Süleyman Ege- Korkut Boratav

Çocuklarımız senin çok ağır bedeller ödeyerek yayımladığın kitapları okuyarak büyüdü. İnsanlığın geçmişini, halini o sayede kavrayanlar bugünün umutlarıdır.

  • Haber
  • |
  • Basın derleme
  • |
  • 28 Ocak 2022
  • 09:15

Süleyman Ege’yi kaybettik. 91 yaşındaydı. En azından 63 yıllık kesintisiz arkadaşım… Korona salgını patlak verinceye kadar yüz yüze, iki ay öncesine kadar telefonla görüşüyorduk. 

1960 sonrasında genç kuşakların sosyalizm ve Marksizm ile tanışmasında çok önemli katkıları oldu. Çok eziyet gördü; dimdik ayakta durdu. 

Kendisini anlatmak, tanıtmak bu yazının sınırlarını aşar. Bazı anılarımı okurlarımla paylaşmakla yetineceğim. 

***

Süleyman Ege ile tanışmam, Pazar Postası dergisi vesilesiyle oldu. 27 Mayıs darbesinden iki yıl önce olabilir. Üniversite öğrencisiydim. 

O yıllarda PTT’den satın alınan Unesco Kuponları, yabancı yayınlara ulaşmanızı sağlıyor: Yayınevine postalıyorsunuz; siparişleriniz bir süre sonra adresinize yollanıyor. ABD ve İngiltere’de yayımlanan bazı sol dergilere (hatırladıklarımdan biri Masses and Mainstream) de aboneyim. Ayrıca tesadüfen tanıştığım, Alaattin Bilgi, zengin İngilizce Marksist kitaplığından yararlanmamı da sağlıyor. 

1946’dan beri CHP ve DP hükümetleri sayesinde anti-komünizm neredeyse resmî ideolojidir; ama Batı dillerinde yayımlanan kitap, dergi girişleri önlenmiyor. Nazım yasaklı; ama edebiyat dergileri tüm şairlere açık… 

Geniş anlamda solcu okur-yazarlardan oluşan bir Ankara çevresine girdim. Kenan Somer, Tevfik Çavdar Ankara’da çalışıyorlar. Yedek subaylık için Ankara’ya gelen Ahmet Oktay, Asım Bezirci, Oğuz Atay’la da tanıştım. 

Pazar Postası 1956-1959 yıllarında Ankara’da yayımlandı. Sahibi, CHP Gaziantep milletvekili Cemil Sait Barlas, Genel Yayın Yönetmeni Muzaffer Erdost... Çevremizde Barlas’ın CHP içindeki ender solculardan biri (hatta sosyalist eğilimli) olduğu söyleniyor. Erdost da solcu bir edebiyat tutkunu… Dergiyi İkinci Yeni şairlerine, genç öykücülere, giderek sola dönük köşe yazılarına açtı.  Cemil Sait de dergideki “aykırı” yazılara karışmadı.  

Ben de sanat, edebiyat çevresi içinde Muzaffer’le tanışıyordum; kervana katıldım. Haftada bir dünya ve Türkiye üzerine A.Korkut ve Mustafa Karataş imzalı  köşe yazılarım yayımlanıyor. Pazar Postası Ulus’ta yan sokaklardan birinde bir iş hanında, galiba iki odalı bir yer kiralamış. Yazı İşleri Müdürü Süleyman Ege yazıhanede kalıyor. 

Haftada bir yazılarımı Süleyman’a veriyorum. O tarihlerde çok makbule geçen bir telif ücretini de galiba ondan alıyorum. Sene 1958 olabilir. Uzun yıllara taşınacak arkadaşlığımız böylece kuruldu.

***

Pazar Postası’nın Türkiye basın tarihçesinin ötesinde bir önem taşıdığını düşünüyorum, 27 Mayıs 1960 dönemecine “solcu” kimlikle giren belki de tek dergidir. Yazarları, 1960’lı yıllarda Türkiye solunun farklı akımları, kanatları içinde yer alacak; 1946-öncesi solculuğunu 27 Mayıs sonrasına taşıyanlara katılacaktır. 

Bu işlevi açıkça üstlenmek ve dergiyi İstanbul’da sürdürmek girişimi görüş ayrılıkları ve herhalde Barlas’ın da onaylamaması nedeniyle   yürümedi.

Pazar Postası kapandı; ama dergiyi yürüten Muzaffer Erdost ve Süleyman Ege, sonraki yıllarda gazeteci, yayıncı, düşünür, yazar, siyasetçi olarak Türkiye sosyalist hareketinin içinde yer alırlar.

Süleyman, Konya Ereğlisi’nin Gaybi köyü doğumludur. Sonraki yıllarda Gaybiköylü onun müstear adı olacaktır. İvriz Köy Enstitüsü’nden mezun olmuş; birkaç yıllık bir öğretmenlikten sonra gazeteciliğe başlamıştır. Metin Toker’in yayımladığı Akis’ten sonra Pazar Postası ilk uğraklarından biri olacaktır. 

Pazar Postası kapanınca 27 Mayıs sonrasının açıkça sola dönük ilk gazetesi olan Öncü’de çalıştı. Gazeteyi Müşerref Hekimoğlu (yakınlarına göre “Müş”) çıkarıyordu. Süleyman, 1962’de Ankara’da Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP’in) ilk üyelerinden biri oldu.   TİP’in basın bürosunda, Parti organı olarak yayımlanan Sosyal Adalet’te görev aldı. 

TİP’in İkinci Büyük Kongresi’nde zirveye çıkan ayrışmada Süleyman Ege, “eski tüfekler” saflarında yer aldı. 1967’de Haysiyet Divanı’na verilerek ihraç edilen üyelerden biri de Süleyman’dı. 

***

Ege, bu arada, Bilim ve Sosyalizm Yayınları’nı kurdu. Arkadaşları Muzaffer Erdost’un Sol ve Remzi İnanç’ın Toplum yayınlarıyla birlikte, 1960 sonrasında temel Marksist yapıtları, dünya devrim tarihinin ve sosyalizmin güncel sorunlarını Türkiye’de tanıtma işlevini üstlendi. Yayınevini bugüne kadar yaşattı; yeni kitap yayınlarını ısrarla sürürdü. 

Elbette ağır bedeller ödedi. Defalarca hüküm yedi; yıllarca cezaevinde yattı. Ankara’nın ünlü Ulucanlar Cezaevi müzedir. Galiba hâlâ açıktır. Basın suçluları arasında Süleyman Ege’nin de fotoğrafları yer alıyor. 

12 Mart sonrasında otuz yıl hüküm yedi; rahatsızlanınca Ankara Numune Hastanesi’ne yatırıldı. Jandarma gözetiminde ve bir ayağından karyolaya kelepçelenerek… Süleyman’ın cezası, daha sonra AYM kararı ile af kapsamına alınacaktır. Fotoğrafı da Türkiye siyasal tarihinin bir lekesi olarak kayda geçecektir.

En ağır darbeyi cezaevlerinde değil, 12 Eylül sonrasında kitapları Sıkıyönetim Komutanlığı tarafından müsadere edilince yaşadı. Jandarma Bilim ve Sosyalizm Yayınevi’nden  yedi kamyonet dolusu kitap topladı. 

Sıkıyönetim kaldırıldıktan sonra Süleyman kitapları geri almaya çalışıyor. Halit Çelenk yetkili mercilere başvuruyor. Uzun süre yanıt yok. Sonrasını Kitabın Ateşle İmtihanı başlığıyla yayımladığı kitaptan aktarıyorum: "Çelenk görüşme odasındaki gibi acılıydı. Neden sonra yutkunarak şu iki sözcük çıktı ağzından: Yakmışlar kitapları."

Yakılan kitapların sayısı yüz otuz bini aşmaktadır. Süleyman tazminat davası açar; talepleri karşılanmaz. Bir gün bana geldi. Tazminat davasını Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM’ye) taşıyacaktır. Mükemmel, ayrıntılı bir dilekçe hazırlamış. Bana okuttu; sonra sordu: “Korkut, AİHM için bunu İngilizceye çevirebilir misin?

İngilizce biliyorum; üstelik Ankara Hukuk Fakültesi mezunuyum. Tabii kabul ettim; ama senelerdir hukuktan kopmuşum ve Türkçe hukuk dilini İngilizce terimlere dönüştürmek güç… İki gün uğraştım; bitirmek üzereyken Süleyman koştu; geldi: “Boş yere uğraşmasaydın Korkut; AİHM Türkçe dilekçeleri de kabul ediyormuş; yeni öğrendim; kusura bakma…” 

Ne kusuru Süleyman? Çocuklarımız senin çok ağır bedeller ödeyerek yayımladığın kitapları okuyarak büyüdü. İnsanlığın geçmişini, halini o sayede kavrayanlar bugünün umutlarıdır. Sana ne versek eksik kalırdı.   

Eşi sevgili Ayşe’ye, oğlu sevgili Fahretttin’e başsağlığı, sabırlar dilerim… 

soL / 28.01.22