TOMİS ve DEV TEKSTİL ile birlikte ikinci ayına yaklaşırken deprem bölgesine giderek hazırladığımız hijyen paketlerini ihtiyaç sahiplerine ulaştırdık. Ayrıca İstanbul DGB olarak depremden etkilenen çocuklar için hazırladığımız paketleri de uğradığımız bölgelerdeki çocuklara ulaştırdık.
İlk durağımız depremin merkez üssü olan Maraş’ın Pazarcık ilçesi oldu. Buradaki çadır kentte ilk dikkatimizi çeken şey yolla ayrılmış olan bir parçasında KESK ve Silopi Belediyesi’nin bulunduğu arsanın tellerle çevrili olmasıydı. İlk olarak Silopi Belediyesi’nin kurmuş olduğu çadıra ziyarette bulunduk. Çadırda bulunan görevli arkadaşlarla konuştuğumuzda telleri polislerin alana giren-çıkanı kontrol etmek amacıyla çekmiş olduklarını söylediler. Buradaki çadırlarda kalan depremzedelere üç öğün sıcak yemek çıkardıklarını ifade eden görevli arkadaş, devletin bu durumdan rahatsız olduğunu belirterek tam karşılarındaki arsaya Kızılay’ın yemek dağıtmak amacıyla çadır kurduğunu, Kızılay’ın yemek dağıtımlarında yemek verilen çadırların not edilerek, ikinci kez yemek isteyenlere verilmediğini, insanların bu duruma tepki göstererek kendi çadırlarına geldiğini anlatı.
Ardından HDP’nin çadırını ziyaret ettik. Oradaki arkadaşlarla yaptığımız sohbetlerde bölgeye gelen tırlara AFAD tarafından el konulduğunu ve 12 gün kadar bekletildiğini, halkın “el koyuyorsunuz bari bize dağıtın” diyerek bu duruma tepki gösterdiğini anlattı. Depolarındaki malzemelerin nerdeyse tükendiğini ifade ederek eskisi kadar destek gelmediğini söylediler. Çocuklar için getirdiğimiz paketlerin bir kısmını buraya bırakarak yola koyulduk.
İkinci durağımız Malatya’ydı. Malatya'ya Adıyaman üzerinden geçerek gittik. Yol güzergahımızda bulunan ilçeleri gezdik. Gezdiğimiz ilçeler arasında yıkımın en büyük olduğu yerlerden biri Gölbaşı’ydı. Kısmen de olsa yıkımlara başlanan ilçede bir-iki çadır dışında bir şey göremedik. Yıkım büyük olduğu bir diğer ilçe Doğanşehir’di. Sağlam tek bir binanın dahi bulunmadığı ilçe bizde “hayalet şehir” izlenimi yarattı. Ardından Malatya’nın köylerinde yaşayan dostlarımızı ziyaret ettik. Merkezden köylere geçerken yağışın etkisiyle birçok yolda heyelan meydana geldiğini, yolların trafiğe kapatıldığını ve yine yağışın etkisiyle birçok köy yolunun sular altında kaldığını gördük. Dostlarımızın yaşadığı köye vardığımızda kendi evleri de dahil olmak üzere köyde yaşayanların çoğunun evlerinin yıkıldığını ve can kaybı olduğunu öğrendik. Yakınlardaki 2500 nüfuslu bir başka köyde ise yaşayanların tamamının hayatını kaybettiğini ifade ettiler. Şehirlerdeki yıkım ne kadar büyük ise köylerdekinin de bir o kadar büyük olduğunu anlamış olduk. Bir sonraki durağımıza doğru yola çıktık.
Üçüncü durağımız Hatay’ın Defne ilçesiydi. Defne’ye giderken güzergâhımızın üzerinde olan Nurdağı'nı gördük. Burada gördüğümüz diğer yerlerden farklı olarak yolların da hasar aldığı, yer yer çöktüğü oldu. Defne'ye yaklaştıkça yollardaki çatlaklar ve çöküntüler artıyordu. Defne yolu üzerinde ilerlerken dikkatimizi çeken şeylerden biri yol kenarlarında duran ölü hayvanlardı. Defne'ye varana dek yaklaşık bir düzine ölü hayvan gördük. Yolda ilerlerken birçok kez sokak hayvanlarına çarpmaktan son anda kurtulduk. Hayvanların açlık ve susuzluktan kendilerini bilinçsizce yola atması dikkatimizi çeken şeylerden bir diğeriydi. Defne'ye varmadan önce 2009 yılında Esenyurt'ta polis tarafından katledilen komünist işçi Alaaddin Karadağ'ın ailesine uğradık.
Defne ilçesinde ilk olarak boşaltılan Sevgi Parkı’na gittik. Parkın yalnızca bir kısmının halka açık olduğunu, kalanın şerit çekilerek kapatıldığını gördük. Hatay'da ilerici kurumların kurmuş olduğu koordinasyon/dayanışma merkezlerine de ziyaretler gerçekleştirdik. Her yerde duyduğumuz en somut şey polis-jandarma baskının arttığı, tehdit ve mobbing yoluyla devrimci ve ilericilerin yıldırılmaya çalışıldığı yönündeydi.
Defne'de enkaz kaldırma çalışmalarının gezdiğimiz diğer yerlere rağmen daha fazla ve daha hızlı olduğunu gördük. Ancak tüm çalışmalara rağmen yaklaşık 30-40 binanın kaldırabildiğini tahmin ediyoruz.
Samandağ yoluna doğru devam ederken kaldırılan molozların, kamyonlar aracılığıyla yol kenarlarındaki boş tarlalara ve arsalara döküldüğünü gördük. Yerel halkın depreme kadar tarım yaptığı tarlalara dökülen molozlarla devasa yıkıntı dağları oluşmuş durumda.
Dolaşmaya devam ederken Samandağ yolunda, yol kenarına kurulmuş çadırları ve etrafında dolaşan çocukları görerek durduk. Hazırladığımız paketlerin kalanını onlara verdik. Orada ailesiyle beraber kalan bir kadınla konuştuk. Her şeye çok fazla ihtiyaçları olduğunu ifade etti. Özellikle kıyafet ve erzak en acil ihtiyaçları. Orada yaşayanlarla sohbete devam ederken 10-12 yaşlarında bir çocuk yanımıza geldi, “benim erzaka ihtiyacım var, hediyeyi ne yapayım” dedi. Henüz okul çağındaki bir çocuğun kurduğu bu cümle bizi çok etkiledi. İçinde yaşam savaşı verdiğimiz bu sistemin; yıllarca emek vererek dişinden tırnağından arttırdığı üç-beş kuruşla bir ev alan emekçilere o evleri mezar yapan, okula gidip oyun oynaması gerekirken çocuklara böyle bir cümle kurduran bu sistemin yıkılması elzemdir. Bizler bir kez daha bu sistemin neden yıkılması gerektiğini bizzat yaşayarak anladık. Sizlere de gezdiğimiz, gördüğümüz ve dayanışma götürdüğümüz yerlerden gözlemlerimizi aktarmaya çalıştık. Durumu kısaca özetleyecek olursak şöyle diyebiliriz: Hala her şeye çok fazla ihtiyaç var; dayanışmaya devam etmemiz, orada yaşayan emekçilerin, kadınların, çocukların ve gençlerin başta yaşam hakkı olmak üzere tüm hakları için mücadele etmemiz gerekiyor.
İstanbul’dan bir DGB’li