Kabul etmiyoruz, vazgeçmiyoruz, aşağı bakmıyoruz!

Nitelikli ve ulaşılabilir eğitim ve sağlık hakkı için, haklarımız, özgürlüğümüz ve geleceğimiz için lise meclislerinde buluşalım. Okullarımızda meclislerimizi kuralım, geleceğimize sahip çıkalım!

  • Haber
  • |
  • Gençlik
  • |
  • 17 Mart 2021
  • 12:20

Haklarımız, özgürlüğümüz ve geleceğimiz için örgütlü mücadeleye…

Pandemi hala insanlığın temel gündemi olmaya devam ediyor. Talan ve yağmaya dayanan kapitalist sistemin doğada yarattığı yıkımın sonucu olan bu küresel salgın, yine kapitalizmin kâra dayalı anlayışı yüzünden 1 yılı aşkın süredir her gün binlerce insanın yaşamına mal oluyor. Pandemi tedbirleri bütünlüklü bir bakış açısıyla alınmıyor, bir avuç azınlık koruma ve tedavi yöntemlerinden sonuna kadar yararlanırken toplumun ezici çoğunluğu bu imkanlardan yoksun bırakılıyor. Kapitalistlerin kasası dolsun diye sömürü çarkları kesintisiz döndü/dönüyor. İşçi ve emekçiler açlıktan ölmek ile virüsten ölmek ikilemi arasına sıkıştırılıyor.

Yaşanan bu açık yaşam hakkı ihlalinin yanı sıra biz liselileri kesen önemli bir sorun daha var ki bunu da içinden geçtiğimiz süreçte fiilen gasp edilen eğitim hakkımız oluşturuyor. Türkiye’de resmi pandemi ilanının başından bu yana eğitimden "uzak" kaldık. Zaten yapboz tahtasını andıran eğitim sistemi hepten kaosa döndü. 18 milyon öğrencinin olduğu Türkiye'de yaklaşık 7 milyon öğrencinin EBA'ya giremediği verilerle ortaya konan bir gerçek. EBA'ya girme "şans"ına mazhar olan öğrencilerden 8 milyon 500 bini ise canlı derslere telefondan bağlanabiliyor ancak. Teknik eksiklikler gaspın bir yanını oluştururken ders içeriklerindeki niteliksizlikse dünden bugüne değişmeyen sorun.

Geleceğimiz ve özgürlüğümüz tehlikede!

AKP-MHP iktidarı pandemi dönemini de kendi açısından bir fırsata çevirdi ve demokratik hak ve özgürlükleri iyiden iyiye tırpanlamamak için değerlendirdi, değerlendirmeye de devam ediyor. Tek adama dayalı dikta rejimi yaratma yolunda ilerleyen iktidar içeride ve dışarıda saldırgan bir politika izliyor. Bırakalım ilerici ve devrimci güçleri, düzen muhalefeti bile hedefinde. Bu uğurda düzen yargısı kendi yasalarını bile göz ardı ederek gerici-faşist Erdoğan'ın noteri gibi işliyor. AKP-MHP ittifakını eleştiren herkes (patates üreticilerinden üniversite öğrencilerine kadar geniş bir yelpaze söz konusu olan) terörist ilan ediliyor, keyfi gözaltılar ve tutuklamaların ardı arkası kesilmiyor. '90'lar artığı mafya liderleri, faşist tetikçiler tekrar sahaya sürülüyor. Ağızlarından salyalar saça saça tehditler savuruyorlar. Muhalif siyasetçiler, aydınlar, gazeteciler bu çetecilerin hedefi oluyor.

Küresel salgına kriz anında yakalanan kapitalist sistem çıkışı ancak daha baskıcı, daha otoriter rejimlerde arıyor. Nitekim bunun Türkiye'deki yansımasını da gerici-faşist ittifak oluşturuyor. Yaşanan tüm bu gelişmeler Türkiye kapitalizminin ihtiyaçlarından bağımsız değil. Patronların huzurunda "grev mrev bırakmadık, eskiden böyle miydi" diye övünen Erdoğan da AKP'li yıllarda kâr rekorları kıran kapitalistler de halinden hoşnut. Son dönemde iktidar tarafından ileri sürülen "ekonomi ve hukuk reformları" da bu ilişkilerden bağımsız değil. Nitekim Adalet ve Ekonomi Bakanlarının bu reformları konuşmak için sermaye gruplarının kapılarını aşındırmaları da reformların kimler için hazırlandığını gösteriyor. Erdoğan'ın hukuk açılımları ilan ettiği günlerde ilerici avukatlar ile Kürt siyasetçiler üzerinde estirilen gözaltı terörü de aynı gerçeğin diğer ucu.

“Aşağı bakmıyoruz!”

Tüm bu baskılar diğer taraftan mücadele dinamiklerini de harekete geçmek üzere tetikliyor. "Yaşamak istiyoruz!" çığlığı ile sokakları terk etmeyen kadınlar, insanca çalışma ve yaşam koşulları için fabrika önlerini direniş alanına çeviren işçiler, "aşağı bakmayacağız!" diyen gençlik kitleleri...

Boğaziçi Üniversitesi'ne AKP'li Melih Bulu'nun rektör olarak atanması ile başlayan eylemler kısa zamanda ülke geneline yayıldı. Taşrasından metropolüne birçok kentte yapılan protestolar meselenin sadece rektör olmadığını ortaya koyuyor. Yıllardır birçok alanda biriken ve pandemiyle iyice görünür olan sorunlara karşı biriken öfkenin fitilini kayyım rektör atamaları ateşlemiş oldu. Özellikle 15 Temmuz darbe girişimi ardından akademide yaşanan tasfiyeler, ilerici akademisyenlerin ihracıyla yerlerinin AKP memurları ile doldurulması, eğitimde bilimsel içeriğin neredeyse tümüyle boşaltılarak hurafeler ve dogmalar yığınına çevrilmesi, lise ve üniversite eğitiminden sonra gençliği bekleyen işsizlik gerçeği, kaygı dolu bir gelecek(sizlik), yaşam tarzına yönelik gerici müdahaleler, dayatılan çağdışı zihniyet gençliğin biriktirdiği sorunlardı. Direnişin geniş bir kesim tarafından sahiplenilmesinin gerisinde ise hem taleplerin meşruluğu hem de toplumun neredeyse tamamının farklı gerekçelerle de olsa iktidardan muzdarip olması yer alıyor. İktidar tarafından bu harekete yapılan "Gezi Direnişi" benzetmesi ise üzerinden yıllar geçmesine rağmen Haziran Direnişi'nden hala korktuklarının ve olası toplumsal patlamaları beklediklerinin itirafı oldu.

Çözüm örgütlü mücadele!

İktidarın biz liselilere reva gördüğü bugün ve yarın işte bu. Bugünümüzü eğitim ve sağlık hakkımızın aleni gaspı oluşturuyor. Bizlere güzel yarınlar için anahtar olarak sundukları üniversitelerin tablosu ise farklı değil. Üniversiteler sermayenin çiftliklerine dönüştürülmüş, hepten ticarileşmiş, AKP'nin arka bahçesi olmuş durumda. Tıpkı biz liseliler gibi üniversiteliler de tüm söz, yetki ve karar süreçlerinin dışında bırakılmış. Üniversite sonrası ise eğer bugün bizler ışık olmaz isek koyu bir karanlık. AKP-MHP iktidarının ülke içinde ve dışında izlediği saldırgan politika bizlerin geleceğini uçuruma sürüklüyor.

Bunun için biz liseliler de üniversitelilerin yükselttiği "aşağı bakmıyoruz" haykırışına sesimizi eklemeli, "biz de varız!" demeliyiz. Nitelikli ve ulaşılabilir eğitim ve sağlık hakkı için, haklarımız, özgürlüğümüz ve geleceğimiz için lise meclislerinde buluşalım. Okullarımızda meclislerimizi kuralım, geleceğimize sahip çıkalım!

(Liselilerin Sesi dergisinin Mart 2021 tarihli yeni özel sayısının kapak yazısıdır)