İstanbul’da pazartesi günü, bildiri dağıtmak isteyen 46 üniversite öğrencisi genç gözaltına alındı. Suriye’nin kuzeyindeki yurtlarında IŞİD kuşatması altında bulunan Kürt ve Arap çocuklarıyla dayanışmaya gitmek isterken 20 Temmuz 2015’te Suruç’ta katledilen 33 genci anmak için çağrı yapıyorlardı… Ayşe Beliz İnce, Gamze Toprak, Berkan Deveci, Yasemin Ebru Gürsoy, Merve Yeşilyurt, Ali Taha Sarıbıyık… Altı genç, İstanbul Sulh Ceza Hakimliği tarafından “kuvvetli suç şüphesi” gerekçesiyle tutuklandı.
Cihatçı terörün katlettiği 33 kişiyi anmak isteyen gençlerin tutuklanmasından bir hafta kadar önce şöyle bir haber okumuştuk: “IŞİD'in Türkiye'deki yöneticilerinden olduğu suçlamasıyla tutuklanan 'Ebu Hanzala' kod adlı Halis Bayancuk'un tahliye edildiği ortaya çıktı.”
Daha önce de şimdilerde Cumhur İttifakının ‘yasal’ ortağı haline gelmiş bulunan kontr-Hizbullah’ın, sayısız cinayetten sorumlu yöneticileri, neredeyse bir ittifak protokolü kapsamında tahliye edilmişti. 2014’ten itibaren pek çok kez gözaltına alınıp, tutuklanıp her defasında serbest bırakılan Ebu Hanzala’nın babası Hacı Bayancuk da 2001’de Hizbullah’a yönelik bir operasyonda silahlı çatışmanın ardından teslim olmuş, örgütün askeri kanat sorumlusu olduğu gerekçesiyle tutuklanmış ve avukatlığını şimdiki Hüda-Par’ın Genel Başkanı olan Zekeriya Yapıcoğlu yapmıştı. Hizbullah’ın Şura üyesi olan baba Bayancuk, Gaffar Okkan suikastı da dâhil pek çok kanlı olayın planlayıcısı olarak ömür boyu hapis cezasına çarptırmıştı.
Suruç Katliamı davasında ise yalnızca bir sanık cezalandırıldı. Son derece planlı ve organize bir saldırı olan bu katliamla ilgili yerel ya da ulusal ölçekte tek bir devlet görevlisi, emniyet ya da istihbarat memuru dahi yargılama kapsamına alınmadı.
IŞİD ve Hizbullah yöneticileri cezasızlık armağanıyla bir bir dışarı salınırken, bunların yol açtığı katliamların kurbanlarını anmak isteyenlerin bile cezaevlerine atılması basit bir ‘hukuksuzluk’ vakası değildir. Bir tür ‘yeni hukuk’, ‘yeni devlet’ vb. beyanının tekrarıdır. 20 Temmuz 2015’teki Suruç Katliamı, Türkiye için tarihsel bir eşiğin işaret fişeğiydi. 7 Haziran 2015 seçimlerini kaybeden AKP-Erdoğan ve bunların temsil ettiği güçler, egemen sınıflar ve bürokraside yeni ittifaklar kurmaya yönelmiş, rejim inşasını sürdürebilmek için buna mecbur kalmıştı. İşte Suruç Katliamı, bu ‘yeni dönem’ kapısını, kanlı ve kirli bir şekilde ardına kadar açan, kendinden sonraki şiddet dalgasını tetikleyerek ülkeyi bir kargaşaya, sürekli olağanüstü hal durumuna sürükleyen, böylelikle de Türk-İslamcı politik ittifakın, başkanlık sistemi de dâhil kapsamlı amaçları için elverişli ortam yaratan bir ‘eşik’ti. Sermayenin oldukça geniş bir kesimi de 2013’teki siyasal krizler sonrası bu dönemde yeniden uzlaşma zeminine katıldı.
Walter Benjamin, geçmişin ancak orada mayalanmış bugünle birlikte anlam kazandığını söylüyordu: “Tarihsel maddeciliğin meselesi, tehlike ânında tarihsel öznenin karşısında beklenmedik bir şekilde beliriveren geçmiş imgesini alıkoymaktır.”
Suruç’ta yitirdiğimiz gençler sosyalistti, sosyalizmi ve özgürlüğü arıyorlardı. Bugün onların şahsında bir yas değil mücadele alanı gören gençler bu tarihsel alıkoymayı yapıyorlar. Bugünün karanlık Türkiye’sinin uzun gölgesi Suruç Katliamı’na ve ondan sonra gerçekleşen kargaşaya düşmektedir. Konu, bir ‘hukuk’ konusunun ötesindedir.
Evrensel / 20.07.23