Kızıl Bayrak’ta 2016 yılında yayınlanan yazıyı 19 Aralık katliamı ve direnişinin 24. yılında tekrar yayınlıyoruz…
Zorlu ve karanlık bir süreçten geçiyoruz. AKP iktidarının 7 Haziran’dan bu yana şiddetlendirdiği baskı ve devlet terörü, tüm toplumun üzerine karabasan gibi çökmüş durumda. 7 Haziran seçimlerinin ardından Kürt halkına dönük imha operasyonları tırmandırıldı, HDP’li belediye başkanları ve milletvekilleri tutuklandı, belediyelere kayyım atandı, kitlesel gözaltı ve tutuklama terörü estirildi. Darbe girişiminin ardından ise hayata geçirilen OHAL ile birlikte çıkarılan KHK’larla ilerici sol muhalefet tümüyle ezilmek istendi.
Fakat tüm bu karanlık gelişmelere paralel olarak, devrimci alt üst oluşların mayalandığı günlerden geçiyoruz. Bunu görmek için gelişmelere “anın koşulları” üzerinden değil, tarihsel devrimci bir perspektifle bakmak gerekmektedir. Komünist Manifesto’nun ilk dizesinde “tarih sınıf savaşımları tarihidir” denilmektedir. Her tarihsel gelişme de bu temel gerçeği doğrulamaktadır. Zira, bugün dünyanın farklı bölgelerindeki gelişmelere baktığımızda, emperyalist-kapitalist düzenin çıkışsızlığının derinleştiğini, bununla birlikte sınıf çelişkilerinin keskinleştiğini görmekteyiz.
19 Aralık’ın gösterdikleri
“Sınıf savaşımları tarihi” içinde burjuvazi, kapitalist düzenin onulmaz çelişkileri ve çatışmaları karşısında her daim oluşan sosyal hoşnutsuzlukları batırabilmek için öncelikle öncüyü yok etmeyi hedeflemiştir. Türkiye’de de burjuva düzen, cumhuriyetin daha ilk yıllarından itibaren böyle işlemiştir. Türk sermaye düzeninin katliamcı kimliğini tüm çıplaklığıyla gösteren bir alanı da hapishanelerdir. Sermaye devleti '70’lerden günümüze zindanlarda bir dizi katliamın altına imza atmıştır.
Bu kanlı gelenek içerisinde 19 Aralık Katliamı özel bir yerde durmaktadır. 90’lı yılların sonunda düzen, bir dizi açıdan sıkışmışlık içerisindeydi ve bunu emperyalist kuruluşların güdümünde sosyal yıkım politikalarıyla aşmayı hedefliyordu. O süreçte kitlelerde biriken öfkenin devrimci bir mecraya akması düzen güçlerini fazlasıyla korkutuyordu. Tam da bu nedenle devrimci güçleri ezmeyi temel bir politika haline getirdiler. Elbette devrimci tutsaklar, bu saldırgan politikanın dolaysız bir hedefi durumunda idi.
90’lı yılların başlarında gündeme getirilen hücre saldırısı, devrimci tutsakların teslim alınmasını ya da imhasını amaçlıyordu. Ancak devrimci tutsakların '91 ve '96 yıllarında sergiledikleri can bedeli direnişler, bu planın hayata geçmesini engellemişti. Bu süreçten gerekli sonuçları çıkartan sermaye devleti, çok yönlü hazırlığa dayanarak hücre saldırısını yeniden gündeme getirdi. '99 yılında gerçekleşen Ulucanlar Katliamı ise, hücre saldırısının başlangıç vuruşu oldu. Yaklaşan kapsamlı saldırının bilincinde olan devrimci tutsaklar 2000 yılının Ekim ayında Süresiz Açlık Grevi (SAG) ve Ölüm Orucu (ÖO) eylemine başladılar. 19 Aralık 2000 tarihinde ise devlet; binlerce asker, polis ve her türlü teçhizatla 22 cezaevine birden gerçekleştirdiği katliam saldırısı ile hücre tipi zindanları açabildi. Ancak ölümüne direnişi kıramadı. F tipi zindanlar vahşi bir katliamla açılmıştı ancak, tutsakların buna yanıtı kitlesel bir direniş oldu.
Aylar boyunca hazırlığa dayandığı söylenen, binlerce asker ve polisin katıldığı ve her türlü vahşi yöntemin uygulandığı katliam sırasında 22 devrimci tutsak yaşamını yitirdi. 19 Aralık katliamı ve ölüm orucu sürecinin toplamında ise 122 devrimci tutsak yaşamını yitirdi.
19 Aralık 2000 tarihi sadece sermaye devletinin vahşice gerçekleştirdiği bir katliamı anlatmaz, aynı zamanda ölümüne bir direnişin adı olarak belleklere işlenmiştir.
19 Aralık Katliamı ve direnişinin üzerinden 16 yıl (2016) geçti. Ancak bu gelişen süreç, sermaye devletinin baskı, şiddet ve katliamlarla hiçbir şey elde edemediğini göstermiştir. Zira düzen ne emekçi kitlelerin öfke ve tepkisini bastırabilmiştir, ne de Kürt halkının isyanını... Kitlelerin en haklı ve meşru taleplerinin dile getirildiği kitlesel 1 Mayıslar; gericiliğe, baskı ve şiddete karşı büyük bir öfke patlaması olarak kendisini ortaya koyan Haziran Direnişi bunun en açık örnekleri olmuştur. Keza, tüm baskı ve vahşi saldırılara rağmen Kürt halkının bastırılamayan kitlesel-militan direnişleri bu olgunun bir diğer örneğidir.
Krizler ve bunalımlar içinde debelenen kapitalist düzen, ne yaparsa yapsın, kitlelerin haklı ve meşru öfkesini engelleyemeyecektir. Sömürü düzeninin çöküşünü hızlandırmanın yolu ise, 19 Aralık’ta devrimci tutsakların gösterdiği kararlılıkla direnişi ve mücadeleyi büyütmekten geçmektedir.