Özgürlük toplumsal yaşamdaki birçok olgu gibi sınıfsal. Bireyin özgürlüğünü belirleyen mensup olduğu sınıfının özgürlüğüdür. Sömürünün değişmez kural olduğu, sömürü ilişkilerinin bütün hukuksal, kültürel, siyasal alana hükmettiği, tüm insani ihtiyaç ve faaliyetlerin paranın konusu olduğu kapitalist düzende bireyin özgürlük alanını tartışmak oldukça soyut değil mi?
İşçi sınıfı ve emekçiler kapitalizmin üstümüze boca ettiği tüketim kültürü ve ücretli emek gücü olma özgürlüğü dışında neye sahipler bu düzende. Açlık sınırında ücretlerle çalışmak, iş cinayetlerinde ölmek, meslek hastalıkları ile kıvranmak, vergiler altında ezilmek, her an işten atılmak gibi özgürlüklerimiz var mesela. Filistin’de emperyalist ve Siyonist çıkar hesapları altında tüm dünyanın gözleri önünde ölebilme özgürlüğü! Hem de her yaş ve cinsiyeti vuracak şekilde. Tüm bunlar hem sözde yasal hem de ahlaki açıdan reddedilen durumlar olsa da egemenlerin bize sunduğu öteki özgürlükler bunlar.
Sözde demokratik bir ülkede yaşıyoruz. Peki anayasal güvence altında olduğu söylenen söz, basın, gösteri ve örgütlenme özgürlüğümüz, sendikalaşma çabalarımız hak eylemlerimiz neden sürekli engelleniyor?
Bunun elbette esas nedeni sistemin sadece zenginlere özgürlük tanıyor oluşu. Şimdi ise yoğunlaşan ve zaten sınırlı olan hakları bile kullanılmaz hale getiren uygulamaların nedeni çok açık değil mi kardeşler? İşçi sınıfı ve emekçiler kriz koşullarının da etkisiyle yaşayamıyor. Eğitim, sağlık, barınma gibi en temel insani ihtiyaçlarına dahi ulaşamıyor. Şirketlerin kar oranları %400, %500 bantlarını aşanken bu firmalarda çalışan işçi ve emekçilerin yaşam koşulları daha da geriye gidiyor. Buna itiraz ederek mücadeleye atılan Lezita, Polonez, Fernas, As Plastik ve daha nicesine baktığımızda karşımıza aynı tablo çıkıyor. Baskı ve sindirme politikaları ile işçi sınıfının sesi, soluğu kesilmeye çalışılıyor.
Şimdi başa dönecek olursak sınıfımız özgür değil. Kendi yaşam koşullarını düzeltmek ve belirlemek için kavga içinde. İrili ufaklı tüm işçi eylemleri aynı saldırıya karşı üretilmiş cevaplar olarak karşımıza çıkıyor. Bu kavga aynı zamanda özgürlük kavgasıdır. Zira ekmek de özgürlük de kavga ile elde edilebiliyor. Özgürlük arayışımızla “ekmek kavgamız” her geçen gün daha da kaynaşıyor.
Bu kaynaşma tabi ki sermayedarları ve onların temsilcilerini korkutuyor. İşçi sınıfının hak alma mücadelesine saldırmak onun özgürlüğüne saldırmakla mümkün oluyor.
Ege İşçi Birliği’nin ve Devrimci Tekstil İşçileri Sendikası’nın hedefe çakılmasının ardında tam da bu gerçekler var. Sadece son iki ayda birçok sektörden işçiler ile birlikte Aliağa ve Bornova’da işçi buluşmaları gerçekleştirdik. Bunları işçi okulları ile pekiştirdik. İmza masaları açarak insanca yaşamaya yeten ücret, ağır vergilerin son bulması, işten atmaların yasaklanması ve sendikal haklara yönelik saldırıların son bulmasını talep ettik. Ve tüm bunların demokratik haklar için bir mücadele ile birleştirilmesinin şart olduğunu söyledik. İşçi sınıfının tüm toplumu özgürleştirecek güç olarak kendi dışındaki toplumsal ve siyasal sorunlara eğilmesini istedik. Ve bunu örgütlemeye çalıştık. İşte bizim affedilmez, korkunç suçumuz!
Hatırlamakta fayda var. Ege İşçi Birliği bölgede gerçekleşen bir dizi direnişin bir araya gelmesiyle 2016 yılında kurulmuştur. O günden bugüne birçok direnişin örgütleyicisi olmuş, işçiler arasında birlik, dayanışma ve ortak mücadelenin örgütlenmesi için büyük çabalar göstermiştir. İş kazalarına, meslek hastalıklarına karşı mücadele etmiştir. Ege İşçi Birliği’nin hemen her hak alma mücadelesiyle ilişkilendiği düşünüldüğünde ve gelinen yerde onlarca fabrikada bu mücadelenin yürütücüsü olduğu gerçeği orta yerde duruyorken bizim yaşadığımız tutuklamaların tesadüf olmadığı, esas hedeflenin işçi sınıfı mücadelesi olduğu açıktır.
Çünkü EİB sınıfının hak ve özgürlükleri için faaliyet yürütür. Hedef gösterilen, suçlanılan tam da bu mücadeledir. Sert geçmesi beklenilen Ocak ayı zam dönemi öncesinde yapılan bu tutuklama saldırısı işçilerin birliğine yapılmıştır.
***
Haziran Direnişi ve günleri sonrası tutuklanıp 7 ay hapishanede kalıp beraat almam, Soma katliamına karşı “kaza değil cinayet” demem nedeni ile 3,5 yıl ceza almam nasıl gerçekleştiyse bugün tutuklanmam da aynı olgu ve saldırganlığa dayanarak gerçekleşti.
TOMİS Ege Bölge Temsilcisi olarak sendikal faaliyetlerimin suç olarak sayılması gelecek güzel günlerden duyulan korkunun sonucudur. 1 Mayıs’a katılmak, 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi anmalarına katılmak, işçiler iş cinayetlerinde ölmesin demek savcılık ve mahkemede üzerimize atılı suçlardan birkaçı. Şimdiden söylemekte fayda var. Hepsi onur apoletleridir bizim için.
Bugün bizim tutsaklığımız hiçbir şeydir. Bir sınıf olarak sömürünün prangaları kırılmadıkça tam anlamı ile özgürlükten söz edemeyeceğiz yerde mücadelenin bir gereğidir bir yerde. Gerçek özgürlüğü elde etmek için ödenecek bir bedelse ödemekte bir sorun yoktur.
Bize selam ileten işçi arkadaşlarımıza biz de selamlarımızı iletiyoruz. Ve bu sefer aramızda engeller olsa da çağrımızı tekrarlıyoruz. İş cinayetlerine hayır deyin. İşten atmalara karşı birleşin. İşyerlerinde Ocak zamlarına hazırlık yapın, komitelerinizi kurun. Narin’ler ölmesin deyin. Haklar ve özgürlükler için mücadeleye atılın. Emeğinizi koruyun, emeğinizi özgürleştirin! Birliğimize, birliğinize sahip çıkın. Unutmayın emeğin kurtuluşu tüm insanlığın kurtuluşu olacaktır.
Serdar Gür
Söke T Tipi Ceza İnfaz Kurumu
09.12.2024