Henüz okuma yazma bilmiyordum. Ancak kitaplara karşı merakım ve sevgim büyüktü. Babam her akşam köy odasında, gaz lambası ışığı altında bize Yaşar Kemal’in İnce Memed’ini, Bekir Yıldız, Aziz Nesin, Uğur Mumcu gibi yazarların eserlerini okurdu. Herkes can kulağıyla dinlerdi.
Babamın kitaplarının bir özelliği vardı: Kitaplar küf kokuyordu. Buna bir anlam veremiyordum. Kitaplar niye küf kokuyor? Bu soruyu kendime hep sordum. Ve cevabını bir gün “jandarmalar geliyor” uyarısı sayesinde aldım. Evin içinde yaşanan koşuşturmacaların ardından, kitaplar sarmalanıp evin dışına götürülmüşlerdi. Zaman 12 Eylül’lü günlerdi. “Jandarma geliyor”, “arama var” diye köyü velveleye verdiğimiz dönemlerdi. Tanımıyordum tabii ki o zaman İskender’i, Moğol Cengiz’i, İslam’ın Ömer’ini ve Katolik Kardinal Ximenesi... Gelenlerin bu şahsiyetlerin zamane torunları, emir erleri olduğunu bilmiyorduk. Kasaturayla deşiyorlardı zahire çuvallarını, çökelek postlarını... Her şeyi katıp karıştırıyorlardı. Yasak listesini okurdu bir asker. “Yasaklı kitaplar” listenin başında olurdu. Babamın kitapları hep “yasaklı” olurdu. Ondandır ki kitapların hepsi küf kokardı.
Kitapların yasaklanması ve yakılması insanlık tarihinde, insanlık hafızasına yapılan kültürel bir “soykırımdır”. M.Ö. 330’da Büyük İskender ile tarihe geçen bu kültürel soykırım günümüzde de devam etmektedir.
Latin Amerika’ya sömürgecilik akınlarına başlayan İspanyollar, karşılarında gelişmiş bir Maya medeniyeti bulurlar. Bu medeniyet, götürdükleri “medeniyete” benzemiyordu. Doğayla barışık, bilime ve öğrenmeye açık bir medeniyetti. İspanyollar ise, gözleri altın ve madenden başka bir şey görmez bir halde, beraberlerinde götürdükleri misyoner papazlar yoluyla bu medeniyeti iç etme derdinde idiler. M.Ö. 100’de yazıyı kullanan Mayaların zengin kitaplıkları mevcuttu. Bu kitaplıkları gören misyoner papazlar kestirme yolu tercih ederek bu kitapların hepsini ateşe verdiler. Bu sürecin içerisinde yer almış Rahip Landa şöyle diyor: “Burada çok fazla kitap bulduk ve içlerinde şeytanın ürünlerinden başka bir şey bulamadığımız için hepsini yaktık.” (Soner Yalçın, Kütüphanesiz Olmaz)
Yine sayılı medeniyetler arasında yer alan Çin toplumunun tarihinde de insanlık kültür birikimine yönelik soykırımların yaşandığı dönemler eksik olmamıştır. M.Ö. 220’li yıllarda hüküm süren Qin Shi Huang kendi tarihini yazmak için dönemin aydınlanmacı dinsel-felsefi akımları olan Konfüçyizm ve Taoizm’in yarattığı fikir akımlarına ve fikir insanlarına karşı savaş açar. Wei Hong’un 2. yüzyıldaki kaydına göre Qin’in emriyle, 700 bilgin başkentte kitaplarıyla birlikte diri diri gömülmüştür.
Tarihçiler kitaba yönelik kültürel soykırımın zirvesinin M.Ö. 333 yılında Büyük İskender döneminde yaşandığını yazarlar. Kıyıcılıkta tarihe mal olmuş ve koca bir imparatorluk kuran Büyük İskender, aynı zamanda kültür ve akılcılığa karşı da o kadar “büyük” barbar bir yıkıcıydı. Büyük İskender, İran işgali sırasında verdiği emirle, bünyesinde 12 bin sana derisine altın harflerle yazılı 2 milyon dizelik kültür zenginliğini barındıran Persopolis kitaplığını yaktırıp, yerle bir ettirdi.
Bilim tarihinde önemli yeri olan, bilimin merkezlerinden Mısır’ın İskenderiye şehrinde bulunan dönemin birçok bilim insanın faydalandığı ve 900 bin el yazmasıyla meşhur ünlü İskenderiye Kütüphanesi de benzer bir hazin akıbetten kurtulamaz. Rivayetler muhteliftir. Birine göre İskenderiye’yi ele geçiren İslam Halifesi meşhur “adalet” timsali Ömer, komutanlarından Amr İbn-ül As’ın şu sorusuyla karşılaşır: “Burada binlerce kitap var. Bunları yakayım mı yoksa bırakayım mı?” Rivayetlere göre Ömer’in ona yanıtı şöyle olur: “Kitapları incele. Eğer yararsız şeylerse, yak. Yok, eğer yararlı şeylerse, yine yak. Çünkü halk, o kitapları okudukça, onlara uymaktan vazgeçmeyecek, eskiyi unutmayacak ve bize, yani yeniye-yeniliğe sürekli düşman olacaklar!”
Abbasilerin Emevi saltanatına son vermesinden sonra Emevilerin bir kolu 756 yılında İspanya’da Endülüs Emevi Devleti’ni kurar. 1031 yılına kadar devam eden bu süreçte Endülüs Emevileri’nin Avrupa kültür, sanat, mimari ve biliminin gelişimine büyük katkısı olur. Endülüs devleti bilimi önemsemesinden kaynaklı zengin kütüphanelere sahipti. Endülüs zayıflayıp Avrupa Hıristiyan ittifakı karşısında yenilince, ilk yağmalanan ve yok edilen yerler ne yazık ki bu kitaplıklar oldu. Kitapların yakılmasının başını bir Katolik Kardinal olan Ximenes çekiyordu. Ximenes Müslümanlardan kurtuluş adına bu kitaplıklardan taşıdığı binlerce kitabı Granada Meydanı’nda ateşe veriyordu. İnsanlığın kültür değerlerine ve hafızasına yönelik bu kültürel soykırımı, fizikçi Pierre Curie şöyle dile getirmiş: “Endülüs Kütüphanesi’nden otuz kadar kitap kurtuldu ve onlarla atomu parçaladık. Eğer yakılan bir milyon kitabın yarısı kurtulmuş olsaydı, şu anda galaksiler arasında geziyor olurduk.”
Abbasiler devrinde (750-1258) özellikle Halife Harun Reşit döneminde (786-809) bilim, kültür ve sanat “altın çağı”nı yaşadı. Bu dönemde, Yunan düşünürlerinden Aristoteles, Platon ve Sokrates’in eserlerinin yanı sıra Süryani yazarların eserleri de Arapçaya tercüme edildi. Bilim, kültür ve sanat içerikli binlerce eserle dolu Bağdat Kütüphanesi kuruldu. Bağdat bilim merkezlerinden biri haline getirildi. Zaman içerisinde otoritesi zayıflayan Abbasiler, yıllardır engelledikleri Moğol akınlarına karşı daha fazla dayanmayarak tarih sahnesinden silindiler. Moğol Hakanı Hülagü, atası Cengiz Han’ın Buhara ve Semerkant kütüphanelerini yakarken söylediği, “Biz asker milletiz, silaha ihtiyacımız var, kitaba ihtiyacımız yok” sözünün izinden giderek, insanlık hafızasının kalbi olan Bağdat Kütüphanesi’ndeki eserleri Dicle nehrine attırarak imha ettirdi.
Kitap yakma törenleri
Modern zamanlarda kitaba karşı husumet hiç eksilmedi. Özellikle Hitler Almanya’sında kitap yakmalar özel kitlesel seyirlik bir gösteri haline geldi. Hitler başbakanlığı ele geçirişinden dört buçuk ay sonra, 1933 yılının 10 Mayıs akşamı, Berlin Üniversitesi meydanında kitapları törenle ateşe atıyordu. Bu işin mimarlarından olan propaganda Bakanı Dr. Goebbels devşirdiği güruha şöyle sesleniyordu: “Artık Alman halkının ruhu, kendi anlatımını yeniden bulabilir; yalnız eski bir çağın sonunu aydınlatmakla kalmıyor, aynı zamanda yeni bir çağa ışık tutuyor.”
Nazi Almanya’sında planlı olarak Almanya’nın her şehrinde “Kitap yakma töreni” adı altında milyonlarca eser yakıldı. Bu barbar saldırıda, Thomas Mann, Erich Maria Remarque, Jack London, Sigmund Freud, Emile Zola, Marcel Proust, H. G. Wels, Andre Gide, Upton Sinclair, Albert Einstein, Stefan Zweig’dan başlayarak, dünya kültür hafızasına, bilime katkıda bulunmuş ne kadar yazar ve bilim insanı varsa nasibini aldı. Nazilerin işgal ettikleri yerlerde ilk işledikleri suçlardan biri de kitapların yakılmasıydı. Varşova’da 14 kütüphaneyi ateşe verdiler, Polonya’da 16 milyon kitap yaktılar. Naziler bu işi modern bir şekilde yapıyordu. Bu iş için özel komando ekipleri kurulmuştu. Kızıl Ordu’nun gelmesinin an meselesi olduğu dönemde ise, Berlin Kütüphanesi, ele geçmemesi için bu ekipler tarafından ateşe verildi.
Moğol Hülagü’nün soykırımına maruz kalan Bağdat, son olarak 20 Mart 2003’te, Amerika ve İngiltere öncülüğünde Çokuluslu Koalisyon Kuvvetleri’nden oluşan askeri gücün işgaline uğradı. Dönemin yalancılığıyla ünlü Amerikan Başkanı George W. Bush daha önce beslemeleri olan Irak diktatörü Saddam Hüseyin’i hedef alıyordu. Ve bu işgal hareketini “Irak’ı Özgürleştirme Operasyonu” diye dünyaya duyuruyordu. Bunun koca bir yalan olduğunu 17 yıldır halen devam eden işgalden biliyoruz. Kitaplar ve kütüphaneler her işgalde olduğu gibi bu işgalden de nasibini almaktan kurtulamadılar. Bu kez Hülagü yerine yalancı Bush vardı. Her şeyi yağma ve talana açmıştı. Binlerce yıllık Mezopotamya hafızasını barındıran Bağdat Kütüphanesi ve Tarihi Müze 9 Nisan 2003’te yağmacıların saldırısına uğradı. Binlerce yıllık 17 bin tarihi eser ve yüz binlerce el yazması kitap, önce Amerikalı tarihi eser kaçakçıları, sonra da Bağdatlılar tarafından yağma edildi ve yakıldı.
Türkiye’de 12 Eylül Evren dönemi Nazi Almanya’sı gibiydi. Kitaba olan düşmanlık ilk sırada geliyordu. Kenan Evren’in emriyle üniversitelerden binlerce bilim insanı ve akademisyen atıldı, ağır sorgu ve işkencelerden geçirilip tutuklandı. Milyonlarca kitap toplatılıp yakıldı. Bu darbeci zat, 2007 yılında kütüphanesindeki bazı kitapları bağışlamak için Muğla Üniversitesi’ne geldiğinde, üniversitede çalışan bazı akademisyenler tarafından protesto edildi. Akademisyenler adına açıklama yapan Muğla Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Hatice Kurtuluş, “Milyonlarca kitap yakıldı. Kitap okumanın, kitabın yasaklandığı bir dönemi yaşadık” diyordu. (Birgün, 2007)
Bugünün Türkiye’si halen 12 Eylül Anayasası ile yönetiliyor. Ve iktidarın başı Erdoğan’ın da kendine rol model olarak cuntacı faşist Evren’i aldığını biliyoruz. 18 yıllık AKP iktidarı döneminde kitaplar yine yasaklar lisesinin başında yer alıyor. Binlerce kitap yasaklandı, matbaalarda el konuldu ve kömür kazanlarında yakıldı. Devrimci ve muhalif yayınevlerine, onların bastıkları eserlere yönelik devlet baskısı Erdoğan rejiminde yaygın hale getirildi. AKP rejimi artık kendinden olmayan her kesime, her sese bu baskıcı ve yok edici politikayla saldırıyor. AKP-Erdoğan iktidarının ilk 9 yılında 23 bin kitap Türkiye’de yasaklı bulunuyordu.
Bu kısa tarihçenin de tanıklık ettiği üzere, kitaplar özgür oluncaya kadar küf kokulu olmaya devam edeceklerdir, babamın kitapları gibi...
M. İmran