yürüyüş / 104
2 Şubat 2019