“Dostlar ki bir kere bile selamlaşmadık,
aynı ekmek,
aynı hürriyet,
aynı hasret için ölebiliriz.”
Nazım Hikmet
Daha önce size çocukluğumdan bugüne direnişimin hikayesini anlatmıştım. Gördüm ki, duydum ki ve hissettim ki yüreklerinize misafir ettiniz beni. Sanki yıllar sonra buluştuk. Ne etrafımdaki duvarlar, demir kapılar, parmaklıklar ne de jiletli teller, kilometreler kavuşmamıza engel olabildi. Uzaklarda yaşayan tanımadığı ailesiyle yıllar sonra karşılaşınca bir çocuk nasıl heyecanlanır değil mi? Ben de öyle heyecanlı ve mutluyum şimdi. Çünkü aileme kavuştum, büyük halk ailesine. Aslında aynı yerde yaşıyoruz ama birbirimize yabancı hale getirilmişiz. Kızıyoruz birbirimize ama neden kızdığımızı bilmiyoruz. Asıl suçluları görmeyerek birbirimizi suçluyoruz. Aslında her birimiz değerlerimize sarılarak onurlu yaşamaya çalışıyoruz. Ama “İnsanlar çok bencilleşti.” diye düşünüyoruz. Aynı durumda olup, aynı şeyi düşünen milyonlarız. Fakat kendimizi yapayalnız hissediyoruz. Peki, kim bizi böyle birbirimize yabancı hale getirdi? Cevap karmaşık değil.
Oysa aynı evde yaşıyoruz. Büyük evimiz Anadolu’muz. Ve bir aile ortak amaçlar için yaşar,aynı hayatı yaşar. Yaşamak için çalışır, paylaşır, zorluklar karşısında birlikte çaba sarf eder, hayatı paylaşır. Birbirine bağlıdır ailenin üyeleri ama birbirinden çok farklıdır. Biz de böyle değil miyiz? Belki bazılarınız AKP’ye MHP’ye CHP’ye HDP’ye oy verdiniz, ne fark eder? Bu bizi birbirimizden farklı yapıyor mu? Yaşamak için çalışmıyor muyuz? Aynı patronlar, zenginler emeğimize el koymuyor mu, kursağımızdan çalmıyorlar mı? Uyuşturucuyla, yozlaştırma araçları ile onursuzlaştırılmaya, aşağılanmaya çalışılmıyor muyuz?
İnancımızda, geleneklerimizde, kültürümüzde değerli gördüğümüz şeylerle temiz kalmaya çalışmıyor muyuz? İnsan gibi yaşamak, mutlu olmak istemiyor muyuz? Aynı ailenin üyeleriyiz. Farklarımız aile içindeki farklarımız gibidir, güzelliklerimizdir.
İşte böyle bir aileyiz biz, tanıştık şimdi. Artık milyonlarca babam, annem, kardeşim, oğlum ve kızım var. Küçük çekirdek ailenizde babanıza, annenize, çocuklarınıza, kardeşlerinize zarar geldiğinde ne yaparsınız? Paniklersiniz, üzülürsünüz, canınız yanar, zararın boyutuna göre sinir krizleri bile geçirirsiniz değil mi? Şimdi benim için, bizim için böyle hissediyorsunuz belki. Emin olun çok ama çok değerli duygularınız.
Fakat benim direnmemin nedeni de aynı düşünce ve duygular biliyor musunuz? Siz sürekli zarar görüyorsunuz. İnançlarınızı, dini duygularınızı sömürüyorlar. Cebinizden, kursağınızdan çalarak aç bırakıyorlar sizi. Yemek artığı alırım diye sokaklarda dolaştırıyorlar. Çöp kutularını karıştırmak zorunda kalıyorsunuz. Eleştirdiğiniz, düşüncelerinizi söylediğiniz için hapislere atılıyorsunuz, eziliyorsunuz. Borçlar, banka kredileri altında çaresiz bırakıyorlar sizi. Bir yandan da yaşadığımız evimiz, Anadolu’muz ateşe verildi cayır cayır yakılıyor. İnsan ailesine zarar verilirken, kendi evi yanarken öylece durup izleyebilir mi? Ne mutlu ki bize hepimize ait olan bir halkın avukatlığı geleneğimiz var. Halkın avukatlığı değerli sanatçımız Münir Özkul’un Yaşar Usta karakterindeki gibidir. Şimdi zenginler karşısında haykırıyor: “Dokunma aileme! Dokunma sevdiklerime!”
Canımla, bedenimle savunuyorum şimdi sizi, büyük evimizi. Ancak böyle boş edebiliriz adaletsizlikler ile, düşünün; ailemize bir çete dadanmış, evimize el koymuşlar. Nasıl başımızdan defedeceğiz onları? Sayımız azsa daha çok bedel öderiz; ama kalabalık olursak ödeyeceğimiz bedel de az olur. Ama her koşulda bedel ödemeyi göze almadan adalete ulaşamayız. Biliyorum bize zarar verecek diye üzülüyorsunuz. Üzülmeyin, ben sizi savunduğum için çok mutluyum. Sesimize ses olursanız, yanımızda olursanız başarabiliriz. Fakat her hâlükârda, ölsem de, sizin her gün ödediğiniz bedeller yanında bu nedir ki? Bir canın, bizim canımızın lafı mı olur? Çok daha önemlisi tanıştık ya, artık birbirimizi asla bırakmayalım olur mu? Kocaman bir aileyiz ve bizi asla yenemeyecekler. Hiç merak etmeyin.
Gazete Duvar / 09.07.20