Kıdem tazminatı hakkının gaspı, yıllardan beri AKP’nin çekmecesinde bekliyordu. Meclisin gündemine getirmek için uygun anı kolluyorlardı. Koronavirüs salgınıyla beklenen fırsatın doğduğuna karar vermiş olmalılar ki, kıdem tazminatının gaspı için harekete geçildi.
‘Harekete geç’ direktifini veren bizzat AKP-MHP rejiminin başı T. Erdoğan’dır. Erdoğan, kapitalist örgütlerin temsilcileri ve saray güdümündeki iki konfederasyonun (Hak-İş-Türk-İş) şeflerini huzuruna çağırdı. Kafa kafaya verip kıdem tazminatını gasp etmek için formül aradılar. Ancak konu hassastı. Formül bulmak kolay değildi. Hak-İş şefinden yana sorun yoktu. Nitekim o her zaman ‘sarayın uysal finosu’ olduğunu ispatlayan birisidir. Ne ki, Türk-İş şefi için durum o kadar kolay değil. Zira bu konfederasyonun tabanında her şeye rağmen mücadele deneyimi olan diri bir işçi kesimi var. Kıdem tazminatının gaspı gibi kritik bir konuda ise işçilerin büyük çoğunluğunun tepki göstermesi kaçınılmaz bir durum.
“Emekçinin kardeşi” mi “sermayenin demir yumruğu” mu?
Türk-İş üyesi işçilerin bu saldırıya karşı öfkesi ağa takımını bir şeyler yapıyor görünmeye zorladı. İlk adımda Türk-İş Başkanlar Kurulu toplanıp bir açıklama yaptı. Başkan Ergün Atalay sarayın güdümünde olsa da, tabandan gelen basınç Türk-İş yönetimine “kıdem tazminatı kırmızı çizgimizdir” açıklaması yapmaya zorladı.
İşçi sınıfının öfkesi eyleme geçmeden etkisini gösterdi. Saldırının startını veren AKP şefi, “…Bugüne kadar attığımız her adımda nasıl emekçi kardeşlerimizin yanında yer aldıysak bu konuda da aynı anlayışla devam edeceğiz." diye açıklama yapmak durumunda kaldı.
Grev yasaklarıyla işçi sınıfını en önemli silahından yoksun bırakan, adeta cepheye silahsız süren bir rejimin başı, “emekçi kardeşlerimizin yanında yer alacağız” türünden laflar etmeye başladı. Bu sözlere elbette kargalar bile güler. Zira o her koşulda sermayenin “demir yumruğu” olduğunu ispatlayan bir rejimin başıdır. Yerli/yabancı kapitalistler huzurunda nutuk atarken, kendi dönemlerinde grevlere izin verdmediklerini beyan ederek, pişkince övünmüştü. Emekçileri işsizliğe, taşeronlaştırmaya, esnek çalışmaya, sefalet ücretlerine mahkûm eden, grev yasaklarıyla işçi sınıfını sermayenin karşısında silahsız bırakan rejimin başı, yüzü kızarmadan “emekçi kardeşlerimiz” diye açıklama yapıyor.
“Kendi aralarında anlaşsınlar”
Saldırının fikir babası olan T. Erdoğan, aynı zamanda icraatın da başında bulunuyor. Nitekim startı da o vermişti. Buna rağmen AKP şefi, işçilerdeki tepkiyi fark edince en azından görüntüde çark etti. Bu bizim sorunumuz değil, işçi sendikaları ile işverenler kendi aralarında anlaşsınlar demeye başladı.
Konuyla ilgili açıklamasında sendikalar ile patron örgütlerine seslenen T. Erdoğan şunları söyledi:
"Niye kendi aranızda bu işi çözmüyorsunuz? Kendi aranızda halledemeyip ondan sonra bizleri işçimizin ve işverenimiz karşısında zor durumda bırakmak mı istiyorsunuz?"
Bu sözler gerçeği tersyüz ediyor. Zannedilir ki, T. Erdoğan’ın bu olaydan haberi yok. Sanki gündeme getiren kendisi değil. Tabi çevirdiği ucuz bir manevradır. Zira kıdem tazminatının gaspını isteyenin patronlar, bu saldırıyı hayata geçirmek için pusuda bekleyenin ise Perinçek destekli AKP-MHP rejimi olduğunu ‘sağır sulatanlar’ bile biliyor. Beka sorunu yaşayan rejimin başı, işçi sınıfının henüz eyleme geçmeyen öfkesinden ürkmüş görünüyor. Bundan dolayı işçi sınıfına etkili bir darbe indirebilmek için ‘kaçak dövüş’ taktiğine sığınıyor.
İşçi sınıfı bu ‘zoka’ları artık yutmaz!
AKP şefi aynı konuşmada şu sözleri de sarf etti:
“…Her bir işçimizin kazanılmış haklarını korumak bu ülkenin Cumhurbaşkanı ve kendisi de işçilikten gelen bir ferdi olarak en başta gelen görevimizdir. Amacımız işçilerimizin kıdem tazminatı haklarını birilerinin insafına bırakmadan kalıcı ve garantili bir sisteme bağlamaktır.”
T. Erdoğan’ın bir ‘takiye ustası’ olduğu, renk vermeden dün kara dediğine bugün ak diyen biri olmasından bellidir. O, elbette bir burjuva siyasetçisi olarak ‘takiyeci’ olmak zorundadır. Ancak din istismarı üzerinden siyaset yapan bir çizgiyi temsil etmesi, takiyecilikte benzerlerini fersah fersah geride bırakmasına imkân sağlıyor.
Takiyeciliğin bazen kitleler tarafından yutulduğu bir gerçek. Ancak bu defa durum farklıdır. Sermayenin demir yumruğu olduğunu defalarca ispatlayan T. Erdoğan’ın “Her bir işçimizin kazanılmış haklarını korumak… En başta gelen görevimizdir…” gibi laflarına artık ahmaklar bile inanmaz. Kapitalistlerle cilveleşen, kendisi dünyanın sayılı zenginlerinden biri haline gelen, grev yasaklarıyla övünen birinin bu tür sözlerine kim inanabilir?
Belirtmek gerekiyor ki, işçi sınıfının büyük çoğunluğu artık din istismarcılarının bala buladığı bu zehri yutmayacak. Yine de kritik nokta bu aşamadan sonra başlıyor. İşçi sınıfı bu zokaları yutmakla kalmamalı, zekasını küçümseyen, kendisine sürü muamelesi yapanlardan hesap da sormalıdır. Ancak o zaman kıdem tazminatını koruyup yani haklar kazanabilir.