Geçtiğimiz günlerde Anayasa Mahkemesi, Metin Lokumcu'nun katledilmesini protesto ederken gerçekleşen polis saldırısı için "insan haysiyeti ile bağdaşmayan muamele" tanımını kullanarak, saldırıya uğrayan kişiler lehine ihlal kararı verdi. Polis işkencesi için verilen bu karar önemli olsa da, bunun son derece "nadir" olduğu yeterince açık.
Dinci-faşist iktidar kolluk kuvvetleri içinde önemli bir kadrolaşmaya sahip. Yüz binlerce polis ve jandarma yetmiyor, bir de kolluk kuvveti yetkisinde bir bekçi ordusu hazırlanıyor. Buna elbette şaşırmamak gerekiyor. Zira dinci gerici iktidar da sınıflı toplumlar tarihindeki diğer örnekleri gibi korkuyor, gücünü baskı ve zorbalık aygıtından alıyor. İşçi ve emekçilerin yaşamlarını çekilmez hale getirirken, kendi sonunun yaklaştığını da görüyor. Toplumsal meşruiyetini gitgide yitiren AKP iktidarı için bu yüzden kolluk kuvvetleri büyük bir öneme sahip. Her sıkıştığında kolluk kuvvetlerini kullanıyor. Toplumsal muhalefete dönük saldırılarını kolluk eliyle yürütüyor. Tüm işkenceleri, saldırıları ve katliamları yargı eliyle aklıyor.
Son yıllarda bu konuda iyice pervasızlaşmış durumda. Gezi Direnişi'nde yedi gencin katledilip yüzlerce kişinin yaralanması, Diyarbakır Newrozu'unda Kemal Kurkut'un kameralar önünde katledilmesi, Kürt illerinde kirli savaş sırasında binlerce insanın çocuk, genç ve yaşlı demeksizin keskin nişancılarca vurulması, zırhlı araçlar tarafından ezilerek öldürülmeleri, bodrumda yakılmaları, son yılların yalnızca sınırlı örneklerini oluşturuyor.
Yanı sıra, toplumsal muhalefetin gerçekleştirdiği her eylemde dizginsiz bir polis saldırısı yaşanıyor. Geçtiğimiz yıllarda liselilerin "Karneler sizin gelecek bizim!" şiarı ile İstanbul Kadıköy'de gerçekleştirdiği karne eyleminde onlarca liselinin maruz kaldığı saldırı ve işkenceyi hepimiz hatırlıyoruz. Ya da daha geçtiğimiz haftalarda yemek hakkı için okulda eylem yapan İstanbul Üniversitesi öğrencilerinin yaşadığı polis saldırısını…
Üstelik bu saldırılar artık yalnızca toplumsal muhalefete, ilerici-devrimci güçlere değil hemen herkese yönelmiş durumda. Örneğin yetkisi olmadığı halde kimlik kontrolü yapan bekçiye itiraz etmek, sözde dur ihtarına uymamak oluyor ve polis işkencesine, hatta katledilmeye kadar varabiliyor.
AKP iktidarı bir “katil ordusu” olarak yetiştirdiği kolluğun yetkilerini sürekli genişletiyor. Geçmişte belli koşullara bağlanmış silah kullanma vb. konulardaki sınırlamaları neredeyse tümden kaldırıyor. Kolluğun sözde yargılanmasının bile önünü kapatacak yasal düzenlemeler gündemdedir.
Bugün yargı nadiren de olsa Hopa davasındaki gibi “ihlal” kararı verse de, gerçekte kolluk kuvvetleri “yargı zırhı” ile hesap vermeyecekleri bir konuma getirilmiştir.
Giderek azgınlaşan bu saldırılar dinci-faşist iktidarı kurtaramayacaktır. Baskı ve zorbalık ancak sonunun gelmesini hızlandırabilir. Bugün işçi ve emekçilere, ezilen halklara, gençlere ve kadınlara pervasızca saldıranlar yarın işçi-emekçi iktidarı altında insanlığa karşı işledikleri her suçun hesap vereceklerdir.
İ. Y. Gün