Tetikçinin ölümü ve Paris katliamının sorumluları - D. Yusuf

Tetikçi ölmüş ya da öldürülmüş, böylece, karanlıkta kalan gerçeklerin açığa çıkması önlenmiştir. Bunu zaman aşımı ya da örneğin “davanın başka bir muhatabı yoktur” denilerek, davanın sümen altı edilmesi adımı izleyecektir.

  • Haber
  • |
  • Dünya
  • |
  • 24 Aralık 2016
  • 07:54

Paris’te 9 Ocak 2013 tarihinde PKK’nin kurucu kadrolarından Sakine Cansız ve iki Kürt kadın siyasetçi Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez’in katledilmesinde tetikçilik yapan Ömer Güney’in öldüğü açıklandı. Avukatı, tetikçi Ömer Güney’in ağır bir hastalık sonucu öldüğünü ileri sürerken, üç kadın siyasetçinin aileleri ise, tam da davanın başlamasına çok az bir zaman kala tetikçinin öldüğünün bildirilmesinin, sadece ve sadece öteden beri her vesileyle dile getirdikleri kaygı ve kuşkularını doğruladığını ve gelişmenin, gerçekte, “katliamın arkasındaki güçlerin açığa çıkmasının istenmemesi ve davanın kapatılması” anlamına geldiğini belirtiyorlar.

Paris katliamı politik nitelikli bir katliamdı

Bu katliamın gerçek hedefi tartışmasız olarak Sakine Cansız’dı. Sakine Cansız sıradan biri değildi. O PKK’nin kurucu bir kadrosuydu. Sakine Cansız bir militandı. Özellikle Diyarbakır zindanındaki direnişçiliği ile öne çıktı. Kısacası, o bir dönemin simge isimlerinden biri idi. Dolayısıyla, Türk sermaye devleti de, işkenceci polisi ve istihbarat teşkilatı da onu çok iyi tanıyordu. Demek oluyor ki, üç Kürt kadın siyasetçi, esas olarak da Sakine Cansız rastgele belirlenmiş hedefler değillerdi. Katliam da hiçbir biçimde olağan bir katliam olmayıp, gerçekte çok yönlü amaçları olan, son derece planlı, politik nitelikte bir katliamdı.

Dikkate değer olan bir diğer husus da şuydu; üç Kürt kadın siyasetçiye dönük bu alçakça saldırı, tam da, PKK ile Türk sermaye devleti arasında sürmekte olan “çözüm süreci” manevrasının yeni başladığı dönemde gerçekleştirilmişti. Bu katliamla, Sakine Cansız’ın şahsında PKK’ye, PKK’nin şahsında da genel olarak kurtuluşçu ve devrimci güçlere, geleceğe dönük mesajlar verildi.

Katliamın arka planı: Görünenler ve görünmeyenler

Katliam sadece Paris’te değil, tüm Avrupa başkentleri ile Türkiye ve Kürdistan’da bir bomba tesiri yaptı. Öncelikli gündemlerden biri haline geldi. Katliama dair çok çeşitli yorumlar yapıldı, spekülatif niteliğe sahip olanları da kapsayan, çok çeşitli iddialarda bulunuldu.

Katliamın muhatabı, daha doğrusu “tetikçi”si çok kısa bir sürede yakalandı. Adı Ömer Güney’di. Ömer Güney hakkındaki ilk bilgiler; onun, belli bir süredir Kürt kurumları ile ilişkide olduğu, bu çerçevede de zaman zaman Sakine Cansız’la çeşitli nedenlerle ilişkilendiği şeklindeydi. Bundan hareketle katliam kirli ve karanlık Türk medyası tarafından bir iç infaz olarak sunuldu. Dinci-gerici AKP kurmaylarının ve ebedi şefleri T. Erdoğan’ın katliama dair açıklamaları da bu yöndeydi.

Tetikçi Ömer Güney tek yakalanmıştı ve ısrarla, infazı hiçbir yardım almadan, tek başına gerçekleştirdiğini iddia ediyordu. Ne var ki, kimliği çok geçmeden deşifre oldu. Ömer Güney kendi çapında bir MİT mensubuydu. Almanya ve İsviçre’de bağlantıları vardı. Belli aralıklarla ve uygun mizansenler üreterek Ankara’ya gidip-geldiği, yolculuğunun, Ankara-Gölbaşı'na, buradaki karanlık MİT ofisine dek uzandığı açığa çıktı. Katliamın gerisinde AKP gericiliğinin, tarihi aynı zamanda siyasal infazların tarihi olan Türk sermaye devletinin, onun karanlık, kirli ve kanlı cinayetler merkezi olan MİT’in ve yurtdışındaki tüm uzantılarının olduğu artık tartışmasızdı.

Öte yandan katliam, Fransız polisinin en çok denetlediği, deyim uygunsa nöbette olduğu, giriş çıkışların sürekli biçimde kameralarla izlendiği bir sokakta ve belli bir adreste gerçekleştirilmişti. Katliamın buna rağmen, üstelik de tek bir kişi tarafından, adeta elini kolunu sallaya sallaya gerçekleştirildiği iddia ediliyordu. Bunun hiç ama hiçbir inandırıcılığı yoktu. Katliam son derece profesyonelce planlanmış bir katliamdı. Ömer Güney’in, bu siyasi cinayetin görünen tetikçisi olduğu kuşkusuzdu. Ancak o yalnız değildi. Bu katliam, MİT’le bağlantılı biçimde, ama, çok büyük bir olasılıkla Fransız istihbarat teşkilatı ile koordineli biçimde, onun çok ciddi yardımı ya da yardımları da alınarak gerçekleştirilmiş uluslararası nitelikte bir katliamdı. Yani Fransız devleti, polisi ve istihbaratı da, bu alçakça işlenmiş siyasi cinayetin görünmeyeni, daha doğrusu gizleneniydi.

Kirli çıkarlar, kirli ilişkiler, kanlı planlar, karanlık cinayetler

Türk sermaye devletinin kirli, karanlık ve katliamcı niteliği yeterince bilinmektedir. Tüm bir cumhuriyet tarihi işçilere, emekçilere, Kürt halkına ve Alevi emekçilerine yönelik katliamların, ilericilere, devrimci ve komünistlere yönelik alçakça ve kalleşçe gerçekleştirilmiş siyasi infazların tarihidir. Bu karanlık ve katliamcı devlet bu icraatlarını bugün de tüm acımasızlığı ile sürdürmektedir.

Bu kanlı icraatlar günümüzde Kürdistan’da bir toplu cezalandırma, Cizre, Sur, Silopi, Şırnak ve Nusaybin’de olduğu gibi, bir toplu imha boyutlarına vardırılmıştır. İnfazlar da artık faili belli açık infazlar biçiminde gerçekleştirilmektedir. Bu aynı şey, aynı acımasızlıkla Türkiye’nin metropollerinde de tekrarlanmaktadır. Devrimci parti ve örgütlere dönük operasyonlar ve bu operasyonlar sırasında başvurulan infazlar bu durumun ifadesidir.

İçeride savaş politikaları ile beslenen katliamcı Türk sermaye devleti bir süredir bu aynı saldırı ve savaş politikalarını, Avrupa’ya da taşımaya çalışmaktadır. Düne kadar Abdullah Çatlı ve Serdar Çelebi gibi ülkücü faşist çeteler aracılığıyla yurtdışında cinayet işlenmekteydi. Günümüzde ise, Osmanlı Ocakları adlı cinayet örgütünün militanları aracılığıyla karanlık infazlar için kanlı planlar yapılmaktadır. Tüm bu kanlı ve karanlık icraatların merkezi ise her zamanki gibi Türk konsoloslukları, fiiliyatta da MİT’tir.

Fransız sermaye devletine gelince, bugüne dek Fransa’da 25 politik cinayet işlenmiştir. Cinayetleri gerçekleştirenler farklı ülkelerin gizli servisleriydi. Ancak bu cinayetler her defasında Fransız polisi ve gizli servislerinin yardımı ile gerçekleştirilmiştir. Bir bölüm siyasi insan da bizzat Fransız polisi ve gizli servisleri tarafından diğer ülkelerin gizli servislerine teslim edilmiştir. Yakın tarihlerde bir kısım ETA üyesinin önce mülteci olarak kabul edilmesi, yıllar sonra ise derdest edilip İspanya gizli servisine teslim edilmesi bunun örneklerinden biridir.

Esasında Avrupa devletleri, en başta da Alman ve Fransız emperyalist devletleri, onlar adına da polisi ve istihbaratı her daim Türk sermaye devleti ile, polisi ve istihbarat örgütü MİT’le koordineli bir çalışmanın içindedir. Bu iki emperyalist devletin polisi ve istihbaratı sermaye devletinin istihbaratına, Türk istihbarat teşkilatı MİT de onlara her türlü belge ve bilgiyi vermektedir. Almanya ve Fransa’da Türkiye ve Kürdistan kökenli parti ve örgütlerle ilgili davalar esas olarak MİT’in bu ülke polisine sunduğu bilgi ve belgelere dayanmaktadır. Geçmişte PKK Düsseldorf davası, ardından DHKP-C davası ve günümüzde de ATİK davası mahkemeleri sırasında bu durum tüm boyutları ile açığa da çıkmıştır. Fransa, Almanya, İtalya ve Türkiye’de eş zamanlı biçimde yürütülen operasyonlar ise bunun bir başka kanıtıdır.

Hiç kuşkusuz her şey kirli çıkarlar temelinde gerçekleşmektedir. Fransız ve Türk sermaye devletlerinin polis ve gizli servislerinin birlikte çalışmaları da nihayetinde bu kirli çıkarlara dayanmaktadır.

Daha da önemlisi, iki devlet de devrim ve kurtuluş mücadelelerinin azılı düşmanlarıdırlar. Fransız emperyalist burjuvazisinin ve devletinin 1831 Lyon dokuma işçilerinin ayaklanması, 1848 devrimi ve 1871 Paris Komünü’ne, Vietnam ve Cezayir’deki ulusal kurtuluş mücadelelerine karşı sergilediği vahşet, bu esnada yaptığı kitle katliamları ve infazlar bilinmektedir. Dolayısıyla, devrimci ve kurtuluşçu parti ve örgütlere dönük operasyonlar yapmalarının, siyasi nitelikli infazlar gerçekleştirmelerinin, zaman zaman bunları birlikte yapmalarının şaşılacak bir tarafı bulunmamaktadır.

Gizlenemez gerçekler

ETA ve başka örneklerde olduğu gibi, PKK’nin kurucu kadrosu Sakine Cansız ve diğer iki Kürt kadın siyasetçiye dönük katliam da, Fransız emperyalist devletinin kirli çıkarları ve Türk sermaye devleti ile kirli ilişkileri çerçevesinde ve ne denli inkar edilirse edilsin, Fransız polisi ve gizli servisinin bilgisi ve yardımları ile gerçekleştirilmiş ortak siyasi bir cinayettir. Bu kirli ve karanlık ilişki ve işbirliği hâlâ devam etmektedir. Bu kez de tetikçi ölmüş ya da öldürülmüş, böylece, karanlıkta kalan gerçeklerin açığa çıkması önlenmiştir. Bunu zaman aşımı ya da örneğin “davanın başka bir muhatabı yoktur” denilerek, davanın sümen altı edilmesi adımı izleyecektir. Gerçek tam olarak budur. Tetikçi Ömer Güney'in ölümü bu gerçeği değiştirmeyecektir.