İngiliz emperyalizmi, sömürgeci bir güç olarak çaptan düşmesine rağmen histerik saldırganlığı elden bırakmıyor. ABD emperyalizminin halklara karşı açtığı bütün savaşların halen bir numaralı destekçisi İngiltere’dir. Oğul Bush yönetimi Irak’a karşı yıkıcı bir savaş başlattığında İngiliz hükümeti yine savaş arabasına ilk binen suç ortağı olmuştu. İngiliz hükümeti öyle bir pervasızlıkla savaşa daldı ki, dönemin İşçi Partili Başbakanı Tony Blair, “Bush’un fino köpeği” diye anılmaya başladı. Bu savaş kundakçılığı, İngiliz devletinin “geleneksel politikası” olmaya devam ediyor.
Ukrayna savaşının kışkırtılmasında da öne fırlayan İngiltere, Kiev yönetiminin Rusya ile bir anlaşmasını baltalamak için tam bir histeri halinde dört dönüyor. Savaş kundakçılığında Joe Biden’i bile gölgede bırakan devrik Başbakan Boris Johnson, Rusya’yı zayıflatmak adına Ukrayna’yı cehenneme atmakta biran bile tereddüt etmedi. Johnson’un kendi partisi tarafından görevden azledilmesi, İngiltere’nin “savaşa benzin dökme politikası”nda değişim beklentisi yarattı. Ancak kısa sürede durumun tersi olduğu anlaşıldı. Zira, savaşta gerekirse nükleer başlıklı silahların kullanılabileceğini savunan Liz Truss Jonson’un yerine getirildi.
İngiltere Dışişleri Bakanı Liz Truss, iktidardaki Muhafazakar Parti'nin yeni şefi seçildi. Truss Kraliçe 2. Elizabeth tarafından hükümeti kurmakla görevlendirildi ve ülkenin yeni başbakanı oldu. Boris Johnson’dan da rezil, savaş kışkırtıcısı, üstelik savaşta nükleer silahların kullanılabileceğini söyleyen Liz Truss’un başbakanlığa getirilmesi, İngiliz sermayesinin tercihlerini de gösterdi. Yani savaş kışkırtıcısı Johnson’u kurban veren sermaye, ondan da beter ondan da gözü dönmüş birini başbakan yaparak, Ukrayna’daki savaşın elden geldiğince uzatılması politikasının devam edeceği mesajını verdi. Bu ise hükümetin büyük İngiliz tekellerinin, özellikle silah tekellerinin çıkarlarına hizmet etmekten başka bir şey yapmayacağını gösteriyor.
Johnson/Truss tipi başbakanlar sadece savaşa benzin döken pervasız tutumlarıyla değil, ırkçı-faşizan, yabancı düşmanı politikalarıyla, işçi ve emekçilerin yaşamını hiçe sayan küstahça tutumlarıyla da dikkat çekiyorlar. Kendi sistemlerinin hukukunu ayaklar altına alacak derece pişkin, Ukrayna’da görüldüğü üzere Neonazilerle işbirliği yapmayı “olağan” kabul edecek kadar da gericiler.
***
7 Temmuz’da istifa eden Boris Johnson’un yerine geçen Liz Truss, başbakanlık için yarışırken birçok vaatte bulunmuştu. Geçim sıkıntısı çekenlere yardım paketleri, vergi indirimi, enerji krizine çözüm bulma, enerji faturalarının bir süre dondurulması gibi şeyler yapacağını vaat etti. Ancak vaatlerini nasıl gerçekleştireceği konusunda bir şey demeyen Truss, savaş bütçesini arttırma konusunda ise somut “vaatte” bulundu. Buna göre 2030 yılına kadar Gayri Safi Yurtiçi Hasıla’nın (GSYİH) yüzde 3’ü savaş harcamalarına ayrılacak. Bu oran halen yüzde 2’dir.
Başbakanlıktan kovulan Johnson, yaptığı veda konuşmasından Liz Truss’a her alanda destek vereceğini ilan etti. Bu ikilinin Ukrayna savaşına benzin dökme yarışında başı çekmesi, Truss’un ise işi nükleer silahların kullanılabileceğini ilan etme noktasına getirmesi, bu gerici hükümetin dışarıda savaş kundakçılığı içeride ise emekçilere sefalet dışında sunacağı bir şey olmadığını gösteriyor. Sermaye sınıfının atadığı başbakanlarda artık gelen gideni aratıyor. Savaş kundakçısı Johnson, koltuğunu “gerekirse nükleer silahlar da kullanılır” Truss’a devretti.