Verginin tarihi sınıfların ortaya çıkışına ve buna bağlı olarak devlet mekanizmasının gelişmesine kadar uzanır. Devlet egemenliğinin en temel göstergelerinden biri olan vergi sistemi sömürülen sınıflardan sömürücü sınıflara zenginliğin aktarılmasının bir yolu olmuştur hep. Doğrudan silah zoru ile toplanan haraçtan yasal vergiye geçişte modern devlet oluşurken verginin sınıflar arası mücadeledeki önemi azalmayıp artmıştır.
Hâkim sınıfın baskı aracı olan devlet sözde tüm toplumun ama esasta kendi sınıf iktidarının ihtiyaçlarını karşılamak için vergi toplarken vergi etrafında çok önemli sınıf mücadeleleri yaşanmış, varlıkları elinden alınan kitleler büyük isyan ve başkaldırılara girişmişlerdir. Vergiler çok uzun zamandan beri sınıf mücadelesinin temel gündemlerinden biridir.
Cumhuriyetin başından beri üretenlerin alınterinin sermaye sınıfına peşkeş çekilmesinin aracı olarak vergi yükü hep emekçilerin sırtında olmuştur. 12 Eylül ile birlikte hızlanan neo-liberal uygulamalar ve kamu hizmetlerinin devletin sırtında bir ağırlık olarak kabul edilip ticari hale gelmesi ödenen vergilerin sermaye sınıfına aktarımını kolaylaştırmış, aynı biçimde o dönemden bu yana emekçilerin sırtında vergi yükü gün be gün artırılmıştır.
Bu durum bugün bizlerin karşısına iğneden ipliğe aldığımız her şeyin içinde ek olarak vergi ödemek zorunda bırakıldığımız, ücretlerimiz daha elimize geçmeden vergilerin kesildiği, vergi dilimleri ile kesintilerin arttığı, sermayeye teşvikler, vergi afları sunulurken bütün bir vergi yükünün emekçilerin sırtına yüklendiği bir soygun sistemi olarak çıkmaktadır. Bu vergi sistemi, tam da sermaye devletinin sınıfsal özüne, vergi meselesinin ortaya çıkışından bugüne uzanan sınıfsal mantığa uygundur. AKP’li yıllarda vergi yükünün arttırılması ve benzersiz bir soygun düzeninin kurulmasını bu sürecin vardığı son aşama olarak görmek gerekir.
Verginin kimden toplandığı kadar ne için harcandığı da önemlidir. Sözde eğitim ve sağlığa ayrılan bütçe halk sağlığından ve kamu eğitiminden daha çok özel okul ve hastanelere aktarılıyorsa, hasta garantili hastaneler üzerinden birileri ihya ediliyorsa, savunma sanayi adı altında savaş ve saldırganlık politikalarına, işçi ve emekçilere yönelik baskı politikalarına harcanıyorsa, geçiş garantili köprüler, yollar ile birileri zengin ediliyorsa işte o zaman bizlerden toplanan vergilerin tek bir kuruşu bile bize geri dönmüyor demektir.
Toplanan vergilerin bizlere eğitim, sağlık, yol, su olarak geri döndüğünü iddia edenler dönüp bütün bu kamusal hizmetlerin bizlere para ile satıldığını görmelidir.
“Vergilendirilmiş kazanç kutsaldır!”, “İradesiyle kendini vergilendiren halk, millettir.” sözleriyle din ve milliyetçilik üzerinden sermayedarlar ve devleti vergi adı altında bizlerden topladıkları haraçlara kılıf uydurmaktadır. “Vergi geleceğimizin teminatıdır.” denilirken sermaye kendisinin geleceğinin teminatı olarak vergileri görmektedir. Yoksa, toplanan vergiler işçi sınıfının ihtiyaçları için kullanılmamaktadır.
Türkiye’de toplanan vergileri inceleyecek olursak, çalışanların üzerindeki vergi yükünü daha net anlayabiliriz. Bütçe gelirlerinin yüzde 90’ını vergiler oluşturur. Bu vergilerin yüzde 70’i ise ÖTV-KDV gibi dolaylı vergilerdir. 1970’li yıllarda dolaylı vergiler toplam vergilerin yüzde 50’sinden daha azını oluştururken verginin tabana yayılması politikasının bir parçası olarak yıllar içinde bu oran artmıştır. Dolaylı vergiler toplumun yüzde 80-90’ını oluşturan emeğiyle geçinenlerden toplanır.
Toplanan vergilerin yaklaşık %30’unu ise gelir ve kurumlar vergisi gibi dolaysız/doğrudan vergiler oluşturmaktadır. Bu noktada da ücretli çalışanlar daha ücretini almadan kesilen gelir vergileri ile vergi rekortmenliğini elinde bulundurmaktadır. Her yıl açıklanan vergi rekortmenleri listesinde adı geçmese de işçi sınıfı birinci sıradadır. Bunun nedeni de sayısal çoğunluğu ve de sermaye sahipleri gibi vergiden kaçma şanslarının olmamasıdır. Zira daha ücretini almadan vergisi kesilmektedir.
Kurumlar Vergisi’nin toplanmasında ise durum içler acısıdır. Birçok şirket kârını düşük, gider kalemlerini yüksek göstermektedir. Yıl sonunda verilen beyannameler ile vergiden kaçılmakta, kaçınılmaktadır. Bu vergiler ise ya hiç ödenmemekte ya taksitlendirilmekte ya da devlet tarafından teşvikler ve vergi afları ile hiç alınmamaktadır. Toplanan vergilerin %15’ini oluşturan Kurumlar Vergisi, esasında bütün zenginliği elinde bulunduran kapitalistlerin ne kadar vergi verdiğine de ayna tutmaktadır.
2024 yılı bütçesinde vergi gelirlerinin yüzde 95 arttırılacağı söyleniyor. Ancak, sermayeye teşviklere ve vergi aflarına da devam edileceği söyleniyor. Peki bu vergi gelirlerindeki artış kimin üzerinden sağlanacak? Elbette ki içinde bulundukları ekonomik darboğazdan çıkışı krizin faturasını da vergi yükünü de bizim sırtımıza yüklemekte görüyorlar.
Emeğin Kurtuluşu’nun 33. sayısından alınmıştır…