Sermaye iktidarı, işçi ve emekçilere yönelik saldırılarını hız kesmeden sürdürüyor. Güncel olarak asgari ücret tartışmaları üzerinden bunu açıkça görebiliyoruz. Sermaye ve iktidar cephesinden söylenenlere bakıldığında, bu yıl sergilenecek orta oyununun nasıl bir sonuç vereceğini kestirebilmek o kadar zor değil. Zira, mücadele dinamiklerinin yalpaladığı, sendikal bürokrasinin adeta “emre amade” olduğu bir dönemde iktidar, ekonomik krizi fırsat bilip sefalet zammını emekçilere “mükafat” diye takdim edecek kadar pervasızlaşabiliyor.
Elbette güncel saldırılara karşı biriken tepkinin işçi ve emekçiler açısından yansımaları da oldu. Yerel seçimlerde hezimete uğrayan saray rejimi, çözümü kayyımlar atamakta görse de diğer yandan başka saldırıları da hayata geçirmek için hazırlık yapıyor. Geçtiğimiz günlerde partisinin grup toplantısında konuşan AKP şefi Tayyip Erdoğan, “CHP nasıl bu kadar belediye kazanabiliyor? Bunun müsebbibi biziz. Bu bir öz eleştiridir, açık ve net” demişti. Seçimlerde yaşadıkları fiyaskonun kabulü olan bu sözler gerçekte bir öz eleştiriyi barındırmıyor. Zira, yılın başında sermayeye vaat ettikleri tüm projeleri uygulamayı bir vazife sayıyorlar. Çıkarılan ekonomik programlarla, bütçe dağıtımıyla, vergi soygunuyla emekçilere düşmanlıkta sınır tanımıyorlar. Karşılarında güçlü bir sınıf hareketi görmedikleri için bu kadar fütursuz olabiliyorlar.
Ekonomik saldırıların yanında sosyal ve siyasal krizin etkisi de giderek derinleşiyor. Yeni “çözüm süreci” adı altında atılan adımlardan yeni bir saldırı dalgası, Kürt halkının kazanımlarının tırpanlanması sonucu çıktı. Kayyım saldırılarını tekrar hayata geçiren dinci-gerici iktidar, bununla yetinmeyip baskı rejimini sürdürme isteğini tekrar anımsatma gereği duydu. Aynı zamanda işçi grevlerinden basın açıklamasına, yürüyüşlerden sendikal istemlere kadar uzanan tüm demokratik haklar açık bir devlet tehdidiyle karşı karşıyadır. Seçim yenilgisini henüz üzerinden atamayan Saray rejimi, kendince bir “öz eleştiri” dersi çıkarsa da emekçilerin gösterdiği basit direngen tutumlar bile yeni baskı girişimleriyle karşılanıyor.
AKP şefinin aleni bir şekilde yaptığı bu manipülasyon ne ilktir ne de son olacaktır. Söylemin tek amacı, CHP’nin belediye kazanması değil, emekçilerin rejimden duydukları rahatsızlık ve yaşadıkları sorunlara karşı sandıkta açığa çıkan birikmiş tepkidir. Birikmiş öfke, sokağa taşmadığı ve örgütlü bir dönüşüme uğramadığı takdirde, seçimlerde ya da diğer araçlarla kendisini ortaya koymaktadır. Muhalefetin pasifleştirici politikaları, saray rejiminin korku iklimi yaratması ile biriken öfke, bugün için böyle açığa çıkmaktadır.
İşçi ve emekçilerin saldırılara karşı açığa çıkan tepkisi ise ekonomik ve genel itibariyle sendikal talepler ekseninde oluyor. Bunun dışında sınırlarına hapsedilmiş, çok yönlü kuşatma altında olan işçi sınıfının mücadele dinamikleri de sendikal bürokrasi tarafından ileri taşınmak bir yana daha da geriye itiliyor. Böylece fiili-meşru mücadelenin geliştirilmesi acil bir ihtiyaç olarak yerinde duruyor.
Biriken öfkenin sokağa yansıması, örgütlü bir güce ulaşıp topyekûn saldırılara karşı topyekûn mücadele hattının oluşturulması işçi ve emekçilerin bugün en temel ihtiyacıdır. Ses çıkarılmadığı oranda ekonomik ve siyasal krizin etkisi gün geçtikçe artıyor ve yeni saldırı programlarını, baskı rejiminin toplumu pranga altına alacak yeni girişimlerini beraberinde getiriyor. Tayyip Erdoğan’ın sadece bir cümlesi bile, halk tarafından tehdit olarak algılanıyor. Gelinen yerde tekil eylemlerin bir kıvılcım olup toplumsal hareketi tutuşturmasından korkan rejime karşı söylenebilecek en uygun söz şudur: “Zulmün artsın ki tez zeval bulasın!”
S. Sancar