Koronavirüs krizi, sağlık emekçilerini çok yönlü olarak etkilemeye devam ediyor. İş yükleri artan sağlık emekçileri yeterli koruyucu ekipman ve donanım sağlanmadığı için virüsü kapma tehlikesi altında çalışmak zorunda kalıyorlar. Sağlık emekçileri yaptıkları açıklamalarda bu koşullar altında çalışmanın kendileriyle birlikte ailelerini de salgın karşısında savunmasız hale getirdiğini söylüyorlar. Sağlık emekçilerinin içerisinde bulunduğu bu tablo, ülkelere göre küçük farklılıklar sayılmazsa, tüm kapitalist dünyada aşağı yukarı aynıdır.
Türk Yoğun Bakım Hemşireleri Derneği’nce (TYHBD) hazırlanan, “Güncel Durum Raporu”nda yoğun bakım yataklarının sayısı artarken, koronavirüs salgını ile mücadelede kilit rol oynayan yoğun bakım hemşireleri açığının devam ettiği belirtiliyor. Bu ise iş yükünün artması anlamına geliyor.
Türk Tabipleri Birliği (TTB) de “1 Nisan 2020 tarihinden bugüne kadar, COVID-19 nedeniyle 14’ü hekim 24 sağlık çalışanının yaşamını yitirdiğini, yüzde 38’ini hekimlerin oluşturduğu 3.474 sağlık çalışanının COVID-19 tanısı” aldığını açıkladı.
Sağlık emekçileri bu ağır koşullar altında hizmet vermeye çalışırken, AKP-Erdoğan iktidarı yasal bir düzenleme yaparak, COVID-19 pandemisi sürecinde kronik hastalık nedeniyle zorunlu idari izin kullanan sağlık emekçilerinin ek ödemelerden yararlanmalarının önü kesti. Bununla da yetinmeyen dinci-gerici iktidarın temsilcileri, sağlık emekçilerine yönelik aşağılama ve hakaretlerini sürdürerek, salgın karşısındaki başarısızlıklarını sağlık emekçilerine fatura ediyorlar.
Sarayın kapıkulu Zonguldak Valisi, “yurt verdik, yemek verdik” diyerek hakaret ettiği sağlık emekçilerinin 137’sinde tespit edilen vakaların ardından, arsızlığını bir adım daha ileriye taşıyarak, “bu kişilerin kendilerini korumayarak salgınla mücadeleye zarar verdikleri” suçlamasında bulundu. Salgına karşı mücadelede vaka sayılarını gizlemek ve yaşamını yitiren insanların ölüm nedenlerini değiştirerek ölü sayısını az göstermekten başka hiçbir hazırlığı olmayan AKP-Erdoğan iktidarı, kendini aklamak için sağlık emekçilerine arsızca saldırıyor.
Türkiye’de bunlar yaşanırken, kapitalist sistemin en gelişkin ülkelerinden bir olan Almanya’da da sağlık emekçileri aynı sorunlarla değişik düzey ve boyutlarda savaşıyorlar.
Zeit Online’da yayınlanan bir haberde korona krizinde yönetimi eleştiren sağlık çalışanlarına yönelik baskılara değiniliyor. Habere göre, Essen Üniversitesi Hastanesi’nde çalışan Hemşire Elisabeth Schmidt, tatilden sonra işine dönünce karşılaştığı manzarayı şöyle özetliyor:
“Monitörler yataklardaydı ve personel maske takıyordu. Normal olan bu bölüm korona istasyonu olmuştu. Her şey değişmişti, sadece personel sayısı aynı kaldığı için iş yükü iyice artmıştı. Diğer klinikler uzun fırtına öncesi hala sakinken, ilk korona hastaları Essen’de tedavi ediliyordu.”
Korona hastalarıyla doğrudan teması olmasa da hastaneye yeni gelen hastalar korona testi yapılmadan kabul ediliyorlar. Bu durum aynı odada kalan diğer hastalar gibi hasta bakıcılarını, hastane çalışanlarını ve doktorları da salgına karşı korumasız bırakıyor.
Bunların yanı sıra gece vardiyasında tek bir meslektaşıyla birlikte çalışmak zorunda bırakılan Schmidt, eğitim, malzeme ve koruyucu giyim eksikliği hakkında şikayette bulunuyor. Schmidt, şikayetten bir gün sonra apar topar başka bir istasyona transfer ediliyor.
Başka bölüme sürgünün nedeni hastane yönetimine sorulduğunda, “Bu, kliniğin ruhuna aykırıdır” denilerek, yapılanın sürgün olmadığı belirtiliyor ve şu sözde açıklama yapılıyor: “Çalışanları enfeksiyondan korumak’ amacıyla ‘yapısal önlemler’ çerçevesinde ilgili çalışanlarla yakın koordinasyon içinde yapılmış bir transferdir.” Oysa yapılan bu transferde klinik yönetimi Hemşire. E. Schmidtle “yakın koordinasyon” içinde bulunmadığı gibi hiçbir bilgilendirme de yapmadan çalışma yerini değiştirmiştir.
Ver.di sendikasının hazırladığı şikayet raporları sağlık emekçisi Schmidt’in başına gelen benzer olayların ülke çapında yaygın olarak yaşandığını gösteriyor. Ver.di Federal Yönetim Kurulu üyesi Sylvia Bühler, “esas olarak koruyucu ekipman eksikliği, enfeksiyon korkusu veya kötü iş organizasyonu” nedeniyle çok sayıda şikayetler aldıklarını ve bu şikayetlerin, “işverenlerin eleştirilere baskıyla tepki vermesi ve işten atılma endişesiyle ilişkili” olduğunu söylüyor.