2002’de tek başına hükümet kuran AKP, kimi güçleri kullanarak, kimileriyle ittifak yaparak, kimilerini “kandırarak”, kimi işbirlikçilerini bir tarafa atarak ve yeni ittifaklar kurarak, 19 yıl boyunca işbaşında kalmayı başardı. 2015’te yaşadığı seçim hezimetinden sonra faşist partiyle ittifak yapıp kan dökerek ömrünü bugüne kadar uzatabildi. Uzun yıllar Erdoğan’ın “stepne”si rolünü başarıyla oynayan Bahçeli, 2015 sonrası süreçte koalisyon ortaklığı yaparak rejimin faşist rengini koyulaştırdı.
Saray merkezli sermaye iktidarının bileşimi, kurulan rejimin niteliği hakkında net bir fikir veriyor. Dinci-gericiliğin odağı olarak AKP’nin ittifak güçleri şunlardan oluşuyor: MHP, Perinçekçi Vatan Partisi, BBP (Büyük Birlik Partisi), Alaattin Çakıcı gibi mafya liderleri ile Mehmet Ağar-Korkut Eken türü kontr-gerilla mensupları...
Saray merkezli rejim gelinen yerde faşist baskı ve zorbalıkta sınır tanımıyor. Saçma-sapan gerekçelerle muhalifleri hapse atıyor, sosyal medyada iki satırlık mesaj paylaşanların evlerine gece yarıları baskın yapıyor, saraya biat etmeyen herkesi terörist ilan ediyor, grevleri yasaklıyor, hak arayanların üzerine polis-jandarma bölükleri sürüyor.
Buna rağmen Erdoğan ve yandaşları “mağdur” havalarına bürünebiliyor, darbelerden, yasaklardan, baskılardan söz edebiliyorlar. Bu çerçevede “en kullanışlı” araçları ise, “28 Şubat Muhtırası” diye anılan olaydır. Nitekim bugün de Erdoğan ve yandaşları yine’ “28 Şubat” mağduriyetine ilişkin açıklamalar yaptılar. Saraydan beslenen tetikçiler de “darbe karşıtlığı” üzerinden 28 Şubat’ı manşetlere taşıdılar.
Oysa, 28 Şubat’ın dinci-gericiliğin iktidara taşınmasında kritik bir aşama olduğu, AKP’nin gerçekte 28 Şubat’ın ürünü bir parti olduğu artık bir sır değil. O sürecin açtığı yoldan ilerleyerek iktidara geldi. “Darbe bir insanlık suçudur. 28 Şubat'ı yaşadım, 28 Şubat'ın farkındayım” lafları eden Erdoğan, bulunduğu mevkii 28 Şubat’a borçlu olduğunu gizlemeye çalışıyor. Mesajda “28 Şubat döneminde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanıydım. Okuduğum bir şiir sebebiyle hukuksuz bir şekilde hapse atıldım ve siyasi hayatım bitirilmek istendi” iddiasını ortaya atan AKP şefi gerçekleri tersyüz ediyor. Zira hakkında onlarca yolsuzluk dosyası varken “şiir okumaktan” tutuklanması, AKP’nin kuruluşunun ilk somut adımıydı. Yolsuzluk dosyalarını hasıraltı eden 28 Şubat’ın mahkemeleri, güya okuduğu şiirden dolayı Erdoğan’ı hapse atarak, bir tür “sahte kahraman” yarattılar.
Hapishaneye tam bir seremoni ile giren Erdoğan, AKP’nin kuruluş sürecini karargah haline getirilen “özel hapishanesi”nde tamamladı. Hapisten çıkarken de bir seremoni düzenleten “sahte kahraman”a Washington’daki “tanrı” “yürü ya kulum” demişti. Erdoğan hapisten çıktıktan sonra AKP kuruldu ve 2002’de tek parti olarak hükümet yapıldı. Yani 28 Şubat’ta baskıya uğrayanlar arasında değildi. Tam tersine, siyasi hayatını bitirecek olan yolsuzluk dosyalarını hasıraltı edip “şiir okuduğu için hapis yatan kahraman” diye anılmasına ve siyaset merdiveninin tepesine kadar tırmanmasına zemin hazırlayan 28 Şubat süreciydi. Bu süreç, Ruşen Çakır-Fehmi Çalmuk tarafından yazılan Recep Tayyip Erdoğan / Bir Dönüşümün Öyküsü (Metis Yayınları 2001) adlı kitapta tüm açıklığıyla anlatılıyor.
Vurgulamak gerekiyor ki, Erdoğan ve yol arkadaşları her zaman darbelerin tarafında olmuşlardır. Buna rağmen ya 1940’lı yılların İnönü yönetiminden ya da 28 Şubat’tan “mağdurluk” devşirmeye çalışırlar. İnönü dönemi biteli 70 yıl olduğu için, ellerinde 28 Şubat, yani iktidarda olmayı borçlu oldukları 1997’deki “askeri muhtara” kalıyor. “Sarayın Goebbels’i diye anılan kişi bugün çıkıp, “CHP 28 Şubat’tan dolayı halktan özür dilemelidir” diye açıklama bile yaptı. Oysa bugün saray rejiminin baskı ve zorbalıkta ulaştığı düzey 12 Eylül faşizmini bile aratmaktadır.