Bir seneyi aşkın süredir Sinbo’da direnişin simgesi olan Dilbent Türker’le, ücretsiz izin yaptırımları ve Kod-29 haksızlığı başta olmak üzere işçilerin maruz kaldığı sorunlar ve bunlarla mücadele yolları üzerine üçüncü mesai olarak görüştük. Türker, geçtiğimiz haftalarda kazanılan hukuki mücadelenin, fiili ve meşru mücadele zeminleriyle ilişkisine değinerek, farklı mücadele biçimlerinin birbirini beslediğine dikkat çekti.
Nasıl başladı direnişiniz?
Öncelikle Sinbo’da iş kazaları çok oluyor. İki arkadaşımız iş cinayetine kurban gitti. Onlarca arkadaşımız iş kazalarında sakat kaldı. Tacizin, mobbingin, performans dayatmasının olduğu ve asgari ücret üzerinden ücret veren bir fabrika. Aslında işe ilk girdiğim günden beri sorunlar vardı. Bu sorunlara karşı çözüm için sendikalaşma sürecine gittik. Birçok arkadaşımız sendikalaşmadan kaynaklı işten atılmıştı geçtiğimiz senelerde. Sinbo’da kesinlikle sendikal faaliyet yürütülmesine izin verilmiyordu. İşçilerin sendikaya üye olmasına gerek yok, sendikanın s’sinden bile bahsetse, sendikalı olmak gerektiğini söylese dahi işten atılıyordu. İşten atılan arkadaşlarımızın davaları da halen sürüyor.
Daha sonra pandemi süreci başladı ve Sinbo fabrikasında hiçbir şekilde önlem alınmadı. Servislerde ayakta ve tıka basa yolculuk ettik. Mesafe önlemlerine uymayan bir çalışma ortamı vardı. Hem de pandemiyle birlikte Sinbo’da üretim de arttı. İnsanlar eve kapanınca, küçük ev aletlerine talep de artmış oldu. Sinbo’nun üretimi bir anda iki katına çıkmış oldu; fakat aynı işçi miktarıyla bu üretim yapılıyor. Performans dayatması, mobbing ve baskı daha da arttı o yüzden.
Biz pandemi sürecinde sendikal faaliyeti hızlandırmak istedik; çünkü artık canımız söz konusuydu. Bu süreçte de Sinbo patronu sendikal faaliyeti engellemek için bizleri ücretsiz izne gönderdi. 600 işçi içerisinde pandemi önlemi diyerek 6 TOMİS (Tüm Otomobil ve Metal İşçileri Sendikası) üyesi işçiyi ücretsiz izne çıkarmış oldu. Bizler ücretsiz izni kabul etmedik.
AKP-MHP iktidarının çıkarmış olduğu 7244 sayılı yasayla hem sözde bir işten çıkarma yasağı getirildi hem de patronlara sınırsız bir şekilde işçileri ücretsiz izne gönderme hakkı verildi. Biz de bu süreçte buna maruz kaldık. Asgari ücretle geçinmek mümkün değilken, asgari ücretin yarısı bile olmayan ücretsiz izin ödeneğine mahkum edilmeye çalışıldık. Sigorta primlerimiz de kesilmiş oldu. Aslında bizlere “istifa edin” demiş oldular bir yerde. Pandemide 4 milyon işçi ücretsiz izin saldırısı ile karşı karşıya kaldı. Biz de “Ücretsiz izin hak değil, hak gaspıdır. 7244 nolu yasa derhal kaldırılsın” diyerek hukuki süreç başlattık.
Ücretsiz iznimiz iki aydı. Bu süre dolduktan sonra evlerimize tebligat göndererek süreyi uzattıklarını söylediler. Bizler de işbaşı yapmamız gereken gün direniş çadırı kurduk ve ücretsiz iznin kaldırılması için mücadeleye giriştik. O süreçte ücretsiz izne karşı tekil tekil direnişler de vardı aslında ve bunlar kamuoyu tarafından da epey sahiplenildi. Çünkü yeni bir yasaydı ve kalıcı olabilme tehlikesi vardı. Patronlar için bir fırsattı bu. Hem işçilerin sigortasını ödemeyeceksin hem de işçiler işsizlik fonundan ödenek alacak. Pandemi sürecinde birçok işçi, hatta binlerce işçi ücretsiz izne katlanamayıp istifa etti, haklarını bırakıp gitmek zorunda kaldı.
Bizler direnirken direnişimiz dayanışmayla büyüdü. Bizlere destek veren tüm emek dostlarıyla direnişi kazandık aslında. 31. günümüzde fabrika bakanlık tarafından denetlendi. Mecliste bizler için verilen soru önergeleri de vardı, onlar da dosyaya eklenerek, fabrikanın ücretsiz izni sendikal faaliyeti engellemek için kötüye kullandığı tespit edildi. Ve işbaşımız sağlanmış oldu. Bizler işbaşı yaptık; ancak davamızı geri çekmedik. Ücretsiz izne karşı sendikal tazminat davası açmıştık. Çünkü bir ayrımcılığa maruz kaldık ve sendikal faaliyetlerimiz engellendi. Hukuki sürecimiz devam ederken biz çalışıyorduk yani. Bir ay sonra beni Kod 29’la işten attılar.
Bu sefer Kod 29’a karşı da mücadeleye giriştik. Pandemi sürecinde Kod 29, sözde işten çıkarma yasağının dışında bırakılarak patronlara servis edildi. Anlamı “ahlak ve iyi niyet kurallarına aykırı davranış” demek. Patronlar, hiçbir şekilde kanıtlama ihtiyacı duymaksızın bir işçiyi ahlaksızlıkla suçlayarak, işçilik sicilini bozarak, tazminat haklarını gasp ederek, hayatıyla, geleceğiyle oynayarak hukuku kullanabiliyor. 200 bine yakın işçi pandemi sürecinde Kod 29 ile işten çıkarıldı.
Türkiye’de işçiler ne yazık ki yargı yoluna da pek gidemiyor, mahkemeler en az iki şahit istiyor. Arkadaşları şahit olduğu durumda şahitleri de işten atıyorlar, onların da bir güvencesi yok. Kod 29 uygulanırken bunun bir muhatabı da SGK. SGK bu kodu onaylarken patrondan işçinin hayatıyla, geleceğiyle oynayan bu kodun içeriğindeki ahlaksızlığı kanıtlamasını istemiyor, sorgusuz sualsiz bu kodu hayata geçiriyor. Ve bu yüzbinlerce insanın hayatına mal oluyor.
Sicile işleniyor dedin, onu açar mısın?
Evet. Sicilin bozulduğu için başka işe de giremiyoruz. Kamuda KHK’larla yaptıkları şeyi yapıyorlar. Nasıl binlerce, onbinlerce kamu emekçisi ihraç edildiyse, başka işe girmeleri engellendiyse, bunu özel sektörde de Kod 29 ile hayata geçirmek istediler. Özellikle sendikalaşan, sesini çıkaran ya da iş şartlarının iyileştirilmesini isteyen işçilere daha çok uyguladılar. Pandemide bunu direnişlerle gördük. Türkiye’nin dört bir yanında Kod 29’a ve ücretsiz izne karşı direnişler vardı. Bizler Sinbo önünde Kod 29’a karşı direnişimizi sürdürürken, SGK önünde zincirleme eylemi de yapmıştık. Kendilerimizi zincirledik ve SGK’nın bu meseledeki rolünü teşhir ettik. Daha sonrasında gözaltına alınarak çıplak arama işkencesine maruz kaldık.
Daha sonra, bu sorunun muhatabı olan sermayenin bakanlığına, Çalışma Bakanlığı’na, Ankara’ya yürümek istedik. Ankara’ya yürürken de her gün işkenceyle gözaltına alındık. Ankara’ya girişimiz dahi engellendi. Ankara’da bulunduğumuz süreçte de sürekli polislerin tacizleriyle karşı karşıya kaldık, sürekli takip edildik. Oradaki emek dostları bizim için basın açıklaması yaptıktan sonra yol açıldı ve öyle bakanlığa gidebildik. Bakanlıkta bizim yaşadığımız sorunları bize anlatmaya başladılar. “Patronlar sendika düşmanı, kod 29’u fırsata çeviriyor, iş yasaları çok kötü” gibi şeyler söylediler. Biz de zaten bunları bildiğimizi ve bu sorunu çözmesi gereken muhatabın kendileri olduğunu hatırlattık. Böyle deyince de bize mahkeme yolunu gösterdiler. Yani bugün iş işçi emekçilerin haklarını gasp etmeye geldiği zaman gece yarısı torba yasalarla, kararnamelerle patronlar için her türlü yasaları çıkarırken, biz denetleme isteyince böyle bir cevapla karşılaştık.
Ankara yürüyüşüyle biz şunu göstermek istedik. Bugün mevcut düzenin, yasaların işçi emekçilere verebileceği hiçbir şey kalmamış. Çünkü biz anayasal hakkımızı kullanıyoruz, patronlar bunu engelliyor. Biz işçiler barışçıl eylem yaptığımızda ise hukuksuz bir şekilde saldırabiliyorlar. Sermayenin, onun bakanlıklarının işçilere nasıl baktığını teşhir etmiş olduk. Kod 29’a karşı direnişimiz devam ederken Türkiye’nin dört bir yanında farklı farklı iş kollarında mücadele veren işçi emekçiler olarak bir araya gelip İşçi Emekçi Mitingi de düzenledik. Bu ülkede büyük büyük konfederasyonlar, sendikalar var ama 1 günlük genel grevi, ki ülkede belki birçok şeyi değiştirebilir, dahi yapmıyorlar. Mücadele eden işçiler yalnızlaştırılmaya çalışılıyor. Bunu zaten sermaye ve hükümet yapıyor ama aynı zamanda bizden gibi görünen bizi görmeyen, duymayan, el uzatmayan kurumlar tarafından da yapılıyor.
Sinbo’daki direniş sürecimizde, “Kod 29 kadın işçiler için ne ifade ediyor” üzerine etkinlikler de yaptık. Çünkü bu ülkede ahlak ne yazık ki kadınlar açısından daha farklı görülüyor. Toplumsal cinsiyet eşitliği olmamasından kaynaklı, Kod 29’la çıkarılan bir erkek işçi kimseye hesap vermezken, bir kadın işçi bunu ailesine, akrabalarına ve çevresine izah etmek zorunda da bırakılıyor. Ve bizim aslında özellikle kadın işçileri haksızlıklara, hukuksuzluklara karşı mücadeleye çekmek gibi bir niyetimiz de vardı.
Geçtiğimiz günlerde de, fiilen kazanmış olduğumuz ücretsiz izne karşı mücadelemizi, bir sene sonra hukuki olarak kazandık. Ücretsiz izne karşı açtığımız sendikal tazminat davasını kazanmış olduk. Bu dava emsal bir dava. Kısa bir sürede kazanılmış bir dava. Ama şunu da belirtmek gerekir: Hukuki kazanıma götüren, fiili ve meşru mücadeleydi.
Ücretsiz izne karşı 6 işçi çıkarılmıştık. 3 kadın işçi olarak ücretsiz izne karşı direndik, kazandık ve 6 işçi olarak iş başı yaptık. Yine orada kadın işçilerin ön planda olması, mücadelesine sahip çıkması önemliydi. Baktığımız zaman, diğer kadın arkadaşlar da aileleri tarafından baskılanan insanlardı ama oradaki mücadele onları teşvik etti.
Sinbo’nun içinden gelen bir mücadele geçmişi de var. Benim çalıştığım bölüm montaj bölümüydü. Bu bölümün yüzde 80’i kadınlardan oluşuyor. Sinbo’da çalıştığım 2,5 sene boyunca maaş aksamalarımız oluyordu. Asgari ücret olan maaşlarımız 4 taksitle ve belirsiz zamanlarda veriliyordu. Yine kadın işçiler olarak bu duruma karşı iş durdurma eylemleri yapmıştık. Fabrikada 700 işçi vardı, biz montaj bölümünde 200 kadındık. Ve bizim kadınlar olarak yaptığımız eylemler fabrikanın tüm işçilerine yarıyordu. Biz her iş durdurduğumuzda maaşın bir kısmını alabiliyorduk. Biz bunu yıllarca yaptık. Bizi ücretsiz izne göndermelerinin sebebi de buydu aslında. İçerideki örgütlenmemizden ve özellikle kadın işçilerin çalıştığı bölümlerde etkili oluşumuzdan kaynaklıydı. Ücretsiz izin mücadelesini kazanıp iş başı yaptıktan sonra bizleri izole bölümlere aldılar. Direnişten dönen 3 erkek işçiyi kendi bölümlerine aldılar; ama 3 kadın işçi olarak bizi kendi bölümlerimize almadılar. Diretmemize rağmen geri adım atmadılar bu konuda; çünkü biz direnişten dönen kadın işçilerdik. Biz içerideyken de mücadele ediyorduk; ama direnişten dönmemiz kadın işçilere güven veriyordu, bunun farkındaydılar. Bu şekilde bir ayrımcılık yapmış oldular, biz de bulduğumuz her fırsatta, molalarda yine o kadın işçilere ulaştık, anlattık, konuştuk.
Sinbo’da kaç yıl çalıştın? Ondan önce bir yerde çalışıyordun mu?
Sinbo’da 3.5 sene çalıştım. 14 yaşından beri çalışıyorum ben, 18 yaşından beri fabrikalarda çalışıyorum. 14 yaşından beri çalıştığım süreçte bütün işyerlerinde sorunlar aynıydı, o sorunlara karşı da her işyerinde mücadele vermeye çalıştım. Aslında direnişe götüren, direnişin verdiği güçle mücadele etmek, belki o çocukluktan gelen işçilik sebebiyledir. İlk başlarda dayanamayıp çıktığım da oluyordu. Ama artık Sinbo’ya girdiğimde, her işten çıkarak bir yere ulaşamayacağımı, bir yerde mücadele etmem gerektiğini anladım. Çünkü her yerde sorunlar aynı. Her yerde kadınlar tacize uğruyor, mobbinge uğruyor. Hem evde hem işte çifte sömürüye maruz kalıyor. Erkeklerden bazen daha ağır iş yapıyoruz ama daha düşük ücret alıyoruz. Bunun artık değişmesi gerektiğine inanarak, Sinbo’daki kadın arkadaşlarımızla mücadeleyi başlatmış olduk. Mücadeleye hem içerde hem dışarda devam ediyoruz.
Sinbo’da kadın işçilerin, erkek işçilerden farklı olarak maruz kaldığı sıkıntılar oluyor muydu? Direniş sürecinde kadın işçilere yönelik tepkiler neler oldu?
Sinbo’da taciz meselesi çok fazlaydı. Taciz Sinbo’da meşrulaşmıştı adeta. Kadın işçiler nezdinde de bu böyleydi. Kadın işçiler kendini o kadar güvencesiz hissediyordu ki, tacize maruz kaldığında ses çıkaramıyordu ve yaşadığı şeyi taciz olarak nitelendiremiyorlardı. Biz çoğu kadın arkadaşımıza yaşadıkları şeylerin taciz olduğunu anlatmaya çalıştık.
Sinbo’da taciz meseleleri yaşadığımız, gördüğümüz şeyler ama bir tacizci bile Kod 29 ile işten atılmadı. Tacizciler, “ahlak ve iyi niyet kurallarına aykırı davranış” denilerek işten atılmadı. Ama sendikalaşan, ses çıkaran kadınlar işten atılmış oldu. Hatta Gebze’de Alba Plastik fabrikasında bir kadın işçi tacize uğruyor ve tacizciyi şikayet ediyor, aynı bölümde çalışmak istemediğini söylüyor. Ve fabrika tacizciyi değil, tacize uğrayan kadını işten atıyor. Bu durum Türkiye’nin özeti gibi. Birtakım hakları kazanabilmek, mücadeleyi örgütlemeyi gerektiriyor. İşçi ve emekçilerin yaşadığı sorunlar, hak gaspları ya da İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılması, bütün bunların muhatabı sermaye ve onun iktidarıdır. Bugün kadınların yaşadığı sorunlar erkek işçilerin yaşadığı sorunlardan bağımsız değil.
Bu süreçte sen direnmeye başladıktan sonra kadın olduğun için çevreden, aileden ya da devletten kaynaklı sıkıntılar oldu mu?
Ailemle de iş hayatım dışında bu anlamda mücadele ettim. Kendimi kabullendirmek ya da birey olduğumu kabullendirmek için yıllardır bunun mücadelesini verdim. Bunu aştık, direniş boyunca da her zaman destek oldular ve çevreden gelecek herhangi bir şeye karşı da bizzat kendileri savunuyorlardı. Hep destek oldular, direniş çadırıma da geldiler. Ama ne yazık ki her kadın böyle destek, dayanışma göremiyor. Kadınlar zaten devletin ve patronun zorbalıklarıyla karşı karşıya kalıyor, öte yandan ev içi şiddete de maruz kalmış oluyorlar. Ev içinde tacize, tecavüze de maruz kalabiliyor. Buradan doğru kadınların örgütlenebileceği, bilinçlenebileceği en iyi alanlardan biri üretim alanlarıdır. Buradan doğru kadınları mücadeleye katmak gerektiğini düşünüyorum çünkü benim biraz öyle oldu.
Sinbo’dan önce başka bir plastik fabrikasında çalışırken bir kadın arkadaşımız tacize uğramıştı. Ve dile getiremiyordu. Onunla sürekli görüşecek cesaretlendirerek müdüre şikayet etmesini sağlamıştık. Ancak müdür tacizcileri korumuştu. Tacizciler de her gelen genç kadına isteklerini kabul ettiremedikleri takdirde baskı uygulayarak, işgücünü daha da arttırdılar. Gelen genç kadın ya ona uyum sağlamak zorundaydı ya da işten çıkıp gitmek zorundaydı; çünkü çok açık yapıyorlardı bunu. Bununla ilgili gazeteye haber yapmıştık. Hem 12 saat çalışma, hem çocuk işçilik, hem sigortasız çalışma, hem taciz vardı. Yazıdan sonra iki tacizci müdür işten atıldı, fabrikada 12 saat çalışma 8 saate düşürüldü, çocuk işçilik ve sigortasız işçi çalıştırmak yasaklandı. Birden böyle değişmesini beklemiyordum, sadece kadın arkadaşın onuruna sahip çıkması ve yapılanlara karşı ses çıkarması için destek oluyordum; ama mesele daha başka yerlere gitmiş oldu.
Böyle mücadelelerin kazanımla sonuçlanması, mücadelede kadınları direnişin asıl taşıyıcısı olması hepimizi cesaretlendiriyor.
Direnişin kendisi de öyle. Bütün direnişler için söylüyorum. Kazanım da daha farklı bir şey. Çünkü toplum görüyor, insanlar bunu görüyor. Türkiye’de işçiler, emekçiler yasal haklarını dahi bilmiyorlar ya da nasıl mücadele etmesi gerektiğini bilmiyorlar. O anlamda direnişler, mücadeleler, kazanımlar, insanlara izlenecek yolu da gösteriyor. Bu yüzden direnişimizi sadece çadıra sıkıştırmadık. Her koşulda başka direnen işçilerin yanına gittik, fabrikalara gittik. Sadece kendi derdimize düşersek hiçbir şey kazanamayız zaten. Bir araya gelerek birlikte hareket etmemiz şart.
Bu direniş süreci seni, hayatını, hayata bakışını nasıl değiştirdi?
Her halükarda mücadele ediyoruz; ama direnmek daha farklı bir şey. Daha özgüvenli oluyorsun. Kendini sorumlu da hissediyorsun. Çünkü orada iş senden çıkıyor, başka kadınların meselesi üzerinden de bakmaya başladığımız için daha özgüven veriyor. Mücadeleye daha çok inandırıyor. Öncesinde de mücadele ediyorduk tabi ama yalpaladığım zamanlar da oluyordu. Ama mücadelede dişe diş, karşı karşıya mücadeleyi öğreniyorsun.
Bazen hiç çalışma hayatının içinde olmamış, belli bir yaştan sonra ekonomik sıkıntılarla beraber çalışmaya başlayan kadınlar oluyor. Sense çok küçük yaşlardan itibaren iş hayatının içinde olmuşsun.
Sinbo’da da işçi profili biraz böyle. Yıllarca eşi tarafından çalışması engellenmiş, sonra borç birikince “hadi sen çalış” deniyor. Yaşı 50-60 olup da doğru düzgün sigortası yatmamış insanlar var. Bunun için Sinbo’da 50-60 yaş işçi profili çok fazla. Emekli olup çalışan çok fazla ve diğer işyerlerinde de yaş sınırı olduğu için işini kaybetme korkusunu diğer işçilere göre daha fazla yaşıyorlar. Türkiye’de kadınların sendikalaşma oranı çok düşük. Zaten sosyal alanda çok yoklar, iş hayatına ya sonradan katılıyorlar ya da ek gelir getirmek için katılıyorlar. Böyle olunca mücadeleye bakışları da sınırlı olabiliyor; ama genç kadınlar haklarına daha hakim olabiliyorlar.
Sinbo üzerinden örnek vereyim, Sinbo’da genç kalmıyor. Sürekli bir sirkülasyon var. Yaşlılar hep çalışıyor, her türlü baskıya, hakarete rağmen devam ediyorlar; ama genç işçi mobbinge, baskıya, hakarete, tacize katlanamıyor ve böyle çıkan çok genç kadın oldu. Biz bırakıp gitmenin çözüm olmadığını vurguluyoruz. Ancak örneğin tacize uğrayıp çıkan bir kadın arkadaşa durumu anlatmasını söyledim; ama o üstünü kapattığını söyledi.
İşyerinde taciz meselesini dile getirmek bile kadının onuruna dokunan bir şey olabiliyor. İş yükümü arttırıyorlar, paramı vermiyorlar demekten farklı bir yerde kalıyor.
Genelde böyle sorunlarda erkek hep haklı çıkartıldığı için böyle oluyor. Sinbo’nun mevcut yönetimde kadın yöneticiler de var; ama onlar da bir yerde erkek egemen zihniyetin temsilcileri. O kadın tacize uğradığı zaman kadın ve erkek yönetici birlik olup üzerini kapatabiliyorlar. Bu da meselenin sınıfsal olduğunu gösteriyor.
Son olarak, kadın işçilere direnme noktasını bulmak, direnişe başlamak için ne önerirsin? O gücü nasıl kendimizde toplayabiliriz?
Her şeyden önce özellikle kadın örgütlerinin işyerlerinde, fabrikalarda, üretim alanlarında çalışma yapmaları gerekiyor. O alanlarda hiç yoklar. Bugün bir kadın örgütü gelse Sinbo’da çalışma yürütse buna kimse itiraz etmez. Bu oradaki mücadeleyi zenginleştirir. Üretim alanlarına dönük çalışmalarda çok eksiklik var. Kadınların mücadeleye inancı, o deneyimi elde edebilmesi ancak oraya taşınabilecek bilinçle olur, bunun başka bir alternatifi yok. Bilinç dediğimiz de uçtan uça değişecek anlamına da gelmiyor. Birtakım hakları bilmesi, hatta kadın olarak kendini erkekten aşağı görmemesi bile muazzam bir kazanım. Mesele biraz örgütlenmekten, bilinçlenmekten ve bunu yaygınlaştırmaktan geçiyor. Yoksa kimse kendi başına hiçbir yol yöntem bilmeden “hadi ben buna karşı geleyim” demiyor.
Ülkede yılları alan sendikalar var hatta mücadeleyle kurulmuş sendikalar var. Çoğu zaman onlarla çalışmalar da yaptık. İşyerlerinde eğitim çalışmalarında çok eksikler var. Halbuki imkanları da var. Bizim imkanımız yok; ama sınırlı imkanlar içerisinde bile bunu yapma iradesi ya da sorumluluğu taşıyoruz. İşyerlerinde çalışan LGBTİ+ bireylere alan açamıyorlar, açabilirler aslında. Toplumun bilinçlenmesinin en önemli yerlerinden biri yine Toplu İş Sözleşmeleri (TİS) ve oradaki örgütlü işçiler demektir. Bir tane fabrikada erkek işçilere de doğum izni verilsin diye TİS’e hak koymuşlar. Bu güzel bir şey. Ama orada bir kadın arkadaş sormuş, bu erkek işçi bilinçlenmediği sürece, kadına bakış açısı değişmediği sürece o izni ne yapacak? Kadına mı destek olacak, yoksa kahveye mi gidecek? Bu hakları böyle koymak mesele değil ki. Mesele temelden bir değişimi örgütlemek.
Üçüncü Mesai / 16.11.21